Silahlanma çılgınlığı

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Fransa hükümeti daha hızlı silahlanma için üretim araçlarına ve iş gücüne el koyma planı açıkladı. Almanya'da yoksulluk artıyor. İngiltere'de su şirketi tartışılıyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 31 Mart 2024
  • 11:00

Son dönemde savaş çığırtkanlığını had safhaya çıkaran Macron Hükümeti, savaş durumunda kullanılan bir yetkiyi gündeme getirerek, “gerekirse üretim araçlarına ve iş gücüne el koyabileceklerini” açıkladı. Üretimin hızlandırılmasıyla bağlantılı siparişlerin ilk müşterisi muhtemelen Ukrayna olacak.

Almanya’da yoksulluk raporu yayımlandı. Buna göre yoksulların sayısı 14.2 milyon. Bunların yüzde 20’si ise çocuk. Liberal çevreler Almanya’da gelişmekte olan ülkelerdeki gibi bir yoksulluğun olmadığını söyleyerek kendilerini aklıyorlar. Ancak nüfusun yüzde 16.8’i toplumsal hayatın dışına itiliyor, insanca yaşayacağı, besleneceği koşullara sahip değil.

Devletlerin özelleştirme planları ve bunu temellendirdikleri bahaneler hiç bitmiyor. Adam Almeida İngiltere’de özelleştirilen su şirketinin geldiği son noktayı The Guardian için yazdı.

Zorla el koyma tehdidi: Hükümet silah üretimini hızlandırmak için baskıyı artırdı

Raji SAMUTHIRAM
Revolution Permanente

Fransa Savunma Bakanı, üreticileri silah üretimini hızlandırmaya zorlamak için gerekirse üretim araçlarına zorla el konabileceğini açıkladı. Bu açıklama aynı zamanda tarihi kemer sıkma saldırılarına hazırlanan Macroncuların savaşçı kampanyasının bir parçası.

“İlk kez, yasanın Bakanlık ve Silahlanma Genel Delegesine (DGA) verdiği yetkiyi kullanmayı, yani üretim hızı ve teslim süreleri açısından işler yolunda gitmiyorsa, gerekirse üretim araçlarına ya da iş gücüne el koymayı ya da önceliklendirme hakkını devreye sokmayı göz ardı etmiyorum.”

Salı akşamı Savunma Bakanı Sébastien Lecornu silah endüstrisine yönelik tehditleri açık bir hedefle başlattı: Ukrayna’ya silah sevkiyatını hızlandırmak için onları daha fazla silah ve mühimmat üretmeye zorlamak ve aynı zamanda ulusal silahlanmayı sağlamak.

Bu, savaşı güncel tartışmaların ve Avrupa seçimlerinin merkezine yerleştiren Macron Hükümetinin militarist söylem ve planlarında yeni bir aşama. Bakanın bahsettiği bu zorla el koyma “personel, stoklar ya da üretim araçları” ile ilgili olabileceği gibi üreticilere “asgari stok kotası”nı da zorunlu hale getirebilir. AFP’nin belirttiği üzere, “Lecornu şirketlerin ya da taşeronların sivil ihtiyaçlar yerine askeri siparişlere öncelik vermelerini zorunlu kılacak” ki bu da orduya 413 milyar avroluk tarihi bir bütçe sağlayan temmuz 2023 tarihli son askeri programlama yasasının açtığı bir imkan.

Lecornu, Ukrayna’ya destek konusunda özellikle 155 milimetrelik mermilerin yanı sıra karadan hava sahası savunma sistemlerinin üretimini ve 2024-2025 yılları arasında AASM planör bombalarının teslimatını iki katına, yani 600’den 1200’e çıkarmayı hedefliyor. Fransa bugüne kadar Ukrayna’ya 30 bin adet 155 mm’lik mermi teslim etti. 2022’de 20 bini Fransız ordusu için olmak üzere 100 bin adet  üretilen bu mühimmattan, 2025’ten itibaren 150 bin adet üretilmesi planlanıyor. Nexter ve Arquus tarafından üretilen 78 Caesar topunun da yıl sonuna kadar sevk edilmesi bekleniyor. Ocak ayında Fransa bunlardan sadece on ikisini finanse edebilmişti. Bu hedefe ulaşmak için Dordogne’da bulunan Bergerac şehrinde yeni bir barut fabrikası açılacak.

