7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğrayan ve “toplumsal meşruiyeti” zayıflayan dinci-faşist rejim o günden bu yana her tür kirli ve kanlı gayrı-meşru yöntemi kullanarak ayakta duruyor. Bu ise rejimi tepeden-tırnağa kokuşmuş, vurguncu bir mafyatik niteliğe büründürdü. Son dönemde sadece ekonomik alanda yaşanan olaylar, Tayyip Erdoğan ve etrafını saran dinci-lümpen şebekesinin evrimleşmesiyle “hilkat garibesi” denebilecek bir siyasi-bürokratik kastın oluştuğunu gözler önüne serdi. Saray rejiminin yarattığı bu ucube kast, kılıfına uydurulmuş “olağan yalanlarla” yönetemez duruma düştüğü için artık akla ziyan kaba-saba çarpıtmalar ve azgın bir zorbalıkla saltanatını ayakta tutmaya çalışıyor.
Yalanla talanın sentezi
Kendileri yağmalayarak, beşli çete ve emsallerine yağmalatarak dev bir servet biriktirdiler. Yaklaşık yirmi yılın sonunda ülkeyi ekonomik çöküşle kaos arası bir tünele soktular. Milyonların yaşamını altüst ettiler. 21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken soğuk kış günlerinde uzun ekmek kuyrukları oluşturdular. Asgari ücret açlık sınırının altında kaldı. Çalışanların büyük bir çoğunluğu asgari ücretle, bir kısmı ise daha düşük bir ücretle çalışmaya mahkum edildi. İzledikleri politika ile TL’nin değeri hızla düşürüldü, enflasyon yükseldi. Toplum derin bir gelecek korkusuyla baş başa bırakıldı.
Onlar bu çöküşü “yeni ekonomik model”, “Çin modeli”, “yerli model” gibi palavralarla pazarlamaya çalıştılar. Bu “model” ile doların 18 liraya fırlamasına zemin hazırladılar. Ardından AKP şefine açıklama yaptırıp doları birden 11 liraya düşürdüler. Bu operasyon için Merkez Bankası’nın (MB) olmayan rezervlerinden 20 milyar dolar sattıkları hesaplanıyor. Ekonomistler MB’deki eksinin 40’tan 60 milyar dolara çıktığını belirtiyorlar. MB’nin 128 milyar dolarlık rezervini yağmalayanlar, kısa sürede 60 milyar dolarlık bir eksi de yarattılar.
Saraya biat etmeyen ekonomistler, müdahalenin esas olarak ABD’den yapıldığını belirtiyorlar. Tayyip Erdoğan konuşma yaptıktan sonra milyarlarca doları satışa sunup TL’nin değerini yükselterek, güya AKP şefinin “dünya lideri” olduğunu ‘kanıtladılar’. Dolar kurunun 11-12 lira arasına düşmesini, güya Tayyip Erdoğan’a güvenen vatandaşların dolar satmaları sağlamış. Sarayın, Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğuna oturttuğu Nureddin Nebati adlı zat şu açıklamayı yaptı: “Kimse devreye girmedi, sadece binlerce bireysel satıcı devreye girdi, adeta yarıştılar. O gece dövizini bozdurmak için adeta insanlar yarışa girdi.”
Görünen o ki kendisi de bir kapitalist olan Nebati, sahtekarlıkta herkesi yaya bırakıyor. Zira gece saatlerinde yaşanan müdahale esnasında “fani vatandaşlar” istese de işlem yapamazdı. O saatlerde ancak rejimin adamları ya da hazırlanan, önceden haberdar edilen “büyük oyuncular”, yani saray rejimiyle iltisaklı para babaları işlem yapabilirdi. Nitekim “Nebati’nin mumu” yatsıya kadar bile yanamadı. Çünkü olayın ertesi günü, bankalardaki toplam mevduatlarda dövizle açılmış hesaplarda artış olduğu saptandı. Bu artışta başı çekenler de AKP’nin yüksek oy aldığı kentler oldu. Yani Nebati ve onun izinden giden saray beslemesi medya ve troller güruhu kaba saba yalanlarla bir “algı operasyonu” gerçekleştirdiler.
