Maraş merkezli depremin ilk günlerinden itibaren Adıyaman'da bulunan psikolog ile gözlemleri üzerine konuştuk.
Depremin ilk günlerinden bu yana afet bölgesindesiniz. Birçok olaya şahit oldunuz. Aynı zamanda bir psikolog olarak gözlemleriniz nelerdir?
Depremin 3. günü buraya ulaştım. Biz devlet görevlendirilmesi ile Hatay'a gönderildik. Yaklaşık bin-bin beş yüz kişilik bir sağlık ekibi görevlendirildi. Fakat biz 3. güne kadar İstanbul'dan çıkarılmadık. Sürekli havaalanından tren istasyonlarına, oradan otogara dolaştırıldık ve bir türlü afet alanına gelemedik. Çünkü ne yazık ki AFAD'ın inanılmaz bir koordinasyonsuzluğu vardı. Dolayısıyla biz de birkaç arkadaş kendi çabamızla TTB, SES ve HDP’nin organize ettiği bir ekiple geldik. Bireysel gitmemizin bir yararı yok. Tek başına insanlara ulaşmak yetmiyor. Barınma, gıda ya da psikolojik olarak destek sunabilmek için bir ekiple hareket etmek gerekiyor, örgütlenmek gerekiyor aslında. Burada Cemevi var, arkadaşlar iyi bir ekip kurmuşlar. Burada bireysel olarak gelip bizimle hareket eden arkadaşlarımız da var.
Milletvekili ve Vali’nin binasında iş makinesi çalıştı
Depremin dördüncü gününün akşamına kadar burada kurtarma çalışmaları yapılmadı. İnsanlar kendi çabaları ile yakınlarını çıkardılar. Hatta şu anekdotu hiç unutmayacağım; bir kadın tırnakları ile kazıya kazıya kocasını ve annesini çıkarmış. Ellerini yıkayamıyor ve yemek bile yiyemiyordu. Çünkü annesinin cesedini çıkarmaya çalışırken kendi vücuduna da hasar vermiş. Tırnaklarının arası kanlıydı. Burada Adıyaman'da hiç kimse yoktu gerçekten. İnsanlar bireysel olarak buradaydı. İş makinasının çalıştığı yalnızca bir-iki apartman vardı: Biri AKP'li Milletvekili’nin de öldüğü bina, öbürü ise Vali’nin akrabalarının içinde olduğu bir binaydı. İşin garip tarafı şu ki, bu binaların bir sağında bir de solunda iki bina yıkılmış ikisinden de ses geliyor ama içindekiler “torpilli” olduğu için sesin hiç gelmediği umut olmayan bir binayı kazıyorlardı. Ankara ve Konya'dan gelen AFAD ekibi ile sohbet ettik biraz ve bu arkadaşlar bile durumdan çok şikayetçilerdi. AFAD ekibindeki termal ses cihazını getiren ekipler şunu söylüyor:
“Termal ses için bile torpili araya sokup bizi öyle yönlendiriyorlar. Biz bu şekilde enkaza gidiyoruz. İlla araya bir torpilin girmesi gerekiyor.”
“Kimliksel bir şey değil, işçi sınıfına yönelik topyekûn bir saldırıdır”
Bu durum artık gerçekten kimliksel bir şey değil, işçi sınıfına yönelik topyekun bir saldırıdır. İnsanlar şoktalar ancak buna rağmen normal davranıyorlar. Aslında olması gerekenin dışında bir normallik bu. Muhtemelen üçüncü haftasında psikolojik olarak birçok sorun patlak verecek. Çünkü bütün ailesini kaybedenler var. Köylerde ise durum daha vahim. Dördüncü gün gittiğimiz bir köye ilk ulaşan bizdik. Yolları kapalı olduğu için bizden önce giden olmamış. Oradaki köylülerin söylediği şuydu: “Biz umudumuzu kesmiştik çünkü dünya yıkıldı sanıyorduk.” Köydeki tüm evler yıkılmış, kendi cenazelerini kendileri çıkarıp gömmüşlerdi. Bu çok acı bir şey, o insanlar yıllarca travmasını yaşayacaklar.
“Biz ölmüş hayvanları böyle gönderiyoruz. Ben annem için aynı şeyi yaptım bunu asla unutamayacağım”
Ölüm ya da deprem insanlarda travma yaratıyor ama travmanın asıl kalıcı olmasını sağlayan şey şudur: Normalde bu topraklarda yaşayan insanlar ölülerini alırlar, yıkarlar, gömerler, yani “o senaryo”yu tamamlarlar. Ama depremde yakınları ölen bu insanlar için o senaryo eksik kalıyor. Mesela gittiğimiz köyde insanlar saatlerce karın ortasında beklemişler. Gidecek yerleri de yok. Elektrik yok, telefon yok, hiçbir şey yok ve ne olduğunu anlayamıyorlar. Sonra canhıraş en yakın köylerde ailelerini yalın ayak kurtarmaya gidiyorlar. Sonra bunlar kendi cesetlerini poşetlere sarıyorlar ve o dağlardan aşağıya kaysın diye bırakıyorlar. Bir kadın şunu söyledi: “Ben yıllardır hayvancılık yapıyorum ve biz ölmüş hayvanları böyle gönderiyoruz. Ben annem için aynı şeyi yaptım bunu asla unutamayacağım.”
