Dünya ölçüsünde olduğu gibi Avrupa metropollerinde de sınıf mücadeleleri günden güne güç kazanıyor. Geride kalan yılların yanı sıra 2023 yılının ilk aylarından itibaren yaşanan somut veriler de bunu gösteriyor. Ekonomik kriz ve kesintisiz olarak süren neo-liberal saldırıların ağırlaştırdığı çok yönlü sorunlar, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yaşam koşullarını günden güne ağırlaştırıyor. Onları çok yönlü sosyal ve siyasal mücadelelere yöneltiyor. Bu mücadeleler, Avrupa ülkelerinin tümünde grevler, genel grevler, çeşitli protesto-direnişler biçiminde ve milyonları kapsayacak büyüklükte yaşanmakta ve kimi ülkelerde aylarca sürebilmektedir. Avrupa metropollerindeki sınıflar mücadelesinin yaşanmakta olan bu gelişmenin önemini anlayabilmek için, burjuva gericiliğinin “batı demokrasisi”, “sosyal devlet” ve ‘‘refah toplumları” kavramlarıyla ve verdikleri sus payıyla Avrupa işçi sınıfını on yıllar boyunca nasıl ‘‘çürüttüğünü” göz önünde bulundurmak gerekir.
‘80’li yıllarda kapitalist dünyada genelleşen neo-liberal saldırı dalgası, ‘90’lı yıllarda ivme kazandı. Emperyalist metropollerde de giderek şiddetlenen bu saldırılar, 2000’li yıllardan itibaren daha da tırmandırıldı. Bu saldırılar, işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve sosyal yaşamında ağır sonuçlara yol açtı. Uzun yıllar boyunca büyük bedellerle elde edilen kazanımlar bir dizi alanda tırpanlandı/tırpanlanıyor. Servet-sefalet uçurumu ürkütücü boyutlarda derinleşiyor. “Sosyal devlet”in sosyal yanı neredeyse tasfiye edilmiş bulunuyor. Gelinen aşamada Avrupa ülkelerinde de sosyal haklar kuşa çevrilmiş durumda. Yanı sıra işçi sınıfının kemerleri sürekli sıkılıyor ve ödediği bedeller daha da ağırlaşıyor. Dolayısıyla emek-sermaye çelişkisi artık bir yalandan ibaret olan ve halen de bir “refah kıtası” olarak sunulan Avrupa’da da giderek şiddetleniyor.
Sermayenin emeğe yönelik genel saldırıların yanı sıra, son yıllarda pandeminin yarattığı yüklerin emekçilere fatura edilmesi, sınıfın yaşam koşullarını daha da ağırlaştırdı. Buna Ukrayna Savaşı’nın yol açtığı iktisadi ve sosyal yıkımlar, silahlanmaya ayrılan devasa mali kaynakların yarattığı yükler eklenmiş bulunuyor. Ücretler eriyor, emeklilik yaşı yükseltiliyor, gaz, elektrik, yakıt, gıda ve kira fiyatları patlıyor, yoksulluk büyüyor. Tüm bunlar, sınıf ve emekçi kitleleri harekete geçiriyor. Burjuvazi ile proletarya arasında yaşanması kaçınılmaz olan büyük sınıf çatışmalarını derinden derine mayalıyor. Yıllardır Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde işçi sınıfının sergilediği grev, genel grev, çeşitli biçimlerde direniş ve mücadeleler de bunun gösteriyor. Son aylarda/haftalarda Avrupa’nın bir dizi ülkesinde yaşanan, yüz binleri-milyonları kapsayan grev ve gösterilerse gelecekteki fırtınaları haber veriyor.
Avrupa’da büyüyen grev ve işçi eylemleri
Avrupa’da işçi eylemleri büyüyerek yaygınlaşıyor. Aylardır İngiltere, Fransa, Yunanistan ve Almanya, işçi ve emekçilerin büyük çaplı grev ve eylemlerine sahne oluyor. Bunlar içinde daha çok öne çıkan ise elbette ki Fransa’daki genel grev ve eylemlerdir. Fransa işçi sınıfı, birkaç on yıldan beridir Avrupa ülkeleri içinde neo-liberal saldırılara karşı direniş ve mücadelenin adeta öncüsü konumundadır. Sarı Yeleklilerin ardında şimdi de emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı grev ve blokaj eylemindedirler. Grev ve direnişler yaygınlığıyla, milyonları kapsamasıyla ve radikalleşmesiyle dikkat çekiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, emeklilik yaşını 64’e çıkaran reform tasarısını meclis oylamasına sunmadan yürürlüğe koyma kararı aldı. Böylece biçimsel burjuva demokrasisinin çürümüşlüğü ve bu demokrasinin özünde sermayenin sınıf diktatörlüğü olduğu da görülmüş oldu. Macron, kapitalist devletin “demokratik” maskesini bir kez daha üzerinden atıyor.
Dolayısıyla Fransa işçi ve emekçileri yasaların parlamentoda değil, sokakta yapılabileceğini giderek deneyimleriyle anlıyorlar.
