Ekonomik-mali kriz ve pandemi toplumun temel gündemleri olmaya devam ediyor. Dahası, gerici-faşist iktidarın son dönemde attığı adımlar her iki kriz dinamiğini daha da ağırlaştırmış bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde beklenmedik bir biçimde Merkez Bankası başkanının değiştirilmesi TL’nin bir kez daha değer kaybetmesine yol açtı. Aynı günlerde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının alınması ve HDP’ye kapatma davasının açılmasıyla ortaya çıkan siyasal tablonun ekonomi alanına yansımaları da olumsuz yönde oldu.
Karlarını güvenceleyebilmek için “güven” ve “istikrar” arayan yerli ve yabancı sermaye çevreleri, iktidarın bu tür hamlelerinin ortaya çıkaracağı yeni sorunlar konusundaki kaygı ve uyarılarını çeşitli vesilelerle dile getiriyorlar. Elbette bu kaygılar dinci-faşist rejimin toplumu adeta nefessiz bırakan baskı politikalarından değil, ekonomik-mali alanda yaşanabilecek kırılmaların yaratacağı sonuçlardan kaynaklanıyor.
Bunun son örneği TÜSİAD Genel Kurulu’nda yapılan açıklamalar oldu. Genel Kurul açılış konuşmasında, AKP-MHP iktidarının son aylarda devreye soktuğu ekonomik ve politik manevralardan duyulan rahatsızlık şu sözlerle dile getirildi:
“Hepimiz son aylarda art arda gelen beklenmedik gelişmeleri anlamaya çalışıyoruz. Ortalığın toz duman olduğu, yetki ve sorumlulukların sınırlarının bulanıklaştığı durumlarda karar nasıl alınır; nereye gittiğimiz konusunda kafamızda bir cevap yoksa plan nasıl yapılır? Kurumsal yapıların öngörüldüğü gibi çalışacağı varsayımı olmadan yarın ne olacağı nasıl bilinir; ilan edilmiş olan kurallar yarın değişebilirse, yarına ilişkin kararlar nasıl alınır?”
“Şeffaflık, hesap verilebilirlik, kurumsal özerklik, istişare, çoğulculuk, mutabakat arayışı gibi konuların önemini vurgulamaya devam edeceğiz. Kalkınmanın ön koşulu istikrardır, son 2,5 yılda TÜİK başkanı 4 kez, TCMB başkanı 3 kez değişmiştir.”
TÜSİAD kodamanlarını kaygılandıran bir diğer olgu ise, ekonomik-mali kriz ve kontrolden çıkmış bulunan pandeminin toplum yaşamında yarattığı derin tahribatın tetikleyeceği “beklenmedik” gelişmelerdir. Zira, krizin faturasını döne döne ödeyen işçi sınıfı ve emekçiler bugün açlık sınırında bir yaşam sürüyor. Pandemi sürecinde devreye sokulan uygulamalarla birlikte emekçilerin zaten ağır olan çalışma koşulları cehennemi aratmaz bir hal almış durumda. İşsizlik tablosu ise korkutucu boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Salgın cephesinde ise durum son derece vahim. Bilim insanları kritik eşiğin aşıldığını, gerekli önlemleri almayan iktidarın açıkça suç işlediğini dile getiriyorlar. Zira çarpıtılmış rakamlarla bile günlük vaka sayısı 45 bine yaklaştı. “Yeni normalleşme” kararının alınmasından bugüne günlük ölüm oranı ise üçe katlanmış durumda. Yine bilim insanları tarafından, bu konuda da rakamların çarpıtıldığı, günde ortalama 500 civarında insanın yaşamını yitirdiği söyleniyor. Ortada bir aşı politikası olmadığı gibi sürecin nasıl ilerlediği ise bilinmiyor, ne gibi sorunlarla karşılaşılacağı belirsizliğini koruyor.
Ekonomik-mali kriz ve pandeminin ortaya çıkardığı tüm bu sorun alanları kaçınılmaz olarak toplumun farklı kesimlerinde öfke ve hoşnutsuzluğu büyütmekte, toplumsal patlama dinamiklerini biriktirmektedir. İşbirlikçi-tekelci burjuvaziyi daha üst perdeden konuşmaya iten aynı zamanda, gerici-faşist iktidarın kendi bekası uğruna hayata geçirdiği pervasız ve öngörülemez politikalarının bu süreci hızlandırması ihtimalidir.
