İktidar sözcüleri her fırsatta ekonomik krizin kısa zamanda kontrol altına alınacağını müjdeliyorlar. Verdikleri tarih ikide bir değişiyor. AKP şefine ve emrindekilere bakılırsa, gelecek 5 ay, olmadı 10 ay içinde enflasyon düşecek, hayat pahalılığı son bulacak, halkın alım gücü yükselecek… O zamana kadar sabretmemiz isteniyor. Boğazımıza geçirilen kemerin daha çok sıkılmasına razı olmamız bekleniyor.
AKP-Erdoğan iktidarı geniş kesimlerin en asgari taleplerini bile görmezden geliyor. Üstelik bunu büyük bir yüzsüzlük ve eşi bulunmaz bir umursamazlıkla yapıyor. Ücretlerin enflasyon karşısında yaşadığı erimeye rağmen asgari ücrete zam yapılamayacağı, yoksa ülkenin batacağı söyleniyor. Sözde tasarruf tedbirleri açıklanıyor. Ama paketin içinden kamu emekçilerinin kazanılmış bazı haklarının gasp edilmesi dışında bir şey çıkmıyor. Yeni bir vergi yasası gündemde. Maliye Bakanı Şimşek’e inanacak olursak, amaç “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması.” Ama tasarının bilinçli olarak kamuoyuna yansıtılan haline bakılınca, garsonların bahşişlerine bile göz konulduğu anlaşılıyor. Kriz derinleştikçe iktidar yalanlarla emekçileri uyutmaya, algı operasyonları ile tepkileri dindirmeye çalışıyor.
Ya düzen muhalefeti? Son zamanlarda emekçilerin yaşamsal talepleri üzerinden miting üstüne miting düzenleniyor. Kürsülerde bol keseden vaatlerde bulunuluyor. Oysa CHP’nin uygulanan ekonomik programın bütünü üzerinden ne düşündüğünü, kendisi iktidara geldiğinde bundan başka ne uygulayacağını kimse bilmiyor. Mehmet Şimşek’le girilen yeni “rasyonel ekonomi politikalar” mantığı yönünden destekleniyor. Fakat ortaya çıkan yıkıcı sonuçlara karşı veryansın ediliyor. Aslında demagojiden, kitlelerin yaşamsal taleplerinin istismar edilmesinden öte bir şey yapılmıyor. Böylelikle, son seçimde elde edilen oy desteğinin korunup büyütülmesi, bu arada AKP’nin daha da yıpranması hedefleniyor. Öte yandan CHP’li belediyelerde işten çıkarmaların, hak ihlallerin ardı arkası kesilmiyor.
Sendikaların durumu da vahametini koruyor. Hükümet yandaşı sendikaların durumu zaten belli. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri tarihin en kapsamlı yıkım saldırısıyla karşı karşıya iken, Türk-İş ve Hak-İş göstermelik eylemler yapmaktan bile korkuyor. Bütün dertleri, bütün çabaları siyasal iktidarı mazur göstermek ve işçi sınıfını sabır göstermeye çağırmaktan ibaret. DİSK bürokrasisi ise her seferinde büyük iddialar öne sürüp sonra da bunları ortada bırakma namını koruyor. DİSK’in başındaki bey ve hanımlar, CHP mitinglerinde boy göstermenin ötesine geçen bir eylem hattı ortaya koymaktan ısrarla uzak duruyorlar. Kitlelerde oluşan öfke ve tepkiyi düzen siyasetinden bağımsız olarak örgütlemek akıllarından bile geçmiyor. Bütün umutlarını, tescilli bir sermaye partisi olan ve iktidara geldiği zaman tıpkı AKP gibi, sermayenin çıkarlarını işçi sınıfının ihtiyaçlarından önde tutacağı kesin olan CHP’nin olası iktidarına bağlamış durumdalar.
Bu tablo içinde işçi sınıfı ve emekçilerin güvenebilecekleri tek şey, kendi özgüçleri ve bağımsız taban inisiyatifleri-örgütlenmeleri olabilir. İşçi sınıfının önünde kendisine dayatılan acı faturayı reddetmek dışında bir seçenek yok. Yaşanan iktisadi yıkıma karşı her geçen gün biraz daha büyüyen öfke ve tepkiyi örgütlemek, onu somut talepler etrafında gelişen bir mücadeleye çevirmek görevi özellikle öncü işçilerin omuzlarına düşüyor.
Emeğin Kurtuluşu’nun 35. sayısından alınmıştır…