Fransa’da 1 Mayıs, patlamaya hazır bir ortamda, tarihi bir gün olacağa benziyor. Tüm sendikalar birleşmiş durumda, neredeyse tüm anketler halkın büyük çoğunluğunun mücadeleyi ve giderek çeşitlenen sosyal eylemleri desteklediğini kanıtlıyor.
İngiltere Merkez Bankası Başekonomisti Huw Pill “Hepimiz daha kötü durumdayız” diyor ve insanların daha yoksul olduklarını “Kabul etmeleri gerektiğini” söylüyor. Şirketlerin fiyatları artırarak, işçilerin de daha yüksek ücret talep ederek artan maliyetleri birbirleri üzerine yıkmaya çalışmaktan vazgeçmelerini salık veriyor. Guardian gazetesi başyazısında, patronların kazancının arttığı bir dönemde, bunun çirkin bir politika olduğu vurgulanıyor.
Almanya’da Avrupa Birliği yetkilileri ile ilaç tekelleri arasındaki para ilişkisi baş ağrıtacak görünüyor. Alman ve ABD gazeteleri AB’nin üye ülkelerde yaşayan herkes başına dokuz doz ilaç sipariş edildiğini belirterek AB Komisyon Başkanı von der Leyen ile Pfizer tekeli şefi arasında özel yazışmalarla işin kotarıldığını iddia ediyor.
1 mayıs tarihi bir gün olacak*
Naïm SAKHİ
Humanité
Bu 1 Mayıs 2023, Fransa’da şimdiden tarihi olmaya hazırlanıyor. Her şeyden önce, ülkenin sekiz sendikal örgütünün yürüyüşlere katılmak üzere yaptığı ortak çağrı ile birleştirici bir boyuta sahip olması nedeniyle... Bu birliktelik nadir görülen bir durumdur: Örneğin sendikalar arası geniş kapsamda birlik çağrısı, Force Ouvrière ya da CFTC olmaksızın 2012 yılında yapılmıştı.
Bu yeni gösteri, Emmanuel Macron’un emeklilik reformunu parlamentodan zorla geçirmesi ve 26 Nisan Çarşamba günü yeni hükümetin yol haritasını sunmasının ardından, patlayıcı bir sosyal bağlamda gerçekleşiyor. Herhangi bir rakam telaffuz etmemekle birlikte, sendika merkezleri büyük bir seferberlik günü yaşanmasını umuyor: Normal seyrinde 200 civarında olan miting sayısına kıyasla 300’e yakın miting planlanmış durumda.
Ayrıca, Elabe Enstitüsüne göre Fransız halkının yüzde 64’ü sosyal protestoların devam etmesi gerektiğini düşünüyor. CGT Konfederal Sekreteri Thomas Vacheron, “İlk zafer, 1 Mayıs’ı bir kez daha sosyal seferberlik ve uluslararası dayanışma için bir tarih olarak belirlemiş olmaktır” dedi. Bu nedenle, birkaç düzine uluslararası delegasyon Paris’teki kortejde yürüyecek. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri Esther Lynch ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu adına Eric Manzi hazır bulunacak.
Parlamento cephesinde muhalefet, diziyi sona erdirmek isteyen yürütme üzerindeki baskıyı sürdürmek istiyor. Emeklilik yaşının 62’nin üzerine çıkarılmamasını amaçlayan ortak inisiyatif referandumu için ikinci bir talep de sol kanat parlamenterler tarafından sunuldu.
Dolayısıyla 1 Mayıs’ın başarısı, bu krize demokratik bir çözüm bulunması yönündeki halk baskısını arttırabilir. Buna ek olarak, muhalefetin reformu yürürlükten kaldırmaya yönelik yasa tasarıları sunma olasılığı hâlâ mevcuttur. Senatoda Komünist Parti grubu bu yönde bir metin sundu. Milletvekilleri ayrıca 8 Haziran’da merkezci “Liot” grubunun önerisi konusunda da bir pozisyon almak zorunda kalacaklar.
Üstelik hareket, eylem tarzlarını da yeniliyor. Lyon’a yaptığı fırtınalı bir gezinin ardından Paris’te trenden inmesi engellenen Milli Eğitim Bakanı Pap Ndiaye; Poitiers Hastanesini ziyareti sırasında yuhalanan ve ambulans sirenleri eşliğinde karşılanan Sağlık Bakanı François Braun; cumhurbaşkanlığı turları sırasında elektrik kesintisi durumunda artık yanında yedek jeneratör sağlayan Emmanuel Macron’un ekipleri... 1 Mayıs yaklaşırken toplumsal protestoların niteliği de değişti. Göstericilerin 17 Nisan’daki konuşması sırasında protesto etmek için kullandıkları tencere, bu eylemlerin sembolü haline geldi.
