“Hayber Fatihleri” ve Güney Kafkasya’da büyüyen çatışma dinamikleri

Azerbaycan halkının kaynaklarına çökmüş ve fütursuzca peşkeş çekmekte sakınca görmeyen aynı Aliyev, şimdi de bütün bir Güney Kafkasya’yı kan gölüne çevirebilecek bir oyunun figüranlığını yapmaya aday görünüyor. Bir taraftan Hazar Denizi kıyılarında Türkiye ve Pakistan ile diğer yandan yine Türkiye ve Gürcistan’la “askeri tatbikatçılık” oynayan Aliyev, oynadığı oyunun nelere yol açabileceğini idrak etmekten yoksun görünüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 16 Ekim 2021
  • 21:13

İran yönetimi 1 Ekim’de Azerbaycan-Ermenistan sınır hattında “Hayber Fatihleri” adı altında kapsamlı bir askeri tatbikat başlattı. İran Kara Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Kiyomers Haydari, tatbikata dair yaptığı açıklamada “tatlı/sert” bir üslupla Azerbaycan yönetimini uyardı. Askeri Tatbikata “Hayber Fatihleri” isminin verilmesi dikkat çekti. Zira isim, tarihsel arka plana manidar bir gönderme niteliği taşıyor. İslamın yayılış döneminde Yahudilerin son sığındıkları yer olan Hayber Kenti, rivayet odur ki Hz. Ali için olağanüstü bir askeri başarı olarak kayda geçer. Bu vesileyle de İslam Alemi, Hz. Ali’nin “Hayber Fatihi” namını Aslan’ın yanına eklemiştir. Bu sıradan bir askeri başarı değildir. Bizzat Muhammed’in kuşattığı Ebubekir ve Ömer’le devam eden harekatlar başarısız kalır ne varki “Allahın Aslanı” henüz sahne almamıştır ve bizzat Resulün talimatıyla ihale Ali’ye kalır ve o da bir çırpıda Hayber’i düşürür. Müslüman Şii dünyasının tadına doyamayacağı kıvamda bir hikaye ve İran’daki Molla rejiminin arayıp da bulamayacağı bir metafordur.

Azerbaycan’ın son yıllarda İsrail’le olan kirli ilişkilerine atfen yapılan bu isimlendirme, tatbikat başlar başlamaz karşılıklı restleşmelere vesile oldu. Azerbaycan’da son otuz yıldır kesintisiz bir şekilde iktidara çökmüş olan “Aliyev Hanedanı” Güney Kafkasya’yı bir ateş çemberine dönüştürmeye kararlı görünüyor. Dağlık Karabağ zaferi Aliyev tayfasını çok şımartmış olacak ki, uzunca bir süredir İsrail, Türkiye ve demek oluyor ki ABD’nin de el vermesiyle “Büyük Azerbaycan Fatihi” unvanına da adaylığını koymuş bulunuyor.

İran ve Azerbaycan ilişkileri tarihin hiçbir döneminde askeri seçeneklerin gündeme geldiği ya da getirildiği bir süreç yaşamamıştır. Son yıllarda siyonist İsrail’in Azerbaycan’da artan etkinliği ve iki devlet arasında yapılan askeri anlaşmalar, İran’ın göz ardı edemeyeceği temel bir sorun alanıydı. Bir başka önemli faktör de, Dağlık Karabağ savaşında İslamcı terör örgütlerinin Türkiye’nin eliyle Suriye’den Azerbaycan’a taşınmasıydı. Savaşın yarattığı jeopolitik etkiler de cabası oldu. Bu bağlamda Nahcivan ile Dağlık Karabağ arasında muhtemel bir transit geçidin İran için yaratacağı riskler kolay tolere edilecek cinsten değildir. İran’ı rahatsız eden bir diğer gelişme ise, Hazar Denizi’nde Azerbaycan-Türkiye-Pakistan üçlüsünün yaptığı ortak tatbikattır. Tüm bunlar, İran’ın askeri bir tatbikatla Aliyev rejimini uyarmasına neden oldu. İki ülke arasındaki sorun alanları bunlardan ibaret değil. Özellikle Hazar havzasındaki enerji potansiyeli ve Hazar Denizi’nin statüsü konusu Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla beraber iki ülke ilişkilerindeki en temel sorun olagelmiştir.

 20 yıldan beri ABD-İsrail-Türkiye üçlüsünün desteğine yaslanan Aliyev ve rejimi, İran’a aynı göz hizasının da üstünde yanıtlar vermeye başladı. Emperyalist-siyonist güçlerle Ankara’daki uşakları, Azerbaycan’ı hem Rusya hem İran’a karşı kullanılabilecek bir aparat olarak görüyorlar. Bu noktada en hevesli olanın siyonist İsrail olduğunu vurgulamak gerek. İran’ın tepkisinin sert olmasının temel nedeni de, siyonist rejimin Azerbaycan’da pervasızca at oynatmaya başlamasıdır. Hal böyleyken destekçilerinden gaz alan Aliyev, İran Cumhurbaşkanlığının Bakü’deki ofisini kapattı ve İran’daki Azerileri provoke etmekle tehdit etti. Aliyev’in tehditlerine, bekleneceği üzere İran yönetimi sert tepki gösterdi ve uyarı üslubunu sertleştirdi.