Fransa şu anda küresel silahlanma yarışında merkezi bir rol oynuyor. Kısa bir süre önce ilk kez dünyanın en büyük ikinci silah satıcısı olarak yer aldı. Üretimin hızlandırılmasıyla bağlantılı siparişlerin ilk müşterisi muhtemelen Ukrayna olacak ancak bunlar aynı zamanda Fransız donanmasının Husiler tarafından İsrail’in müttefiklerine atılan füze ve insansız hava araçlarını düzenli olarak durdurduğu Kızıldeniz başta olmak üzere Fransız misyonlarına da hizmet edecek.

Fransa ile Ukrayna arasında ikili güvenlik anlaşmasına ilişkin meclisteki sembolik oylamanın ardından Lecornu’nun açıklaması, başkanlık kampının Avrupa seçimleri vesilesiyle kendisini savaş kampının öncüsü konumuna yerleştirme arzusunu doğruluyor. Hükümet işçilere, gençlere ve emekçi sınıflara karşı ağır bir kemer sıkma politikasına hazırlanırken, silah üreticilerinin cebine girecek milyarlarca avro kamu parasıyla finanse edilecek.

Bu bağlamda işçi hareketi yeniden ayağa kalkmalı. Macron’un işsizlere ve sosyal güvenlik sistemine yönelik saldırıları duyurduğu bu dönemde savaşın tırmanmasının büyük felaketlerin habercisi olacağı açık. Bu politikalara karşı Fransa’da ve uluslararası alanda bir yanıt inşa etmemiz gerekiyor. Ulusal ve sektörel ayrımları aşan birleşik bir işçi seferberliği savaşın ivmesini kırabilir ve sefaletin yanı sıra ölüm vadeden bu politikalara alternatif bir işçi programını hükümetlere dayatmayı mümkün kılabilir.

Çeviren: Eren Can

Almanya’da yoksulluk: 14.2 milyon insan için gerçek mi, yoksa istatistiksel bir hile mi?

Thea PETRİK
Telepolis

Sosyal dernekler Almanya gibi zengin bir ülke için utançtan söz ediyor: Yardım örgütü Paritätischer Wohlfahrtverband’ın raporuna göre Almanya’da yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı 2022’de 14.2 milyona yükseldi. Bu, nüfusun yüzde 16.8’inin yoksulluktan etkilendiği anlamına geliyor; 2019’daki korona krizi öncesine göre neredeyse bir milyon, 2006’ya göre ise 2.7 milyon daha fazla insan.

Yetişkin yoksulların neredeyse üçte ikisi ya çalışıyor (tamamı tam zamanlı olmasa da) ya da emekli. Yoksulların yaklaşık yüzde 20’si çocuk. Büyük bölgesel farklılıklar var: Bavyera’da sekiz kişiden biri yoksulluktan etkilenirken, Saksonya-Anhalt, Kuzey Ren-Vestfalya ve Hamburg’da beş kişiden biri, hatta Bremen’de neredeyse üçte biri yoksulluktan etkileniyor.

Yardım örgütünün salı günü yaptığı açıklamaya göre, bir önceki yılla karşılaştırıldığında yoksulluk oranı Berlin’de özellikle keskin bir şekilde düşerken (yüzde 20.1’den yüzde 17.4’e), Hamburg, Schleswig-Holstein ve Saarland’da ise özellikle keskin bir şekilde arttı. Örgütün Yöneticisi Ulrich Schneider bulguları “muğlak” olarak nitelendirdi. Ancak her şeyi açık bir şekilde belirtmenin bir anlamı yok.

İlk bakışta, federal düzeyde giderek artan yoksulluk eğilimi durmuş gibi görünüyor, ancak tersine dönmekten çok uzak. Genel Parite Derneğinin rakamlarına göre, yoksulluk oranının yüzde 16.9’a ulaştığı ikinci korona yılı 2021 ile karşılaştırıldığında, 2022’de yalnızca yüzde 0.1 puan düştü.

