Mafya devleti ve Falyalı cinayeti

Kapitalist düzenin "eşitlik, demokrasi, özgürlük" gibi kavramlarla maskelemeye çalıştığı düzenin gerçek yüzü budur. Maske bir kere daha düşmüştür.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Şubat 2022
  • 21:30

Sermaye düzenini sarmış olan çok yönlü kriz gün geçtikçe derinleşiyor. Krize paralel olarak istemin yaşadığı çürüme de birçok yoldan dışa vuruyor. Kuşkusuz son dönemde bunlardan en çok konuşulanı, faşist mafya şefi Sedat Peker’in içeriden yaptığı ifşaatlardı. Bu ifşaatlar ve ortaya saçılan pislikler sermaye devletinin ne denli çürüdüğünü, AKP-Erdoğan iktidarının mafya ile işbirliğinin ötesine geçerek nasıl bir mafyatik rejime dönüştüğünü gözler önüne sermişti.

Kimler yoktu ki işin içinde? Sermaye devletinin dümeninde duran bütün faşist şefler (Tayyip Erdoğan, Süleyman Soylu, Binali Yıldırım ve ailesi, bakanlar vs.) ve devletin bütün kurumları bu kirli ilişkiler ağının içerisindeydi. Hepsi uyuşturucu ticareti, yasadışı bahis, kara para aklama, imar vurgunu, petrol ve silah ticareti, “mala çökme” vb. kirli işlerin parçasıydı. Milyonlarca işçi ve emekçinin alınterini sömüren, yaşamlarını çekilmez kılan bu sistemin efendileri, kirli mafya işlerinden edindikleri servetlerle dünya zenginleri arasına giriyorlardı. Dinci gerici AKP iktidarının içeriden yaşadığı çözülmenin bu kirli işlerden elde edilen kazancın paylaşılma kavgası olması da olayın ayrı bir boyutuydu.

Devlet-mafya ilişkisi Susurluk’tan bu yana ilk kez bu denli çıplak bir biçimde gözler önüne seriliyordu. Sermaye devletinin şefleri ifşaatlar karşısında önce derin bir suskunluk, ardından ise inkar ve saldırı yöntemini seçtiler. AKP iktidarı, daha düne kadar “iş insanı” diye meydanlarda alkışlattığı, ilerici-devrimci ve muhalif güçlere azgınca saldırttığı, korku ikliminin inşasında özenle kullandığı faşist mafya şefini “hain ve suçlu” ilan etti. Kuşkusuz Peker’den diğer mafya şeflerine varıncaya dair hepsi suçlu ve eli kanlı faşist katillerdir. Ancak bütün bu suçlarda en büyük ortakları sermaye devletidir. Sermaye devletinin koruması ve desteği altında bütün bu suçları işlemişlerdir. Üstelik bu suçlar üzerine kurulan organizasyonlarda sermaye devletinin en büyük şefinden en küçük yöneticisine kadar herkese pay vermişlerdir. Bu suç organizasyonu devletin nasıl mafya devletine dönüştüğünün yalın bir özetidir.

***

İfşaatlarda adı çokça geçen Kıbrıslı bir mafya olan Halil Falyalı ise Kıbrıs’ta iki hafta önce saldırıya uğrayarak öldürüldü. Falyalı bütün bu mafya organizasyonlarında ve siyasette adı çokça geçen, serveti milyar dolarları bulan bir mafya şefiydi. 2007 yılında Türkiye yasal olarak bahis oyunlarını tekeline alınca, Falyalı yasadışı sanal bahis oynatmaya başlamış, kısa süre içerisinde devasa bir servet kazanmıştı. Bu serveti ise “uyuşturucu ticareti” yapmak için kullanmaya başlamıştı. Kıbrıs’ta lüks oteller ve kumarhaneler kurmuştu. Kazanç o kadar büyüktü ki, Falyalı 2019 yılında İngiltere Premier Liginde oynayan Fulham takımını, tek seferde 100 milyon sterlin vererek almayı teklif edebiliyordu. Gayrisafi milli hasılası 20 milyar lira olan KKTC’de 800 milyon dolarlık “kayıtlı” serveti bulunuyordu. KKTC dışındaki mal ve para varlığı ise bilinemiyor... İşte sanal bahis, kumar ve uyuşturucu ticareti ile elde edilen o devasa servet böyle bir servetti.

