Saray rejiminin bütçe açığı yıldan yıla artıyor. 2019 yılı için tahmini bütçe açığı 80,6 milyar liraydı. Oysa açık 9. ayın sonunda 85,8 milyara ulaştı. Hedefi revize etmek zorunda kalan AKP-MHP koalisyonu, tahmini bütçe açığını 125 milyar liraya çıkarttı. Bu arada, Merkez Bankası’nın ‘yedek akçesi’nden aşırdıkları 78,1 milyar lira bu hesaplara dahil değil. Yani gerçekte bütçe açığı şimdiden 150 milyar lirayı aşmış bulunuyor.
Bütçe açığının devasa boyutlara varmış olması, önümüzdeki yıl sermaye devletinin harcamalarını kısacağı anlamına gelmiyor. Bütün faturaları emekçilerin sırtına yıkabildikleri için AKP-saray rejiminin şefleri bildiklerini okumaya devam edecekler. Zira 2020 yılı için bütçe açığının 140 milyar lira civarında olacağını tahmin ediyorlar. Görüldüğü üzere ne lüksten ne şatafattan ne savaş harcamalarından kısıntıya gitmek gibi bir dertleri var.
“Suçlu” bulundu
Halen milyonlarca işçi 2 bin liralık asgari ücret karşılığında çalışmak zorunda bırakılıyor. Aileleriyle birlikte hesaplandığında bu sefalet ücretine bağımlı olanların sayısı on milyonları buluyor. Öte yandan işçilerin, kamu emekçisi memurların, emeklilerin maaşlarına yapılan zamlar da enflasyonun çok gerisinde kaldı. Maaş/ücret zamları %8 ile 13 arasında oldu. Enflasyon ise ücret/maaş zamlarının üç katına çıktı. Reel ücretlerde dramatik bir düşüş gerçekleşti. Saray rejimi güya emekçilerin enflasyon altında ezilmesini engellemek için “ek zam” yaptı. Bu sembolik enflasyon zamları emekçilerin kayıplarıyla kıyaslandığında devede kulak oranından öteye geçmedi.
Enflasyon farkı diye yapılan bu zamlar emekçilerin işine yaramadı ama bütçe açığından sorumlu tutulmalarına vesile oldu. Har vurup harman savurarak bütçe açığını iki katına çıkartan saray rejimi, emekçileri bunun sorumlusu ilan etti. Bu kadar küstahlık ancak lüks-şatafat bataklığında yüzen bir rejimin şeflerine yakışırdı. “İtibarı” lüks-şatafat bataklığının büyüklüyü ile ölçen bu rejim, masrafları kısmak bir yana bütçeyi keyfine göre harcıyor. Yandaşlarını kayırıyor, beselemelerine çifte maaşlar bağlıyor, oy satın almak için milyarları dağıtıyor, izlediği saldırgan-işgalci dış politikayı finansa etmek için milyarlar harcıyor... Bu kepazelikler neticesinde ikiye katlanan bütçe açığını izah etmeye sıra gelince utanmadan, üç kuruşluk enflasyon farkı verdiği emekçileri sorumlu ilan ediyor.
Emekçi düşmanı ilkel kibir
Sarayları-lüksü-şatafatı kendilerine hak görenler, işçi sınıfıyla emekçilere sefaleti reva görüyorlar. Bu ilkel zihniyetlerini saklamaya ihtiyaç duymadıkları gibi, bu densizliği “olağan-olması gereken” bir şeymiş gibi de sunuyorlar. Küstahlıkta sınır tanımayan bu dinci-ırkçı zihniyet, burjuva gericiliğinin en ucube temsilcisi durumundadır.
İşçi sınıfı ve emekçileri hor görmek, kaba şiddet uygulamak, onlara “saray rejiminin tebaası” muamelesi yapmak AKP’nin “olağan” icraatlarındandır. Bu rezil tutumu Soma’da maden işçilerini toplu iş cinayetine kurban ettiklerinde, yasaklı 1 Mayıslar’da estirdikleri polis teröründe, Gezi-Haziran Direnişi’nde gençleri katlettiklerinde sergilemişlerdi. Sicillerine bakıldığında bunun onlarca örneğini görmek mümkündür. Kendi kendine zam yapan AKP şefinin brüt maaşını 81 bin 250 liraya çıkarttığı günlerde bütçe açığıyla ilgili yaptıkları izahat da emekçileri hor gören ilkel kibrin dışa vurumundan başka bir şey değildir.
Emekçiler bu pervasızlığa katlanmak zorun değiller
Sorun bütçe açığının iki katına çıkmasından ibaret değil. Süreç ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin derinleşmeye devam edeceği, işsizliğin artacağı, hak arama mücadelesinin polis saldırganlığıyla engellenmeye çalışılacağı yönde ilerliyor. Enflasyon yükseldikçe, işsizlik arttıkça reel ücretler düşecek. Bunlara işgalci savaş politikasının faturası da eklenecek…
Hal böyleyken komik bir zammı bütçe açığının nedeni ilan etmek, işçi sınıfıyla emekçilere aba altından sopa göstermektir aynı zamanda. Zira yılsonunda asgari ücretin belirlenmesi, bunun devamında ise kamu emekçilerinin maaşlarına yapılacak zamlar gündeme gelecek. AKP-saray rejimi, “bütçe açığının katlanmasına neden oldunuz, enflasyona göre zam beklemeyin, size reva gördüğümüz sefalete şükredin” demeye getiriyor.
Saray rejiminde lüksün-şatafatın olduğu kadar kibrin-küstahlığın da sınırı yok. İşler, toplumu tebaa gören bu zihniyetin insafına kalırsa işçi sınıfıyla emekçilere ödetilen faturalar daha da ağırlaştırılacaktır. Oysa bunlara katlanmak hiç de kader değil. İşçi sınıfıyla emekçilerin kibirli-küstah zihniyetten hesap sorabilmeleri de faturayı sermaye ile saraylarda sefahat sürenlere ödetmeleri de -kolay olmasa da- mümkündür. Ancak bunu başarmak için “sınıfa karşı sınıf” şiarını esas alan örgütlü-birleşik-meşru bir mücadele hattının örülmesi şarttır.