Benzer yaygınlık ve güçlü katılımıyla İngiltere de grev ve direnişlere sahne olmaktadır. Ülkede artan hayat pahalılığı ve enflasyon karşısında maaşların/ücretlerin eridiğini savunan ve bu nedenle yıllık bazda yüzde 11’i geçen enflasyon altında teklif edilen maaş zamlarını kabul etmeyen çok sayıda sendika, art arda grev kararı aldı. İş bırakma eylemlerine eğitim, sağlık, toplu taşıma, liman, Telekom, posta, demiryolları ve kamu hizmetleri başta olmak üzere çok çeşitli meslek grupları katıldı. Ülke, çok sayıda grevle on yılların en büyük mücadelesine sahne oluyor. Şubat ve mart ayında yaygın ve yüz binlerin katıldığı işçi grevleri, emekçi eylemleri yaşandı. Gerçekleşecek büyük grev dalgasını dikkate alan hükümet, orduyu kullanmak istiyor. Yeni Başbakan Rishi Sunak ise grev hakkını kısıtlamayı planlıyor. İngiliz Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşmada, başbakan olduğundan beri “insanları bu rahatsızlıklardan korumak için yeni sert yasalar” üzerinde çalıştığını söyledi.
Almanya’da ise 2,5 milyon kamu işçisinin toplu iş sözleşmesi görüşmeleri pazarlığının ardında yaygın uyarı grevleri yaşandı. Almanya’nın en büyük ve en önemli eyaletlerinde eş zamanlı gündeme getirilen demiryolları, hava ve deniz ulaşımı büyük yankı yarattı. 27 Mart’taki genel grev ise tüm Almanya’da demir, hava ve deniz ulaşımını büyük oranda felç etti.
Yunanistan’daki eylemlerin patlak vermesinin nedeni ise mart başında yaşanan ve 57 kişinin ölümüne yol açan tren kazasıdır. Ulaştırma Bakanı’nın istifasına rağmen eylemler devam etti ve politik bir içerik kazandı. Kaza vesilesiyle altyapının çürümesi sorgulandığı gibi hükümete olan güven de büyük oranda geriliyor.
Portekiz’de büyük bir grev dalgası yaşıyor. 1 Nisan günü yaklaşık 150 bin öğretmen, okullardaki düşük ücretleri ve sıkı kemer sıkma politikalarını protesto etmek için Lizbon şehir merkezinde yürüdü. Bu, diktatörlüğün sona ermesinden bu yana öğretmenlerin düzenlediği en büyük mitingdi. Hollanda’da toplu taşıma işçileri 7 Nisan’a kadar grevde. İspanya’da Air Nostrum pilotları ise her pazartesi ve cuma günleri greve gidecekler.
Kapitalist bunalımın ağır faturaları; enflasyon, işsizlik, ücretlerde düşme, yaşam koşullarında kötüleşme, sosyal hakların adım adım gasp edilmesi yoluyla yıllardır Avrupa’da da işçi sınıfı ve emekçilere ödetiliyor. Dolayısıyla emperyalist metropollerde de emek-sermaye çelişkisi keskinleşiyor ve sınıf çatışmasında yeni bir döneme girilmiş bulunuyor. Fransız, İngiliz, Alman ve Yunan işçilerinin son aylarda ortaya koyduğu grev, genel grev ve direnişlerin, önümüzdeki yıllarda daha güçlü sınıf ve kitle hareketleri için bir esin kaynağı oluyor. Zira on yıllar boyunca iktisadi, sosyal ve siyasal bakımlarda bir durgunluk ve uyuşukluk içinde bulunan kapitalist metropollerin işçi sınıfı bir silkiniş içindedir. Öncekiler bir yana bu yılın başından itibaren daha güçlü bir eylem dalgası Avrupa’yı sarmış bulunmaktadır. Kıtaya yayılan mevcut emek mücadeleleri, sınıfın ve toplumun ezilen-sömürülen diğer kesimlerinin sermayenin saldırılarına boyun eğmeyeceğini gösteriyor. Toplumun ezilen ve sömürülen diğer kesimlerine de çıkış imkanları sunuyor.
Burjuva demokrasisinin sahteliği ve siyasal gericilik
Neo-liberal saldırının siyasal alandaki yansıması olan siyasal gericilik, emperyalist metropollerde de kendisini gösteriyor. Bu saldırı kendini temel demokratik hak ve özgürlüklerin gitgide kemirilmesi ile adım adım sınırlandırılması ve polis devleti uygulamalarının kademe kademe yaygınlaştırılıp meşrulaştırılması biçiminde gösteriyor. Elbette bu yönelim emperyalist burjuvazi için bir zorunluluktur. Gerisinde, sonu gelmeyen iktisadi ve sosyal saldırıların işçi sınıfında ve emekçilerde yarattığı sosyal huzursuzluğu dizginleme ve denetim altına alma kaygısı vardır. Dolayısıyla işçi ve emekçi hareketinin sahneye dönüşü, kapitalist hükümetleri endişelendirmekle kalmıyor, onları karşı hazırlık yapmaya da itiyor.
Bunun için de siyasal gericiliği kurumlaştırılıyor ve o çok kutsanan burjuva demokrasisi daha şimdiden bir tarafa itiliyor. Fransa’da olduğu gibi burjuva parlamentosu devre dışı bırakılıyor. İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da grev hakkı kısıtlanıyor ya da dosdoğru yasaklama yoluna gidiliyor. İngiltere grevcilere karşı orduyu devreye sokmak istiyor, çok sert önlemler alacağını bildiriyor. Büyük övgülere konu edilen “batı demokrasisi”, yerini adım adım siyasal gericiliğe ve polis devletine, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına, militarizme ve savaşa bırakıyor. Tüm bu gelişmeler, kapitalist dünya sisteminin metropol ülkelerinde de demokrasi uğruna mücadeleyi, kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklerin savunulmasını ve geliştirilmesini, özel önem taşıyan güncel bir politik sorun haline getiriyor. Sınıf mücadelesi de siyasal gericilik de Avrupa’ya daha sert şekilde geri dönüyor.