Daha on yıl önce, teğet geçtiğini söyledikleri 2008 krizinde 500 binin üzerinde işçi işsiz kalmış, iki hatta üç işçinin yaptığı işi tek bir işçiye yaptırmaya başlayan patronlar ise kâr vurgunları yapmış, krizin faturası biz işçi ve emekçilere kesilmişti.
Şimdi, aradan on yıl geçtikten sonra, televizyon ekranları büyüyen Türkiye ekonomisini öve öve bitiremezken yeni bir kriz kapımızı çalıyor.
Temel ihtiyaç maddelerine yapılan zamlar ile nefes alamaz hale gelirken tepemizde işsizlik sopası sallanıyor. Patronlar servetlerine servet katmaya devam ederken, ülkeyi yönetenler saraylarında sefahat sürerken, emekçiler çaresizlik içinde debeleniyor.
Onlar yaşanan her kötülükte olduğu gibi ekonomik krizde de sorumlu olarak dış güçleri, terör belasını gösterseler de gerçek başka. Patronların doymak bilmez kâr hırsı ve onların bir dediğini ikiletmeyen hükümet politikaları kapımıza dayanan krizin gerçek sebebidir.
Kapitalizm ve kriz
Adına kapitalizm dediğimiz ekonomik sistemde krizler aslında hiç de beklenmedik anda ortaya çıkan kötüye gidiş durumları değildir.
Kapitalizm, kendi işleyiş yasaları gereği aslında baştan sona bir krizler sistemidir. Bir başka deyişle kriz, kapitalizmin doğasındadır. Kapitalizm, kendi iç çelişkileri nedeniyle sürekli olarak bir krizden diğerine sürüklenir.
Kapitalizmde üretim, insanların ihtiyaçları için değil, pazarda daha fazla kâr elde edebilmek için yapılır. Açgözlü kapitalistler için ise bu hedefe ulaşmak için her yol mübahtır. Daha ucuza üretip daha çok sattıkça piyasadaki rakiplerini geri plana iter, onların pazarını da ele geçirirler. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, bu pazarın bir sınırı vardır.
Açgözlü patronlar kâr oranları azalmaya başladığında feryat figan eder, krizin faturasını her türlü yol ve yöntemle işçi ve emekçilere keserler.
Kriz ve işçi sınıfı
İşçi sınıfı örgütlü değilse ve bir karşı koyuş gerçekleştirmiyorsa kriz dönemleri büyük balığın küçük balığı yuttuğu, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul hale geldiği dönemlerdir.
Fatura bir yandan yükselen enflasyon ve temel tüketim maddelerine gelen fahiş zamlar ile doğrudan işçi emekçilerin cebine yansır. Diğer yandan ise işsizlik sopası çok daha güçlü bir silah haline gelir ve hak gaspları ile birlikte daha ağır çalışma koşulları dayatılır.
İşsizliğin, yoksulluğun ve sömürünün çok daha fazla yoğunlaştığı bu dönemler bu yüzden büyük para babalarının çok daha fazla kâr elde ettikleri dönemlerdir. Örneğin 500 binin üzerinde işçinin işsiz kaldığı 2008 krizinin ardından Koç Holding’in net kârı 2 milyar TL’nin üzerindedir.
Patronlar bir yandan üretimin daralması bahanesi ile toplu işten çıkarma saldırısını devreye sokarken diğer bir yandan ise halen çalışmakta olan işçileri daha yoğun ve daha ağır koşullarda çalışmaya zorlarlar. Birçok işyerinde ise ücretler düşürülür ya da ödenmez, sigorta hakkı gasp edilir vb. Tekstil gibi işkollarında ise bir gece yarısı makineleri alıp kaçan, işçileri sokakta bırakan patronların sayısı ise hiç de az değildir.
İşçinin yaşam gücü elinden alınır, her türlü haktan yoksun bırakılırken hükümetler ise bir kez daha patronların safındadır.
İki ayrı sınıf! İki ayrı dünya!
Bugün dünyada en zengin 8 kişinin serveti 426 milyar doları buluyor. Bu rakam, en yoksul 3,6 milyar insanın, yani dünyanın yarısının sahip olduğu varlıktan daha fazla. Türkiye’de de patronlar kriz bahanesine sarılıp faturayı işçi ve emekçilere keserken dolar milyarderlerinin sayısı ve sahip oldukları toplam servet sürekli artmaya devam ediyor.
Ve kriz dönemlerinde bu servet uçurumu çok daha fazla derinleşiyor. İşçi ve emekçiler sefalet batağına batar, örgütlü bir mücadeleye girişmediği oranda intiharlara sürüklenirken patronların serveti çok daha büyük bir hızla artıyor.
Krizin faturasını patronlar ödesin!
Aç gözlü para babaları ve onların sözcüleri bugün “Aynı gemideyiz!” yalanlarıyla bizleri kandırmaya, kapıya dayanan krizin faturasını bizlere ödetmeye çalışıyorlar.
Elektrik faturası milyonu bulan saraylarında sefahat sürenlerle faturasını ödeyemeyenler aynı gemide olamazlar. Emek hırsızları ile her gün yoksullaştırılan, yaşamı elinden alınan milyonlarca insan da aynı gemide değildir. Emekçiler hiçbir zaman sermayedarlarla aynı gemide olmadılar.
Bundan sonra işçi ve emekçiler olarak önümüzde iki yol var:
Ya açgözlü asalakların kâr hırslarının ürünü olan bu krizde bedel ödemeyi kabul edip teslim olacağız. İşsizliğe, yoksulluğa, hak gasplarına boyun eğeceğiz.
Ya da “Krizin faturasını patronlar ödesin!” diyerek saldırılar ve hak gaspları karşısında direniş yolunu seçeceğiz.
Evet, bugün onlar güçlü görünüyor olabilir. Birçok arkadaşımız sırf bu yüzden kendisini çaresiz hissediyor olabilir. Onların gücü bizim dağınıklığımızdan geliyor.
Biz işçiler birlik olduğumuzda, krizin faturasını o açgözlü asalaklara ödetmesini de, dünyayı yerinden oynatmasını da çok iyi biliriz.
Bu yüzden vakit kaybetmeyelim!
Kriz bahanesi ile haklarımızı gasp etmelerine, bize kölece ve ağır çalışma koşullarını dayatmalarına izin vermeyelim!
Bu krizi biz yaratmadık!
Faturasını da bizler ödemeyeceğiz!
(Ankara İşçi Bülteni Grev’in Kasım 2019 tarihli sayısından alınmıştır...)