1 Mayıs yaklaşırken, haklar ve gelecek mücadelesini büyütelim!
Gerek burjuvazinin “istikrar” beklentileri gerekse AKP-MHP iktidar bloğunun önüne aldığı ekonomik ve politik “reformlar”, kriz-pandemi ikilisinin ağır yükünü taşıyan işçi ve emekçilere dönük yeni saldırıların kapıda olduğunu göstermektedir. Zira sermayedarların “istikrar” beklentileri ile gerici iktidar bloğunun “reform” paketlerinin gerçek yaşamdaki karşılığı, krizin faturasının daha azgın saldırılarla emekçilerin sırtına yüklenmesidir.
Gerici-faşist iktidarın rant, yağma, talan ve hırsızlığa dayalı politikaları ile tümüyle kuralsız ve keyfi yönetimi, Türkiye kapitalizminin yapısal krizini alabildiğine ağırlaştırmış, “insan kırımı”na varan pandemi buna yeni bir boyut kazandırmıştır. Başta devasa borç batağı olmak üzere pek çok veri üzerinden kendini ortaya koyan ekonomik-mali iflas tablosu yeni düzeyde bir saldırganlıkla aşılmaya çalışılmaktadır.
“Reform” adı altında topluma sunulan “ekonomi” ve “hukuk” paketlerinden yansıyanlar bunun ilk sinyallerini vermektedir. Henüz içeriği tam bilinmeyen “paketler”den sızdırılanlar, iş kanunu ve çalışma sözleşmelerinde yapılacak yeni düzenlemelerle, başta kıdem tazminatı hakkı olmak üzere işçi ve emekçilerin elinde kalan kırıntı hakları da sermayenin sofrasına sunmaya hazırlandıklarını göstermektedir.
Bütünlüğü içerisinde bu tablo karşısında işçi ve emekçilerin önünde tek bir seçenek bulunuyor: Haklar, özgürlükler ve gelecek mücadelesini büyütmek! Bunu başarmanın yolu ise öncelikle fabrika ve işyerlerinde yan yana gelmekten, temel ve yakıcı talepleri belirlemekten, sermaye ve sendikal bürokrasiden bağımsız işyeri komiteleri kurmak ve harekete geçmekten geçiyor.
İşçi ve emekçiler için bu aynı zamanda, sayılı günler kalan 1 Mayıs’a dönük güçlü bir hazırlık anlamına gelmektedir. Unutulmamalıdır ki, haklar ve gelecek mücadelesini fabrika ve havzalarda verilecek gündelik mücadeleler üzerinden büyütmek ve bunu kitlesel 1 Mayıslar’la birleştirmek, yeni saldırı hazırlıkları yapan sermayeye ve dinci-faşist rejime verilecek en anlamlı yanıt olacaktır.
1 Mayıs’a hazırlık bağlamında bir diğer önemli nokta, ön sürecin işçi sınıfı, emekçiler, kadınlar, gençler, ilerici-sol güçler vb. farklı toplumsal mücadele güçlerinin yan yana gelerek eylemli bir şekilde örgütlemesidir. Geçtiğimiz yılın deneyimleri göstermiştir ki, Nisan ayı ortasından itibaren sanayi havzalarını, emekçi semtlerini, yeri geldiğinde tekil fabrikaları ve süren direniş alanlarını 1 Mayıs’a hazırlık eylemlerine konu etmek, pandemi koşullarına rağmen 1 Mayıs’ı görünür kılmak açısından önemli bir rol oynamıştır. 2021 1 Mayıs’ını güçlü geçirmek ve toplumun gündemine taşımak açısından bu yıl da bu yapılabilmelidir.
Son olarak, pandemi bahanesiyle 1 Mayıs’ın yasaklanması sorunu önümüzde durmaktadır. Cumartesi günleri için sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olması 1 Mayıs’a dönük bir yön de taşımakta, zira 1 Mayıs cumartesi gününe denk gelmektedir. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, ilerici ve devrimci güçler sermaye devletinin 1 Mayıs’a dönük bu sinsi hesabını boşa düşürme bakışı ile hareket etmelidir.
Salgının çığırından çıkarak tırmandığı günlerde “lebalep” kongreler toplayan ve tam bir utanmazlıkla bununla övünen gerici-faşist iktidarın 1 Mayıs’a dönük baskı ve yasaklamaları, geniş kitlelerin fiili-meşru bir tutumla alanlara inmesiyle boşa çıkarılabilir. Dolayısıyla, böyle bir saldırı karşısında işçileri ve emekçileri fiili-meşru mücadeleye çağırmak, iktidarın sokak eylemleri ve kitle etkinlikleri karşısındaki ikiyüzlü tutumunu döne döne teşhir etmek, günün bir diğer önemli sorumluluğudur.