Sosyal dernek VdK’nın Başkanı Verena Bentele, Almanya gibi zengin bir ülke için buradaki beş çocuktan birinin yoksulluktan etkilenmesini utanç verici olarak nitelendirdi. “Yeni yüksek seviyeler, yardımın en acil ihtiyaç duyulan yere ulaşmadığını gösteriyor”dedi. Ancak ekonomik liberaller arasında yaygın olan yoksulluğun tanımının sorgulanması ve yardım örgütünün raporunun bunu esas almadığı itirazı çok uzun sürmedi. Yoksulluk Almanya’da ve AB’de ortalama gelirle karıştırılmaması gereken medyan gelir temel alınarak ölçülür. Tüm hanelerin geliri toplanıp sonuç hane sayısına bölünmez, ancak tüm hanelerin gelirlerine göre sıralanmasıyla ortalama (medyan) hesaplanır ve ortadaki hanenin geliri medyanı temsil eder.

AB sözleşmesine göre yoksulluk riski sınırı bu ortalamanın yüzde 60’ı olarak belirlendi. 2022’deki yoksulluk riski eşiği, tek haneler için 1186 avro, küçük çocuğu olan tek ebeveynler için 1542 avro ve iki küçük çocuğu olan çift haneler için 2 bin 490 avrodur. Ancak bu göreceli yoksulluk kavramı, gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi varoluşsal yoksullukla değil, gelir dağılımıyla ilgilidir. Almanya’da herkesin birdenbire iki kat daha fazla geliri olsaydı, yoksulluk riskiyle karşı karşıya olanların oranı tamamen aynı kalırdı.

Elbette, eğer yaşam pahalılığı iki katına çıkmasaydı, birdenbire gözle görülür yoksulluk içinde olan çok daha az insan olacaktı. Peki mevcut trend tam tersi yöne işaret ediyorsa böyle bir değerlendirme ne kadar gerçekçidir?

Gerçek ücretler, yani çalışan kişilerin yaşam standartlarını güvence altına almak için enflasyona göre düzeltilmiş olarak ellerinde bulundurdukları para, 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 4.1 düştü. Büyük bir şehirde kiralık daire arayan herkes, istenen kiraların çoğunun ortalama gelirin üçte birinden fazla olduğunu görecektir. Ortalama gelirin yalnızca yüzde 60’ına sahipseniz ay sonunda buzdolabını doldurmakta sorun yaşayabilirsiniz. Ev sahipleri bunu bildiklerinden, genellikle maaş beyanlarını ilgili tarafların ortalama gelirinin üzerinde görmek isterler.

Yoksulların bazıları, sosyal ağlarda #IchBinArmutsbetroffen #Yoksulluktanetkileniyorum hashtagi altında somut örnekler kullanarak yoksulluğun etkilenenler için günlük yaşamda ne anlama geldiğini anlatıyor.

Bu arada Avrupa Konseyi, Almanya’da artan yoksullaşmayı kınadı ve trafik lambası koalisyonunun sosyal politikasını eleştirdi. Almanya’da yoksulluk son yıllarda önemli ölçüde arttı; Avrupa Konseyinin salı günü yayımlanan bir raporunda Federal Cumhuriyet’te “ülkenin zenginliğiyle orantısız olan” “artan eşitsizliği” kınandı. Bu konuda sorumlu İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović özellikle çocukların ve yaşlıların artan yoksulluğuna vurgu yaptı.

Buna göre Mijatović raporunda federal hükümetin sosyal politikasını sert bir şekilde eleştirdi. Koalisyona konut sıkıntısıyla mücadele için “kapsamlı önlemler” alma çağrısında bulundu. Evsizliği önlemek ve ortadan kaldırmak için, kira yasasında değişiklik yapılması gibi kapsamlı ve uzun vadeli önlemlerin gerekli olduğuna dikkat çekilirken. “İnsan haklarına dayalı bir konut stratejisi” istendi. Ayrıca sosyal haklara erişimin önündeki sayısız engelin de kaldırılması gerekiyor.

İnsan Hakları Komiserinin raporundaki bir diğer eleştiri noktası da Almanya’daki engellilerin durumu. Genel olarak, hakları konusunda yalnızca sınırlı ilerleme kaydedilmiş durumda. Pek çok alanda hayata dahil olma ve katılım mümkün değil. Mijatović bunun nedenlerini siyasi kararlılığın eksikliğinde ve engellilere yönelik atölyeler, özel okullar veya engellilere yönelik konaklama evleri gibi iyi finanse edilen ancak onları toplumdan yalıtan yapılarda görüyor. Bu şekilde kendi kaderini tayin ettiği bir hayata ulaşmanın zor olduğu belirtiliyor ve bunun yerine toplumsal kabullenmeyi esas alan kapsayıcı yapılar talep ediliyor..