İki ülke arasındaki ilişkilerde bugüne kadar belirleyici olan, mevcut sorun alanlarını nötralize edebilme yetenekleriydi. Ne var ki Güney Kafkasya’da giderek ikinci bir İsrail olma yolunda oldukça mesafe alan Aliyev, bölgenin dengeleriyle oynayan ABD, İsrail ve Türkiye’nin kirli planlarına fazlasıyla teşne olmuş görünüyor. Dağlık Karabağ’ın ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri eliyle Aliyev’e hediye edildiği ve bunun karşılığının Azerbaycan’dan fazlasıyla çıkarılacağı günlerden geçiyoruz. Dağlık Karabağ’ın ele geçirilmesiyle beraber “muzaffer komutan” edalarıyla çarşı/pazar dolaşan Aliyev, aklını kumar masasında unutmuş olacak ki, İran’a neden şimdi ve neden bu derece kapsamlı diye sormaya başladı. Oysaki Azerbaycan halkının kaynaklarına çökmüş ve fütursuzca peşkeş çekmekte sakınca görmeyen aynı Aliyev, şimdi de bütün bir Güney Kafkasya’yı kan gölüne çevirebilecek bir oyunun figüranlığını yapmaya aday görünüyor. Bir taraftan Hazar Denizi kıyılarında Türkiye ve Pakistan ile diğer yandan yine Türkiye ve Gürcistan’la “askeri tatbikatçılık” oynayan Aliyev, oynadığı oyunun nelere yol açabileceğini idrak etmekten yoksun görünüyor.

Tatbikat vesilesiyle İran tarafından yapılan açıklamalardan birinde ABD, İsrail, Azerbaycan ve Ermenistan (adı anılmasa da Türkiye de bu anlaşmanın bir tarafıdır ve tam da göbeğindedir) arasında bölgeye ilişkin anlaşmaların yapıldığı ve bunun kabul edilemez olduğu belirtiliyor. Açıklamada bölge ülkelerinin sınırlarıyla oynanmasına müsaade etmeyecekleri vurgusu dikkat çekicidir. Bahse konu bölgede “sınırlarıyla oynanabilecek” tek ülke Ermenistan’dır ve muhtemelen kast edilen Nahcivan ile Dağlık Karabağ arasında açılması düşünülen transit geçiş koridorudur. Şayet Ermenistan bu anlaşmanın bir tarafı ise, (ki Paşinyan iktidarı emperyalizmin katıksız bir işbirlikçisidir) bu olasılık hiç de yabana atılacak cinsten değil. Ayrıca bu olasılığı kimi burjuva yayın organları ekonomik kriz içindeki Ermenistan için bir “kurtuluş yolu” olarak pazarlamaya başladı bile. Son dönemlerde gerek Türkiye’deki gerici faşist rejimin temsilcileri gerekse Aliyev’in Paşinyan’a “güllerle bezenmiş” mesajlar göndermeleri de bu kirli kazanda bir şeylerin pişirildiğine işaret ediyordu.

İran’daki molla Rejimi bütün çürümüşlügüne rağmen ülke olarak İran hafife alınabilecek bir güç değildir. Bölgesel bir güç olarak Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’de ve Güney Kafkasya’da oyun kurucudur ve güçlü bir devlet deneyimi vardır. Çin ve Rusya ile karşılıklı derin çıkar ilişkileri mevcuttur ve kolayından geri adım attırılabilecek bir ülke değildir. Ayrıca bir diğer önemli faktör, bu alanda köklü ilişkileri olan ve bölgeyi arka bahçesi olarak gören Rusya’dır.

Bölgenin bu özellikleri, ufacık bir kıvılcımın devasa bir yangına dönüşebilme riskini arttırıyor. Bölge halkları için ise ne “Hayber’in Fatihleri” ne emperyalizmin işbirlikçisi ülkelerin askeri güçleri bir umut olabilir. Onların alayı gerici sermaye düzeninin emrindeki kapı kullarıdır ve onun selameti için varlar. Oysaki halkları aynı bayrak altında bir ve eşit kılan ve onları bir barış havzasında buluşturabilen biricik seçenek sosyalizmdir. Bu gerçekleşmediği sürece gerici emperyalist/kapitalist düzenin halklara acılar çektirmesini önlemek yazık ki, mümkün olmayacaktır.