İngiltere’de enflasyon oranı yüzde 10’un üzerinde seyrediyor ve hayat pahalılığı birçok kesim tarafından derinden hissediliyor. IMF’nin başekonomisti bile gerçek ücretlerde daha önce görülmemiş düzeyde bir düşüşe dikkat çekerken, hükümet, enflasyonu körükleyeceği iddiasıyla kamu çalışanlarının ücret zammı taleplerine karşı çıkıyor. Halbuki şirket kârlarının enflasyona etkisini inceleyen Avrupa Merkez Bankası, 2022’de kârların enflasyona katkısının üçte iki olduğunu tespit etti! Guardian’dan seçtiğimiz makalede bu durum “açgözlülük enflasyonu” olarak nitelendiriliyor.
Fransa’da emeklilik reformuna karşı gösteriler artık tek eylem aracı değil. Aksatılan veya iptal edilen resmi seyahatler, yetkililerin bulunduğu yerlerde açılan pankartlar, tencere-tava konserleri... Yürütmenin bu sosyal saldırının ve beraberinde getirdiği tarihi hareketin sayfasını çevirmesini engellemeye yönelik protesto biçimleri çeşitleniyor ve artıyor.
Almanya, Hollanda’nın tüm savaş birliklerini Almanya ordusu komutası altına alarak AB ve NATO’daki askeri ağırlığını artırıyor. Berlin, Lahey ile asimetrik iş birliğini ulusal askeri yetenek açıklarını kapatmak, kendisini AB’de askeri lider olarak konumlandırmak ve aynı zamanda Alman egemenliğindeki AB silahlı gücünün ABD egemenliğindeki NATO karşısındaki etkisini arttırmak için kullanıyor.
Ücret-fiyat enflasyonu değil kâr hırsı enflasyonu
Larry ELLIOTT
The Guardian
Enflasyonu düşürmek daha da zorlaşıyor ve bu da haftalık market alışveriş maliyetinin 1977’den bu yana en hızlı şekilde artmasının nedenlerine dair bahaneleri hızla tükenen bir hükümet için büyük bir sorun. Küresel enerji fiyatları düştü ve uluslararası emtia piyasalarında gıda fiyatları da düşüyor; enflasyonun düşmemesinden dolayı Putin’i suçlamak artık zor. Pratisyen hekimleri greve gittikleri için suçlamak da.
Hükümetin hayat pahalılığının devam etmesinden işçilere yapılan ücret artışlarını sorumlu tutma çabalarına rağmen, hem IMF hem de Avrupa Merkez Bankası (ECB) incelemeleri, yüksek ücretlerin fiyatları artırdığını göstermiyor.
Tersine bu incelemeler, şirketlerin, krizi fiyatları yükseltmek ve kâr marjlarını arttırmak için kullandıklarını gösteriyor. Elbette IMF ve ECB bunu bu terimlerle ifade etmiyor, ancak her ikisi de şirketlerin fırsat bulduklarında müşterilerini kazıkladıkları fikrini destekliyor. Olup bitenler için kullanılan teknik olmayan terim ise (kâr hırsı anlamında) “açgözlülük enflasyonu”.
İngiltere’de enflasyonda ufak bir düşüş yaşandı, ama finansal piyasalar da İngiltere Merkez Bankası da yıllık oranın yüzde 10’un üzerinde kalmasını beklemiyordu. Hükümet zayıf büyüme, yüksek enflasyon ve ücret artışı talepli grevlerle karşı karşıya. Genel seçimler yaklaşırken, bu zehirli bir karışım olabilir.
Maliye Bakanı Jeremy Hunt, grevci doktorlara yüzde 35’lik ücret zammı talebini kabul etmenin yüksek enflasyon sorununu daha da kalıcı hale getireceğini söyledi. Bu bildik bir argüman ama ikna edici değil. Ortalama ücretlerde artış olsa da bu ücret artışları fiyat artışlarının oldukça gerisinde kalıyor. Çalışanlar yaşam standartlarını korumaya çalışıyor ancak bunu başaramıyorlar.