Büyük yalanlarla örülen algı operasyonu ile milyarlarca dolarlık servet transferine kılıf uydurmaya çalıştılar. Oysa Nureddin Nebati’nin kendisi “küçük yatırımcıların çarpıldığını” pişkince anlattı. Küçük yatırımcı 16-18 liradan satın aldığı doların 11-12 liraya düşürülmesiyle “çarpıldı”. Hazırlanan plandan haberdar edilen “büyük yatırımcı”, yani sarayla iltisaklı para babaları ise doları 18 liradan satıp hemen ardından 11-12 liradan geri aldılar. Yani saatler içinde dolar bazında %50’ye tekabül eden büyük bir vurgun yaptılar. Utanmazlıkta sınır ve ölçü tanımayan saray rejiminin başı ile müritleri işte bu yalan-talan operasyonundan “başarı öyküsü” devşirmeye kalkıştılar. İşin garip tarafı düzen muhalefetinin bir kesimi ile bazı “muhalif” gazetecilerin de olan biteni “başarı” diye nitelemeleridir.
Bir tarafta ekmek kuyrukları bir tarafta milyar dolarlar
AKP-MHP iktidarının yönettiği Türkiye’de yaşananlar, bu sermaye uşaklarının pervasızlığı vardırdıkları boyutu göstermesi bakımından çarpıcıdır. Zira şatafatlı saraylarında oturup ülkeyi yöneten bu ucube kast, milyonlarca emekçinin yaşamını allak bullak eden icraatlara imza atarak, insanları soğuk kış günlerinde emek kuyruklarına mahkum ederken, milyonlarca emekçinin doğalgazı ödenmeyen faturalardan dolayı kesilirken, milyonlar işsizken, devasa bir serveti etraflarındaki para babalarına transfer edebildiler. Ülke nüfusunun çoğunluğunun daha da yoksullaştırılması pahasına organize edilen bu büyük sahtekarlığın kokuşmuş mafyatik rejimlerinin ömrünü uzatabileceğini var sayıyorlar.
Kapitalizm insanın insan tarafından sömürüsüne dayalı bir sistemdir. Eşitsizlikler de işsizlik de servet-sefalet kutuplaşması da bu sistemin yapısal sorunlarıdır. Buna rağmen sistem kitleleri aldatabilmek, onların rızasını kazanabilmek için bazı kurallara göre hareket eder. Yalanı, talanı, vurgunu, kepazeliği kılıfına uydurmaya çalışır. Oysa AKP-MHP rejiminin yönetici kastı kaba bir küstahlık, ölçüsüz bir pişkinlikle emekçileri hiçe saydığını ilan ediyor. Hem milyonlarca kişinin daha da yoksullaştırılması hem gelecekte emekçilerin sırtına ağır yükler bindirecek olan milyarlarca dolarlık vurgunların ayan beyan yapılması, halkı hiçe sayan pervasızlığın vardığı boyutu gözler önüne seriyor.
AKP-MHP iktidarının yıkılma korkusunun sarayın karanlık dehlizlerini sarmış olmasının, ülkeyi yöneten ucube kastın pervasızlaşmasında önemli bir rol oynadığı kesin. Zira “olağan” yöntemlerle yönetebilselerdi bu kadar kepazeliğe ihtiyaç duymazlardı. Dincilik, ırkçılık, neo-liberalizm, mafyacılık, yağmacılık, riyakarlık gibi çirkeflerle yoğrulmuş bu yönetici kastın icraatları iğrenç olsa da şaşırtıcı sayılmaz. Zaten bu nitelikte bir kast da ancak böyle kepazelikler konusunda “başarılı” olabilir.
Yazık ki bu gözüdönmüşlüğü mümkün kılan daha önemli bir neden var. O da işçi sınıfı ile emekçilerin kendilerine bunca kötülüğü reva gören, onları hiçe sayan bu ucube kastın ve temsil ettiği sermaye sınıfının karşısına dikilmemiş, işledikleri bunca suçun hesabını halen soramamış olmasıdır. Bunlardan hesap sormak kolay olmasa da mümkün ve zorunludur. Bunun için gerekli olan ise işçi sınıfının, emekçilerin, gençlerin, kadınların ve toplumun öteki ezilen kesimlerinin örgütlü mücadelesinin ilmek ilmek örülmesidir.