Bu mafya bozuntusunun bu denli büyük bir serveti tek başında kazanabilmesinin elbette ki imkanı yoktur. Sermaye devletinin içinde bu kazancın ortakları bulunmaktadır. Aynı zamanda bu paranın bir yerde aklanması, bir yerde meşru hale getirilmesi gerekmektedir. Bu noktada sermaye devleti devreye girmektedir. Bakanlarından ailelerine, üst düzey yargı ve emniyet bürokratlarından daha alttaki emniyet müdürleri ile hakim ve savcılara, uyanık mafya polislerinden çeşitli çaptaki mafyalara ve Mehmet Ağar gibi eli kanlı faşistlere iş düşmektedir.

Halil Falyalı’nın ismi daha önce sanal bahis ve uyuşturucu ticareti kapsamında bir kere bile duyulmamıştı. Sermaye devletinin kamuoyuna yansıttığı, “Asla izin vermeyeceğiz” dediği birçok sanal bahis-kumar operasyonlarında bu işin başındaki Falyalı’nın adı hiç geçmiyordu. Süleyman Soylu’nun “uyuşturucu satanların bacağını kırmaktan” bahsettiği günlerde Falyalı, Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım ve Mehmet Ağar’la birlikte Venezuela’dan kokain ticareti yapıyordu. Yani Falyalı’nın koruma kalkanı doğrudan sermaye devletiydi.

Türkiye’deki pis ve kirli ilişkilerin ve işlerin adeta arka bahçesi haline gelen KKTC’de Falyalı yıllarca rahat bir şekilde yaşadı. Hatta serveti ile Kıbrıs’ta siyasetçilere sponsor oluyordu. Peker, ifşaatlarında Halil Falyalı’nın elinde siyasetçilere ait şantaj kasetleri bulunduğunu söylemişti. Bu kasetlerden bir kısmının yayınlanması ile Kıbrıs’ta istifalar da yaşandı. Falyalı ise kumarhanesinde yaşanan bir saldırı bahane edilerek kısa süreliğine tutuklandı. Serbest bırakıldıktan bir süre sonra da silahlı saldırı ile öldürüldü. Kuşkusuz bu cinayetin altında birçok sebep yatıyor. Yasadışı organizasyonlardan düzen siyasetine varıncaya dek oluşturulmak ve değiştirilmek istenen dengelerin cinayette önemli bir etken olduğuna dair yorumlar yapılıyor. Yeni cinayetlerin işlenebileceği öngörülüyor. Neticede bu düzende hepsi de mümkündür...

Ancak bütün bunlardan çıkan en çarpıcı sonuç düzen siyasetinin nasıl işlediğidir. Düzen siyaseti dediğimiz yapı, bugün milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını dizayn ediyor, belirliyor. Düzen siyaseti, toplumsal iktidarın burjuvazinin elinde olması demek. Yani işçi sınıfının dizginsizce sömürüsü demek. Aradaki bağ bizler için önemli. Çünkü bahsi geçen bütün bu uyuşturucu kaçakçılığı, kara para aklanması, silah ve petrol kaçakçılığı, dinci gerici örgütlerin finanse edilmesi, irili ufaklı mafyaların palazlandırması hep bu düzenin kontrolü altında yapılıyor. Bir yandan işçi sınıfının sömürüsü ile zenginleşenler diğer yandan da bütün bu kirli işleri yürütüyor. Kapitalist düzenin “eşitlik, demokrasi, özgürlük” gibi kavramlarla maskelemeye çalıştığı düzenin gerçek yüzü budur. Maske bir kere daha düşmüştür.

S. Dede