IMF’nin Başekonomisti Pierre-Olivier Gourinchas geçen hafta bu konuya dikkat çekti: “Kontrolsüz bir ücret-fiyat sarmalı (Ücret artışlarının enflasyonu körükleyeceği iddiası) riski konusunda endişelenmeli miyiz? Bu noktada ben ikna olmuş değilim. Nominal ücret enflasyonu fiyat enflasyonunun çok gerisinde kalmaya devam ediyor ve bu da reel ücretlerde daha önce görülmemiş bir düşüşe işaret ediyor.”
Gourinchas, şirketlerin hayat pahalılığı krizinden yararlandığını, fiyatların hızla arttığı koşullarda ücretlerin az bir artış kaydettiğini ama kâr marjlarının “fırladığını” söyledi. Sendikalar da bunu söylüyor. İngiltere’nin en büyük sendikalarından biri olan Unite, mart ayında yayımladığı bir raporda, ekonomi genelinde sistematik vurgunculuğun hayat pahalılığını körüklediğini vurguladı. Enerji şirketleri, süpermarketler, nakliye şirketleri, araba satıcıları ve gıda üreticileri kuraklıktan, savaştan ve pandemi sonrası güçlü talepten faydalanarak “fiyatları ve kârlarına tavan yaptırdı”.
Çalkantı dönemlerinde kâr hırsı yeni bir şey değil. Ama her şirket de krizden iyi çıkmıyor. İflaslar hızla artıyor, ancak bunlar daha yüksek fiyatları uygulayamayan küçük firmalar genelde.
Ancak bir ücret-fiyat sarmalı olmamasına rağmen, hükümet enflasyonun seviyesi ve sürekliliğini “açgözlülük enflasyonu” ile açıklamıyor. Oysa ECB, Ukrayna’nın işgalinden sonra Avro Bölgesi’nde enflasyonun 1990’ların sonundan bu yana en yüksek seviyeye çıkmasında kârların rolünü inceledi. ECB normalde zayıflayan bir ekonomi ve artan enerji fiyatlarının şirket kârlarını düşürmesinin beklendiğini ancak bunun tam tersinin görüldüğünü söylüyor. ECB, yaklaşık 25 yıl boyunca kârların enflasyona katkısını inceledi ve 1999 ile 2022 yılları arasında kârların ortalama olarak enflasyon oranının üçte birinden sorumlu olduğunu tespit etti. Sadece 2022 yılında kârlar artışın üçte ikisine katkıda bulundu.
Avro Bölgesi’nde enflasyon şu anda yüzde 6.9 ile İngiltere’dekinden daha düşük olsa da çekirdek enflasyon (Değişken gıda ve enerji fiyatlarından arındırılmış) benzer seviyede ve Almanya’da gıda fiyatları İngiltere’dekinden bile daha keskin artıyor.
ECB açgözlülük enflasyonunun yarattığı tehdit karşısında idmanlıyken, İngiltere’deki politika yapıcılar çok daha rahat görünüyor. Başta İngiltere Merkez Bankası olmak üzere, ücretlerin kısıtlanması yönünde çok sayıda çağrı yapılırken, fiyatların kısıtlanması yönünde çağrı pek olmadı. Piyasa gücünü kötüye kullanan şirketlerin rekabet soruşturmasına tabi tutulması gibi bir öneri yok; özelleştirilen tekellerin tüketicileri korumak için daha fazla şey yapmaları gerektiğine dair herhangi bir ipucu da yok. İngiltere Merkez Bankası henüz ECB belgesini yayımlamadı. 1970’lerde kullanılan türden fiyat kontrollerinden ne pahasına olursa olsun kaçınılması gerektiği düşünülüyor.
Bunun yerine enflasyon, kaba bir araç olan faiz oranları yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Resmi borçlanma maliyetleri, talebi ekonomiden çekecek ve istihdam kayıpları yoluyla ücretler üzerindeki yukarı yönlü baskıyı azaltacak bir seviyeye yükseltilecektir. Son enflasyon rakamlarının önümüzdeki ay İngiltere Merkez Bankasının faiz oranlarında yeni bir artışı tetiklemesi güçlü bir olasılık. Faiz oranları ne kadar yükselirse, ciddi bir ekonomik gerilemenin tetiklenme riski de o kadar artar.
Açgözlülük enflasyonu siyasi bir mesele haline gelmek üzere. Reel ücretlerinde büyük düşüşler gören işçiler daha fazla fedakarlık yapacak durumda değiller; bu nedenle şimdi şirketlerin biraz itidal gösterme zamanı. Bunu yapmazlarsa, kendilerine kısıtlama dayatılacaktır. Bu hükümet tarafından olmasa bile, gelecekteki bir hükümet tarafından.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Yetkililerin sağırlığı karşısında sesimizi mümkün olan her şekilde duyurmak
Pierre JEQUIER-ZALC
Politis
Görüntü tüm dünyaya yayıldı. Emmanuel Macron, Hollanda’da konuşma yapacağı tiyatro salonunda açılan bir pankarta dönüp bakıyor. Pankartın üzerinde İngilizce olarak yazılmış şu çarpıcı cümle dikkat çekiyor: “Şiddetin ve iki yüzlülüğün cumhurbaşkanı”. 11 Nisan Salı günü Cumhurbaşkanı, son üç aydır sürekli olarak emeklilik reformu tartışmalarına geri dönen ulusal gündemi değiştirmeye çalışmak üzere uluslararası bir tura çıktı.
Ancak Avrupa’nın geleceği üzerine bir konuşma yapacağı Hollanda’nın Lahey kentindeki bu güzel salonda bile Fransa’da yükselen öfkeye yenik düştü. Görüntünün göstermediği şey ise, sekansın geri kalanı. Göstericilerin tahliyesinden önceki uzun saniyeler boyunca Emmanuel Macron’un kontrolün kendisinde olduğunu düşündüğü bir sekansta sorgulanmaktan oldukça rahatsız olduğunu görüyoruz. Ertesi gün, Cumhurbaşkanı, Amsterdam Üniversitesine vardığında aynı performans tekrarlandı. Arabasından indiği sırada bir aktivist meşhur “Biz buradayız” sloganını atmaya başladı ve ardından Cumhurbaşkanlığı güvenliği tarafından yere yatırıldı.
Bu Hollanda örneği münferit değil. Eylemlerin ve polis şiddetinin görüntülerinin sadece Fransa’da değil, Fransa dışında da insanları ayağa kaldırdığının ve dikkat çekmeye başladığının kanıtıdır. Birkaç gündür, hükümet üyelerinin birçok gezisi göstericiler tarafından kesintiye uğratılıyor. Bir avuç insan tarafından gerçekleştirilen eylemler, tekrarlandıkça kitlesel bir etki yaratıyor.
14 Nisan’daki gibi... Başbakan Elisabeth Borne, Eure-et-Loir’da bir süpermarketi ziyaret etti. Ziyaretin amacı gıda maddelerindeki enflasyonun birçok haneyi boğması nedeniyle satın alma gücü hakkında konuşmaktı. Bu ziyaretin yeri, herhangi bir aksaklık yaşanmaması için mümkün olduğunca gizli tutuldu. Ama hiçbir şey yapamadı. Bebek bezleri ve gıda reyonu arasında birkaç kişi (anayasanın meclisi baypas yetkisi veren maddesi) “49.3’ü istemiyoruz” diye slogan atmaya başladı. Olay yerinde bulunan çok sayıda medya mensubu tarafından çekilen görüntülerde Başbakanın onlara bir bakış bile atmadığını görüyoruz.