21 Nisan Cuma günü Paris’te, CGT Info.com federasyonundan militanlar “Macron istifa” pankartı taşıyan bir kamyonla Elize Sarayı’nın etrafında dolaştı. Bunun ardından, kültür ve kamu hizmeti sektörlerinden sendikacılar Orsay Müzesi’ni işgal etti. CGT Madencilik ve Enerji Federasyonu “100 günlük öfke” için bir “Grevilla” (grev ve gerilla kelimelerine atıfta bulunarak) başlattı...
*Yazının orijinal başlığı: Şimdiden tarihi bir 1 Mayıs
Çeviren: Diyar Çomak
Britanyalılar yoksullaşıyor, kabul etmeyin!
The Guardian
Başyazı
Zor durumdaki haneler, batmakta olan işletmeler… İngiltere Merkez Bankası kendi iyiliğiniz için bazı acı haberleri yutmanızı istiyor. Daha fakir olduğunuzu “Kabul etmelisiniz”! Ücret artışı istemeyi bırakın! Fiyatları gizlice yükseltmeyin! “Evet, hepimizin daha kötü durumda olduğunu kabul etme konusundaki isteksizliğinizden” vazgeçin!
Bankanın Başekonomisti Huw Pill’e göre bu tür düşünceler sadece daha yüksek enflasyona yol açar ve bu da kimsenin işine yaramaz. Bu hafta verdiği bir röportajda Pill, aileleri ve iş dünyasını “Yükü başkasına yıkma” ile suçladı; aslında yapılması gereken şey “Hepimizin payımıza düşeni almamız gerektiğini” kabul etmekken, daha yüksek maliyetleri kendi aralarında birbirine doğru itiyorlar!
Pill’in kendisi de bir kabulleniş sergiliyorsa, bunu finans merkezindeki ilk birkaç ayında aldığı 88 bin sterline borçlu olabilir. Bu da yıllık 180 bin sterlinlik bir maaşa denk geliyor. Sakinliği savunanlardan biri de, geçen yıl kendisi yarım milyon sterlin maaş alırken çalışanlara büyük ücret artışı taleplerinde bulunmamalarını söyleyen Merkez Bankası Başkanı Andrew Bailey. Sıradan Britanyalılar burada bir Versailles (Versay Sarayı) dokunuşu, ekmek bulunamayacağı için pasta yemelerinin tavsiye edilmesi gibi bir durum sezebilirler. Marie Antoinette’in de onaylayabileceği gibi, bu tür açıklamalar kişinin otoritesini arttırmaz.
Merkez Bankasının özerklik kazanmasının üzerinden çeyrek asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen faiz oranları ve enflasyon, vergi oranları ve sosyal güvenlik kadar politik olmaya devam ediyor. Dükkanlar, tezgahlar ve fabrikalardaki fiyatlar, ister Ortadoğu’daki petrol üreticileri, ister büyük süpermarket zincirleri ya da revaç gören işçiler olsun, kimin ne kadar güce sahip olduğunu yansıtıyor. Banka bir yılı aşkın bir süredir sanki işçiler enflasyonist bir tehditmiş gibi davranıyor. Faiz oranlarını defalarca artırdı ve önümüzdeki hafta bir artış daha bekleniyor. Ancak ücret-fiyat sarmalı yaşanmazken, veriler şirketlerin marjlarını arttırmak için fiyatları yükselttiğini gösteriyor; öyle ki finans analistleri artık kurumsal “kâr hırsı enflasyonundan” endişe ediyor. Bu bariz vurgunculuk, Başbakan Rishi Sunak’ı harekete geçirmedi. Belki de bu, işletmelere (pandemi döneminde) yetersiz kişisel koruyucu malzeme ve asla geri ödenmeyecek krediler için milyarlar veren bir yönetim için sürpriz olmamalı.
Londra Borsasında en fazla işlem gören şirket yöneticilerinin maaşlarının geçen yıl olduğu gibi ortalama yüzde 23 oranında arttığı bir dönemde “Hepimiz aynı gemideyiz” iddiası geçerli olmayacaktır. Oldukça eşitsiz bir ülkede, Pill’in “yoksullaşma” olarak adlandırdığı politika gerçekten de çirkin. Sıfır büyüyen bir ekonomi, sıfır toplamlı politikalar üretir ve farklı kesimler küçülen pastadan pay almak için daha fazla mücadele eder. Bu bahar Britanya’nın her yerinde bunun işaretleri görülüyor; en bariz olanı da hemşirelerin, doktorların ve öğretmenlerin ücret artışı talep etmesiyle hayati hizmetlerin kesintiye uğraması. Bir başka belirti de Muhafazakarların 2010’dan bu yana giderek artan bir kinizmle yürüttükleri kültür savaşı.