Federal Hükümet tarafından Komiserin Almanya’da evsizlerin sayısının artmasıyla ilgili endişelerini paylaştıkları söylendi ve evsizliğin üstesinden gelmek için ilk kez bir ulusal eylem planının kabul edilmesine karar verildiğine dikkat çekildi. Ancak rakamlar bu konuda da hükümetin kendi hedeflerinin çok gerisinde kaldığını gösteriyor. Kiracılar Derneğine göre şu anda 910 binden fazla sosyal konut sıkıntısı var.

Çeviren: Semra Çelik

İngiltere’nin özelleştirilen su konusundaki gülünç deneyi berbat bir şekilde sona eriyor

Adam ALMEIDA
The Guardian

Thames Water şirketi önümüzdeki haftalarda çökerse, tek bir akıllı ve uzun vadeli yanıt var: kamulaştırma!

İngiltere’nin en büyük su tedarikçisi Thames Water’ın geleceğine ilişkin soru işareti, Londra ve Güneydoğu İngiltere’deki 16 milyon müşterisini -ben de dahil olmak üzere- belirsiz bir duruma soktu. Musluklarımızdan su akmaya devam edecek olsa da, bu mali sıkıntıların bedeli muhtemelen müşteriler ve vergi mükellefleri tarafından karşılanacak. Bu arada Thames Water’ın hissedarları son otuz yılı şirketin muazzam mali kazançlarından faydalanarak geçirdiler. Temel altyapıyı yatırım şirketlerine satmanın risklerine dair bir örneğe ihtiyacımız varsa, o da budur.

Denetçiler 2023’ün sonlarında, hissedarların çok ihtiyaç duyulan nakdi enjekte etmemesi halinde borç yüklü şirketin nisan ayına kadar parasının tükenebileceği uyarısında bulundu. Şimdi yatırımcılar Thames Water’a 500 milyon sterlinlik acil finansman sağlamayacaklarını söylüyorlar ve bu da şirketin geçici olarak yeniden kamulaştırılacağı spekülasyonlarına yol açıyor.

1989’daki özelleştirmeden bu yana, İngiltere genelinde su faturaları yüzde 360 artarak enflasyon oranının iki katından fazla yükselmiştir (İskoçya’da su devlete aittir ve faturalar daha düşüktür). Bu oranlara bakarak, su sistemimizin son teknoloji ürünü olması gerektiğini düşünebilirsiniz. Bunun yerine, bu hafta Thames Water’ın yetersiz altyapı yatırımına sahip zayıf taşıma sistemleri nedeniyle 2023 yılında yaklaşık 17 bin kez ham kanalizasyon boşaltımından sorumlu olduğu haberi geldi.

Margaret Thatcher’ın hayal gücüne göre, bu kamu varlığının satılması hissedar demokrasisini getirecekti, ancak bunun yerine Thames Water’ın dokuz hissedarına -çoğunlukla Abu Dabi, Pekin ve Brisbane gibi denizaşırı yerlerde bulunan kurumsal yatırımcılara- büyük bir servet transferi ile sonuçlandı. Sonuç, yıllar boyunca yeterli yatırım yapılmayan ve değeri temettü olarak çekilen, ödenemez borçların ağırlığı altında ezilen bir şirket oldu.

En büyük hissedar -yüzde 31’ine sahip- Kanada merkezli bir kamu emeklilik fonu olan Ontario belediye çalışanları emeklilik sistemi (Omers). Ne gariptir ki Omers, büyükbabam José’den kalan dul maaşını alan büyükannemin de emeklilik planı. Toronto Belediyesi tarafından istihdam edilen bir inşaat işçisi olan José, yazın şehrin yollarını asfaltlayarak ve kışın karları temizleyerek kazandığı ücretlerle emekli maaşına katkıda bulunuyordu.