Aynı gün Fransa’ya dönen Emmanuel Macron, Notre-Dame de Paris Kilisesi’nin rehabilitasyon alanını ziyaret etti. Bu vesileyle tüm bölge polis tarafından boşaltıldı. Amaç basitti: Bu cumhurbaşkanlığı gezisini engelleyebilecek herhangi bir hareketlenmeyi önlemek. Bir kez daha hiçbir şey yapılamadı. Başkentin merkezine vardığı anda, üzerinde “Macron istifa” ya da “Reformunuzu istemiyoruz!” sloganlarının yazılı birkaç CGT kamyonu etrafta dolaşıyordu. Aynı zamanda CGT sendikacıları, Paris katedralinin altından geçen bir tekne üzerinde eylem yaptı. Göstericilerden çok turistlerin kullandığı teknenin tavanında büyük bir pankart açıldı. “Ne 67 ne 64, emeklilik 60 yaş” yazılı pankart, eylem için yakılan sis bombalarından çıkan dumanların arkasında yer alıyordu.
Bu tür eylemlerin listesi daha da uzatılabilir. Birkaç haftadır tekrarlanmaları ve sistematik hale gelmeleri, bu tarihi protesto hareketinde yeni bir stratejinin ortaya çıktığını göstermektedir.(...) CGT’nin Yeni Genel Sekreteri Sophie Binet tarafından savunulan bir strateji. Binet, “Cumhurbaşkanı, bakanlar (...) köşeye sıkışmış durumdalar (...) ve artık sahaya çıkamıyorlar. Gerçeklerle yüzleşmek zorunda herkes: Bu emeklilik reformunu geri çekmezlerse artık ülkeyi yönetemeyecekler” dedi. Bu eylemlerin yakın zamanda durmayacağı sözünü verdi ve şunu ekledi: “Hayal gücümüz oldukça geniş, başka seferberlikler de olacak”
Mesaj çok açık. Emmanuel Macron ve hükümeti, üç ayı aşkın bir süredir devam eden kitlesel ve tarihi gösterilere kulak asmayarak toplumsal hareketin çürümesi üzerine kumar oynadı. Ancak bunu ve devlet başkanının emeklilik reformunu zaten kapanacak bir sekansa indirgeyerek empoze etmeye çalıştığı tempoyu protestocular reddediyor. Ve bu çürüme iddiası ona karşı dönüyor.
Çeviren: Diyar Çomak
Yeni güç, yeni birlikler
German Foreign Policy
Almanya, son Hollanda savaş birliğini de komutasına alarak Hollanda birliklerinin Alman Silahlı Kuvvetlerine entegrasyonunu tamamladı. İki ordunun Alman komutası altında birleşmesi, Federal Cumhuriyet’in AB ordusu konusunda somut bir örnek yaratma girişimi olarak görülüyor.
Federal Almanya Cumhuriyeti on yıllardır Alman ve Hollanda silahlı kuvvetlerinin entegrasyonunu teşvik ediyordu. Bunlardan ilki 1995 yılında kurulan I. Alman-Hollanda Kolordusuydu. Merkezi Münster’de bulunan yapı 1100 askerden oluşuyor ancak “acil bir durumda” AB çerçevesinde 100 bin askeri personele komuta edebilecek şekilde tasarlandı. Kolordu 2002 yılında “Hızlı konuşlandırılabilir NATO karargahı” olarak onaylandı ve o zamandan beri transatlantik askeri ittifakın bir parçası olarak da görev yapabiliyor. Askeri yapıda toplamda bir düzine ülke yer alıyor; ancak komuta üç yıllık bir döngü içerisinde Berlin ve Lahey arasında paylaşılıyor.