Piyasa güçlerini kendi haline bırakmak ve kemer sıkma vaazları vermek bu vahim ekonomik senaryoya yanıt verme yolu değildir. İlerici bir yanıt, devletin mali gücünü kullanarak vatandaşlarına iyi konut, sağlık ve eğitim sağlamak, aynı zamanda sermaye kazancı vergisi ve gayrimenkul vergileri yoluyla daha fazla gelir elde etmek olacaktır. Şu anki tüm kasvetli konuşmalara rağmen, Britanya insanlık tarihindeki en zengin toplumlardan biri olmaya devam ediyor ve genellikle kısa çubuk çekenlere daha iyi bir yaşam sağlayacak fikir ve enerjiye sahip. İhtiyaç duyulan şey bunu yapacak siyasi iradedir.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Korona krizi: AB ile ilaç tekelleri arasındaki ‘ahlaksız’ ilişki
Peter NOWAK
Telepolis
Milyarlarca avroluk sipariş verildi. Pfizer ilaç tekeli ile sürdürülmekte olan müzakereler Bulgaristan, Polonya, Litvanya ve Macaristan’ı kızdırıyor. Ursula von der Leyen “kişisel diplomasi”si nedeniyle baskı altında. Hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Avrupa Birliği çok fazla korona aşısı sipariş etti. Şimdi ilaç şirketi Pfizer ile, sözleşmeye göre, sipariş edilen ancak talep yetersizliği nedeniyle üretilmeyen aşı dozları için de ödeme yapması gerekip gerekmediğini müzakere ediyor.
Die Welt gazetesinde kısa süre önce yayımlanan bir habere göre, AB sadece Pfizer’e değil, ilaç şirketlerine de “toplam 4.2 milyar doz aşı siparişi” verdi. Bu “devasa miktar”, “her AB vatandaşını koronavirüse karşı dokuz kez aşılamaya” yetecek. Gazeteye göre şu ana kadar sipariş edilen miktarın sadece dörtte biri kullanıldı.
Aradaki fark ve söz konusu paranın miktarı arka planla ilgili birkaç soruyu gündeme getiriyor.
Bunlardan birkaçı, Pfizer ile yapılan anlaşmaya duyulan kızgınlığı ele alan makalede kısmen yanıtlanıyor. Üst düzey bir Alman politikacıyı da ilgilendiren siyasi açıdan sinir bozucu bir soru ise cevapsız kalıyor.
Her şeyden önce, neden bu kadar çok sipariş verildi? Korona pandemisinin sona ermesinin ardından ve mRNA aşılarının yan etkileri daha açık bir şekilde ele alınırken, AB’nin bazı ilaç şirketleriyle iş yapmak konusunda neden bu kadar hevesli olduğu merak ediliyor. AB vatandaşı başına dokuz aşı dozu mu? Bugün bu çok gülünç görünüyor.
Ocak 2021’de Tagespiegel, AB’nin aşı tedariki konusundaki isteksizliği hakkında çok eleştirel bir haber yaptı. Haberin odağında “Avrupa aşı kampanyasının yüzü”, Kıbrıslı AB Sağlık Komiseri Stella Kyriakides vardı. “Komisyon yaz aylarında ilaç endüstrisi ile müzakerelere başladığında eline yeterince para geçmedi mi?” sorusu gündeme getirildi.
Makale, o dönemde oluşan baskının bir örneğini veriyor. Korona krizinin yaşandığı dönemdeki siyasi iklimin bir özelliği olan bu durum bugün pandemi sonrası sürecinde genellikle arka planda bırakılıyor.
Kendilerine aşı yapılmasına izin vermeyenlerin ve korona önlemlerine karşı çıkanların o dönemde hakim olan iklim hakkında söyleyecekleri çok şey var. Ancak siyasi olarak sorumlu olanlar üzerinde de krize mümkün olan en kısa sürede çözüm sunmaları için artan bir baskı vardı. Ve aşılama en iyi hızlı çözüm olarak görülüyordu.
Ancak baskı ve krizin yoğun temposu tek başına bu büyük siparişi açıklayamaz.
Ticari çıkarların burada çok önemli bir rol oynadığı ve politikacılar ile ilaç şirketleri arasındaki müzakerelerin “summum bonum”, yani kamu yararına olan ilgi ile özdeş olmayabileceği suçlaması bir sorun olarak ele alınmaktan kaçınıldı. Bu konudaki raporlarla yanlış siyasi tarafın beslenmesi korkusu çok büyüktü.
Brüksel’den bildirildiği üzere bu durum bugün de devam etmektedir. New York Times’ın araştırmasında, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Pfizer’in Başkanı Albert Bourla arasındaki kişisel diplomasinin Pfizer’den aşı siparişinde önemli ve her halükarda pek de şeffaf olmayan bir rol oynadığı iddia ediliyor. New York Times, yazışmaların açıklanması için Ursula von der Leyen hakkında dava bile açtı.
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel / 30.04.23