“Deprem öldürebilir ama bu insanlar bu kadarını hak etmiyorlardı”
İnsanların hayatlarında unutamayacağı acılar yaşatıldı aslında. Hal böyleyken bir kesim “deprem öldürmez Allah öldürür” diyor. Bir başka kesim ise “binalar öldürür” diyor. Deprem öldürebilir ama bu insanlar bu kadarını hak etmiyorlardı. Bugün bir öğretmenle konuştum; bütün öğrencilerini kaybetmiş. O kadar normal bir vaziyette ki, bu öğretmen bir ay sonra belki iki hafta sonra tekrar ders başı yapacak. Hangi psikoloji ile yapacak? İnsan bunu düşünemiyor bile. Bu insanların ilk ihtiyaçlarından birisi kesinlikle psikolojik destektir. Barınma, gıda, hijyen kadar özellikle bir ay sonra bu insanların psikolojik danışmaya da ihtiyacı olacak.
Dördüncü günden sonra biz enkazlarda ses alma kısmına geçmedik. Mucize diyorlar ya, mucize olacağına dair bir inancımız kalmamıştı. Ben biraz gözlem yapmak istedim. Yani enkazların başında bekleyen insanların hissiyatlarına ilişkin bir gözlem. Bir amca vardı keyfi yerinde gözüküyordu. Bizi hemen davet etti ateş başına, sonra konuştuk. Amcaya neden burada beklediğini sorduk. Dedi ki:
“3 tane yakınım var içeride, 42 mezar kazdım evimin bahçesine, Bağ evine 38 kişiyi gömdüm, burada 3 kişiyi bekliyorum.”
Adam annesini, kardeşini, eşini, çocuğunu, gelinini, torunlarını her şeyini kaybetmiş ve normal davranıyordu. Bu adam zaten bir süre sonra ciddi şeyler yaşayacak. Burada hemen hemen herkes birbirini tanıyor. Adıyaman küçük bir yer ve köy-mahalle çalışmalarında fark ettiğim şey şu; herkes birbirini tanıdığı için dolayısıyla herkes zincirleme yakınlarını kaybetmiş. Köylerde taziye yerleri var ve hepsinin çocukları ölmüş. Bugün 75 yaşındaki bir nene ile ahır kapısına gittim, tek çocuğu varmış onu da kaybetmiş. Bana dedi ki “Gidenler ölmedi, ben öldüm, asıl ölen kalanlardır.”
“Devlet yoktu, gerçekten yoktu”
Yaşananlar bir katliam gibi. Herkesin burada söylediği bir şey var: “zamanında gelselerdi ölenlerin çoğu kurtarılırdı.” Devlet yoktu, gerçekten yoktu. Herkesin söylediği şey şuydu: binaların altından konum atılmış. Bütün binalardan ses gelmiş. 4 gün boyunca burada kimse yoktu. Bakın burada herkesin tırnakları kirli ve kesmiyorlar tırnaklarını biliyor musunuz? Çünkü gömdükleri ama yarım kalan senaryonun devamı tırnakların arasında. Çok öfkeliler ama korkuyorlar. Devleti eleştirmekten korkuyorlar. Psikolojide şöyle bir şey var, bir şey seni korkuttuğunda, bir şeyden korkuyor ve baskı hissediyorsan korkunu mistik bir şeyle dışarı çıkarırsın, “Allah yaptı”, “Allah'ın işi” diyor burada herkes. Ama biraz konuşmaya başlayınca tüm cümleler “devlet gelmedi” de sonuçlanıyor.
“İşçi sınıfı örgütsüz. Devlet zaten örgütlü ama kendisi için örgütlü”
Köylerde su yok, insanlar kar eritip içiyorlar. Salgın hastalıklar kısmen başlamış diye duyduk. Kolera-tifo gibi hastalıklar başladı ya da başlayacak. Kadınlar için enfeksiyonel hastalıklar başlayacak. Enkazdan çıkarılanlar sürekli ağlama krizleri geçiriyor. Bu insanları rehabilite edecek bir ekibin çoktan kurulması gerekiyordu. İşte tüm bunlar o kadar tanıdık ki 99 depremi, Soma, Ermenek, Van, İzmir, Hendek, Torunlar İnşaat hepsinde aynı şeyler yaşandı ve yaşanmaya da devam edecek. Çünkü örgütsüz bir toplumuz. İşçi sınıfı örgütsüz. Devlet zaten örgütlü ama kendisi için örgütlü. Ayrıca şunu da ekleyeyim; sağlıkçılar gelmek istedi fakat “ihtiyaç yok” denildi. İnsanları şehirlerin içine almadılar, aldıklarında geri göndermeye çalıştılar. Gönüllü olarak gelenler için gözaltılar, soruşturmalar ve baskılar başlatıldı.
-İnsanların en temel ihtiyaçları barınma, beslenme ama bunun dışında hayatlarını devam ettirebilmeleri için psikolojik olarak da destek almaları gerekiyor dediniz. Peki bu nasıl sağlanabilir?
Çok medikal olarak düşünmemek gerekiyor. