Düzenin ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel çok yönlü krizi günden güne derinleşiyor. Dümeninde dinci faşist AKP-MHP koalisyonunun bulunduğu sermaye düzenin her yanından irin akıyor. Dinci-faşist koalisyonun krizden kurtulma çabaları beyhude kalıyor. Zira yaşanan bunalım ve açmazlar dinci-faşist iktidarın boyunu fazlasıyla aşıyor. AKP-MHP iktidarının krizden çıkış reçetesi, başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistlerin kapısını aşındırmak, işçi ve emekçilerin bilincini ırkçı şovenizm ile bulandırmak ve “büyüyen ekonomi, güçlü Türkiye” palavraları atmaktan ibaret. Bütün bunlara bir de toplumsal muhalefetin tamamını (hatta kimi zaman düzen muhalefetini bile) hedef alan bilindik terör demagojisi ekleniyor.
Dinci-faşist iktidar terör demagojisi yapıp, palavralar sıkadursun gerçekler bambaşka. Milyonlarca işçi ve emekçi günden güne derinleşen ekonomik kriz ve zirve yapan enflasyon karşısında deyim yerindeyse hayatta kalma mücadelesi veriyor. Gıda, barınma, enerji gibi bir dizi alanda yağan zamlar işçi ve emekçilerin yaşamını çekilmez hale getiriyor. Milyonlarca çalışanın asgari ücret, hatta asgari ücretin de altında bir gelirle geçinmeye çalıştığı Türkiye’de işçi ve emekçiler en temel ve en insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlar. Ekonomik krizin yanı sıra toplumsal sorunlar da durmaksızın ağırlaşıyor. Kadına yönelik artan şiddet ve istismar, tırmanan ırkçılık, çevresel yıkım vb. gibi kötülükler işçi ve emekçilerin yaşamını ayrıca karanlığa boğuyor.
Derinleşen ekonomik krize ve toplumsal sorunlara, tek adam rejiminin baskı ve yasak politikaları ekleniyor. Dinci gerici iktidar bu baskı ve yasak politikalarını hayata geçirirken, sözde “vatan, namus, din ve ahlak” söylemleri ile toplumsal kutuplaşmayı kışkırtıp, işçi ve emekçileri yapay ayrımlarla bölüyor. Zira bu onun temel bir yönetme politikası olageldi. Nitekim bu kutuplaşmayla işçi ve emekçilerin zihinlerini bulandırmanın mükafatını on dokuz yılık saltanatı boyunca fazlasıyla da aldı. Bu saltanatı kurarken bulaşmadığı pislik, yolsuzluk, rüşvet, rant ve kirli ilişki kalmadı. Gelinen yerde bu saltanatı kaybetmek kendisi için çok ağır sonuçlar doğuracak. Dolayısıyla, çürümüş ve mafyalaşmış teşkilatının ömrünü bütün gücüyle uzatmaya çalışıyor.
Çürümüş düzen, mafyalaşmış devlet
Sermaye devletinin birçok kirli işini yapmış olan faşist mafya şefi Sedat Peker, mayıs ayı başından itibaren yaptığı ifşaalar dinci-faşist iktidarın ne denli çürüdüğünü gözler önüne sermişti. Bu ifşaatlar sermaye devletinin şeflerinin, uluslararası uyuşturucu ticaretinden kara para aklamaya, “mala çökmek”ten silah kaçakçılığına, Ortadoğu’daki cihatçı çeteleri MİT ve SADAT eliyle desteklemekten toplumsal muhalefete yönelik baskı ve saldırı politikalarını tırmandırmaya dek her tür kirli iş ve ilişkiye battıklarını gösteriyordu. Bunlar kuşkusuz ilk defa duyulan şeyler değildi. Ancak düzenin çürümesi ve sermaye devletinin tam bir mafya devleti haline geldiği gerçeği bizzat AKP-MHP cephesinde yer alan biri tarafından tescilleniyordu. AKP-MHP iktidarı, mirasçısı olduğu sağcı faşist geleneği güncellemiş, tepeden tırnağa pisliğe bulaşmıştı. Böylesine mafyalaşmış, uyuşturucu ve cinayet şebekesi haline gelmiş, her türlü yolsuzluğun ve yağmanın hoyratça yapılabildiği sermaye devletinin şefleri ise her gün yandaş medyada işçi ve emekçilere aynı palavraları atmaya, “din, ahlak, namus” konusunda maval okumaya devam ediyorlar.
Dinci faşist iktidarın artık hiçbir meşruluğu kalmamıştır. Onun pislikleri dünya kamuoyunda da artık dillendirilir hale gelmiştir. Örneğin, İsveç merkezli Uluslararası Organize Suçlara Karşı Girişim’in hazırladığı ve 28 Eylül 2021 tarihinde kamuoyuna sunduğu Birleşmiş Milletler’e (BM) üye devletler hakkındaki Küresel Suç Endeksi Raporunda Türkiye artık bir “mafya devleti” olarak nitelendirilmektedir. Rapora göre Türkiye, 193 ülke arasında organize suç konusunda 10 üzerinden 6,89 puanla, en kötü durumdaki 12. ülke konumundadır. Raporda hükümetin silah, uyuşturucu, altın ve petrol kaçakçılığına bulaştığı ve bu alanları kendi siyasal çıkarları için kullandığına da değiniliyor. Ve örneğin, “Devlette yerleşik kişilerin, Suriye ve Libya'da savaşan Selefi-Cihatçı gruplara yasadışı yollardan silah aktarmanın yanı sıra Türkiye'deki paramiliter gruplara silah sağlamaya karıştığı düşünülüyor. Üst düzey politikacıları Türk ve Irak Kürtlerinin petrolü kisvesi altında milyonlarca dolar değerinde IŞİD petrolünün satın alınması ve bunu takiben yasadışı satışıyla ilişkilendirebilecek çok sayıda kanıt var." türünden ifadeler yer alıyor. Yine Türkiye’de insan kaçakçılığı gibi konulara da raporda işleniyor.
AKP-MHP koalisyonun bir suç şebekesi haline geldiği, bütün faaliyetlerinin kendi sefil çıkarlarını koruyup kollamaya endeksli olduğu artık bilinen bir gerçektir ve bu, uluslararası kamuoyunda dahi bütün çıplaklığı ile gözler önündedir. Bu suç şebekesi işçi ve emekçilerin, gençlerin, kadınların, ezilen halkların, kısacası bütün bir toplumun yaşamına adeta karabasan gibi çökmüş durumdadır. Üstelik bunu yaparken sözde “değerler” adı altında kendilerine tezat ne kadar kavram varsa kullanıyorlar. Yaptıkları bütün pislikleri, yolsuzlukları, kurdukları rant ve talan düzenini “din, namus, ahlak, vatanseverlik” gibi kavramlarla süslemeye ve örtmeye çalışıyorlar.
Oysa bu dinci faşist iktidar ve devamcısı olduğu gelenek, geçmişten bugüne görüldüğü gibi ahlaksızlık, yozlaşmışlık, yağma ve talandan ibarettir. Onlar bu bozuk düzenin bozuk temsilcileri olmak dışında hiçbir unvana ve değere sahip değillerdir. İşte bu yüzden verilecek mücadele de yalnızca bu bozuk, çürümüş, yozlaşmış temsilcilere karşı değil, onları üreten bataklığa, bir diğer deyişle kurulu düzene karşı olmalıdır. İşçi ve emekçiler, gençler, kadınlar olarak bizlerin yaşamını çekilmez kılan, bizleri sömüren, yapay ayrımlar ile birbirimize düşman eden bu düzene karşı birlikte mücadele etmek artık tek kurtuluşumuzdur. Yaşamlarımızı çürümüş düzenin, mafyalaşmış devletin palavralarını dinleyerek değil, onurlu, eşit bir gelecek için mücadele ederek geçirelim.
İ. Y. Gün