Bu yıl 1 Mayıs’ı salgın koşullarında karşıladık. Koronavirüs süreci işçi ve emekçilerin yaşamında derin izler bıraktığı için 1 Mayıs daha da bir önem kazanıyordu. Sermaye iktidarı milyonlarca işçiye ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası izledi. Tek adamın dikta rejimi her fırsatta kapitalistleri kolladı ve bütün yasal düzenlemeler onlar lehine yapıldı.
Bu koşullarda 1 Mayıs’ın temel talepleri çok açıktı: Toplum yaşamını ilgilendiren zorunlu işkolları dışında bütün işçilere ücretli izin, herkese ücretsiz ulaşılabilir sağlık ve test imkânı, çalışma zorunluluğu olan iş kollarında ise can güvenliği önlemlerinin alınması ve denetlenmesi, bu kriz ortamında faturanın işçilere ödetilmemesi... Bu talepleri kazanmanın yolu işçi sınıfının birliğini, üretimden gelen gücüyle birleştirerek mücadele etmesinden geçiyordu.
İşte böylesi olağanüstü şartlarda 1 Mayıs’ı karşıladık. Ancak sınıfımız, yazık ki sendikal bürokrasiden bağımsız, yaygın bir örgütlü yapı inşa edebilmiş değil. Bundan dolayı bürokratik kast halen mücadelemizin önündeki en büyük engellerden biri konumundadır.
1 Mayıs’ın hem kapitalistlere hem onların vurucu gücü olan AKP-MHP rejimine karşı bir hesaplaşmaya çevrilmesi gerekiyordu. Ancak işçi ve emekçilerin örgütlü kurumları olan Türk İş, DİSK, KESK, Hak İş ve Meslek Odaları’nın başına oturmuş bürokrat takımı, bu tarihsel mücadele gününü adeta tiyatroya çevirdiler. Türk İş-Hak İş ikilisi saray rejiminin desteği ile Taksim’e çelenk bıraktı. DİSK’in Taksim’e çıkma çabası polisin saldırısı ile karşılandı. Kolluk kuvvetlerinin DİSK’e arsızca saldırması, dinci-faşist rejimin emekçi düşmanlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak bu saldırganlık, DİSK bürokratlarının vebalini ortadan kaldırmıyor.
Günlerdir taleplerimiz için “üretimden gelen gücümüzü kullanalım” çağrıları yaptık. Ancak sendikal bürokrasi sadece açıklamalar yaparak, iki ay boyunca işçi sınıfını bu koşullarda fabrikalarda, çalışma alanlarında virüsle baş başa bıraktı. Bu ağa takımı sadece ölen ve virüse yakalanan işçilerin raporunu tutma görevini üstlendi. Böyle bir anlayıştan 1 Mayıs’ı gerçek bir mücadele günü olarak ele almasını bekleyemezdik, nitekim yanılmadık. Çünkü özellikle DİSK bürokratlarının eylem planı, 1 Mayıs günü tüm işçilerin saat 21.00’de yapacağı “balkonlarda marş söyleme” sınırlarında tutuldu.
Bu şartlarda mücadele ettiyse yine tabandaki işçiler güç ve olanakları doğrultusunda mücadele etti. 1 Mayıs’ın ön gününde metal fabrikalarında birer saatlik iş durduruldu. Özellikle Birleşik Metal İş üyesi işçiler ve Gebze Şube’de örgütlü olan işçiler bu tür eylemlerde başı çekti. Bursa gibi bazı bölge fabrikalarından ise tek ses yansımadı. Yine belediyelerde çalışan Genel İş üyesi işçiler hem 1 Mayıs’ın öngününde hem de 1 Mayıs günü bir dizi kentte eylem gerçekleştirdiler. Sağlık emekçileri hastane önlerinde 1 Mayıs eylemleri gerçekleştirdiler vs…
Bursa’da ise bürokrat takımının sefaletinin ibretlik örnekleri yaşandı. “5 kişi dışında” katılımcı olacağı bahane edilerek son dakikada eylemi iptal edip, saati ve yeri değiştirerek işi eylem kırıcılığı noktasına vardırdılar. Bugüne kadar devletin icazetinin dışına çıkamayanlar, uzlaşmacı çizginin en pespaye tutumlarını sergileyenler, ilerici-devrimci kurumların 1 Mayıs eylemine katılım çağırısının ardından, hızla yangından mal kaçırırcasına eylemi iptal ettiler. Kimseye haber vermeden TMMOB’un önünde “dostlar alışverişte görsün” eylemi yaptılar. Bu bürokrat takımının sermayeye hizmet eden pek çok icraatına tanık olmuştuk. 1 Mayıs’ta eylem kaçırmalarına da şahit olduk.
*
İşçi sınıfı örgütlü hareket edebilseydi, olağanüstü durumlara uygun mücadele yol ve yöntemlerini bulmak ve uygulamak zor olmazdı. Bugün bir kez daha gördük ki zor olan sendikalarda söz-yetki-karar hakkını kazanıp “sınıfa karşı sınıf” eksenli mücadeleyi geliştirmektir. Sendikalarda inisiyatifi ağa takımına kaptırmış olmamız bu noktada işi zorlaştırıyor. Halihazırda sendikal bürokrasiden bağımsız taban örgütlerini inşa edememiş olmak, adım atmamızın önündeki ciddi engellerden biridir.
İşçi sınıfı eğer gerçek anlamda fabrikalarda örgütlü olunabilseydi; 1 Mayıs’ta “çalışmanın serbest, sokağa çıkmanın yasak” olduğu koşullarda neler yapılabilirdi?
* Örgütlü fabrikalar erken zamanda iş yeri temsilciliklerini, 1 Mayıs hazırlık komitesine çevrilebilirdi.
* Söz, yetki, karar hakkının tabanda olacağı fiili, meşru mücadeleyi öne alan bir pratik hayata geçirilebilirdi.
* Örgütsüz ve patron karşısında güçsüz olan, çalışmak zorunda bırakılan işçi bölüklerine güven verecek bir çalışma örgütlenebilirdi.
* 1 Mayıs’ı bir güne değil 1 haftaya sığdıracak eylem planları tüm üye işçileri kapsayacak şekilde yapılabilirdi.
* Bir hafta boyunca belirli saatlerde bütün sanayi merkezlerinde, kent meydanlarında özellikle üye işçilerin de “fiziksel mesafeye” uygun olarak katılacağı her yerin 1 Mayıs alanına çevrileceği eylemler planlanabilirdi.
* 1 Mayıs günü sadece saat 21.00'de değil, günün belirli saatlerinde 1 Mayıs eylemleri gerçekleştirilebilir ve aynı mahallede örgütlü olan işçilerin belirli saatlerde sokak başlarında marşlarla, sloganlarla güne uygun bir mücadele ortaya koymaları sağlanabilirdi.
Bu ya da benzer eylemlerin yapılması imkânsız değil. Yeter ki bu bakış ile güne yüklenebilelim. 15-16 Haziran, Kavel direnişi, Greif İşgali, Metal fırtınası gibi sınıfın yüz akı eylemler bizim mücadele tarihimizdir. Bizim tarihimiz göstermektedir ki mücadelede zorluklar vardır fakat imkânsız diye bir şey yoktur. Gerçekçi olursak kazanırız.
B. Ufuk