Kanada’daki büyükannem ve diğer binlerce emekli altın yıllarını yaşayabilsin diye benim (ve milyonlarca kişinin) içme suyu için artan fiyatlar ödediğimiz tuhaf bir düzenleme bu. Yine de bu mülkiyet modeli, İngiltere’nin temel altyapısının yüz milyarlarca dolar değerinde portföyleri olan kurumsal yatırımcılar tarafından satın alınmasıyla giderek yaygınlaşıyor. Bu firmalar genellikle emeklilik fonları, üniversite bağışları ve sigorta şirketlerini içeren müşterileri adına para yönetiyor.

Bu sistemin bir sonucu olarak, yatırımcılar kâr elde ettikçe kamu altyapısı hızla el değiştiriyor ve her el değiştirmede şirketler daha da kötüleşen mali durumlarla karşı karşıya kalıyor. Bu durum, günlük yaşamlarında bu temel hizmetlere güvenen insanlar için korkunç sonuçlar doğurdu. Örneğin pandemi sırasında, yüksek düzeyde borç yükü altında olan bakımevlerinde (kurumsal yatırımcıların temel iş uygulamalarından biri) ölüm oranlarının iki kat daha yüksek olduğu görüldü; bir araştırmaya göre bu oranlar, personel sayısının azaltılması ve kişisel koruyucu ekipman tedarikinin sınırlandırılması gibi maliyet düşürücü uygulamalarla ilişkilendirildi. Kurumsal yatırımcı sahipliğinin hastalıklı etkileri, yakın zamanda Body Shop çalışanlarının bir özel sermaye şirketinin yönetimi altındayken olası işten çıkarmalarla karşı karşıya kalmalarında görüldüğü gibi, çalışanlar tarafından da deneyimlenmektedir. Su sistemleri, bakımevleri ve zincir mağazaların hepsi değerlerinden arındırılacak varlıklara dönüştürülmektedir.

Büyükannem gibi bu sistemin sözde faydalanıcıları bile bu mülkiyet düzenlemesinden oldukça düşük kazançlar elde ediyor. Ortalama bir Omers emeklisi yılda 28 bin 40 Kanada doları (16 bin 348 sterlin) alıyor ki bu da yatırım fonları tarafından giderek daha fazla satın alınan bir başka varlık olan uzun süreli bakımevindeki bir yatağın maliyetini karşılamaya bile yetmiyor. Büyükannemin ömür boyu süren fiziksel engelinden kaynaklanan karmaşık sağlık ihtiyaçları için özel bir tesiste yılda 96 bin dolar (55 bin 970 sterlin) ödemesi gerekiyor. Bu da annemin, büyükannemin tam zamanlı bakıcısı haline geldiği anlamına geliyor.

Tüm bu düzenlemenin açık ara en büyük kazananları, bu iş uygulamalarından büyük kârlar elde eden yatırım şirketlerinin başındaki yöneticilerdir. Omers CEO’su Blake Hutcheson 2022 yılında 3 milyon sterline eş değer bir kazanç elde etmiştir. Hutcheson’ın kazancı, Thames Water’daki hissesini Omers’e satan Avustralyalı varlık yöneticisi Macquarie’nin CEO’sunun kazancının yanında sönük kalmaktadır. İcra kurulu başkanı sadece geçen yıl evine 30 milyon Avustralya doları (15.5 milyon sterlin) götürmüştür. Bu olağanüstü rakamlar, gerçekten gülünç bir sistemin ciddi bir iddianamesidir.

Çözüm, mülkiyet yapısıyla oynamak ya da özelleştirilmiş bir sektörü yeniden düzenlemeye çalışmak yerine, kamu mallarımızın sömürülmesine nihai olarak son vermektir. İngiltere dünyanın geri kalanını takip etmeli ve suyu yeniden kamu mülkiyetine almalıdır. Su sistemleri doğal bir tekel olarak hareket eder, yani özelleştirme yoluyla “rekabetçi yenilik” açısından kazanılacak çok az şey vardır. Thames Water’ın kamu mülkiyetine geri döndürülmesi, kârların artık hissedar ödemeleri yoluyla dışarı sızmayacağı, bunun yerine su faturalarının düşürülmesi, çökmekte olan altyapının iyileştirilmesi veya gelecekteki araştırma ve geliştirmenin finanse edilmesi yoluyla sisteme yeniden yatırım yapılacağı anlamına gelecektir. Su şirketlerinin kamu mülkiyetinde olması, sistemdeki fiziksel ve finansal sızıntıları kapatabilir.

Çeviren: Sarya Tunç

Evrensel / 31.03.24