Kolordu, geçmişte diğer görevlerinin yanı sıra Afganistan’daki savaşa da katılmıştı. 2014 yılında, o dönemde Ukrayna’daki çatışmalarla paralellik gösteren isyanların bastırılmasını içeren senaryolarda eğitim gördü. Almanya Silahlı Kuvvetlerine göre Kolordu artık “birkaç (çok uluslu) tugayı yönetme ve aynı anda deniz, hava kuvvetleri ve özel kuvvetler bileşenlerini koordine etme kapasitesine sahip.” Bu yıl NATO’nun Hızlı Tepki Gücü’nün kara bileşeninin karargahı olarak görev yapıyor.
NATO 2023’te Ukrayna’da savaşa girerse, komuta I Alman-Hollanda Kolordusunda olacak. Askeri iş birliğini daha da ilerletmek için Berlin ve Lahey 2013 yılında birkaç düzine münferit proje içeren ortak bir niyet beyanı kabul etti. O tarihten bu yana iki ülke 2015 yılında ortak bir tank taburu (Panzerbataillon 414) kurdu, 2018 yılında Alman Hava Savunma Füze Grubu 61’i Hollanda Kara Hava Savunma Komutanlığına entegre etti ve 2019 yılında da bir Alman deniz taburunu Hollanda Deniz Piyade Kolordusuna dahil etti. Savunma Bakanlığına göre, deniz taburlarından birini Hollanda komutası altına vermenin karşılığında, ordu “Güvenli ve uzun menzilli deniz taşımacılığı için yetenek geliştirmeye giriş” sağladı. Artan deniz iş birliğinin Berlin’e “personel ve malzeme taşımacılığı için Hollanda ortak destek gemisine” erişim sağlayacağı bildiriliyor. Orduya göre siber ve bilgi alanında “olası iş birliği biçimleri” üzerine müzakereler halihazırda gerçekleşmiş durumda. Mart ayı sonunda gerçekleşen Almanya-Hollanda hükümet görüş alışverişlerinde Berlin ve Lahey iki uluslu askeri iş birliğini “Daha da yoğunlaştırma” konusunda anlaştı. Bu bağlamda Hollanda’nın 13. Hafif Tugayının Alman 10. Zırhlı Tümenine entegre edilmesi kararı da alındı. Alman subaylar, Hollanda 1. Hava Mobil Tugayının Alman Hızlı Kuvvetler Tümenine entegre edildiği 2014 yılından bu yana Hollanda kara kuvvetlerinin ilk birliklerine komuta ediyor.
Bunu 2016 yılında Hollanda 43. Mekanize Tugayının Alman Silahlı Kuvvetlerinin 1. Zırhlı Tümenine bağlanması izledi. Silahlı Kuvvetlerin münferit birlik yapılarının Hollanda komutası altında olduğu doğru. Ancak 13. Hafif Tugayın entegrasyonuyla birlikte Hollanda ordusunun tüm muharip birlikleri artık Alman komutası altında. Hollanda ve Alman ordularının birleşmesi hiçbir şekilde eşit bir zeminde gerçekleşmiyor. Güvenlik politikası uzmanları 2013 yılında, güç dengesinin Federal Cumhuriyet’in daha az lehine olacağı Fransa ya da Büyük Britanya ile benzer şekilde yakın askeri iş birliği planlarına şüpheyle yaklaşmışlardı.
Hollanda ordusunun Alman komutasına tabi kılınması, Almanya’nın dış ve askeri politika elitlerinin, 2013 yılında geniş çaplı bir strateji belgesinde (“Yeni Güç, Yeni Sorumluluk”) ana hatları belirlenen bir yönelimsel karar üzerinde uzlaştığı bir dönemde ivme kazandı. Bu bağlamda Berlin’in siyasi ve aynı zamanda askeri liderlik iddiaları açıkça formüle edildi ve sunulabilir hale getirildi. Alman-Hollanda askeri iş birliği, Alman stratejistler tarafından bir AB ordusuna ve dolayısıyla AB’nin Alman liderliği altında hareket edecek bağımsız askeri kapasitesine giden yolda ileriye dönük bir proje olarak görülüyor.
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel / 23.04.23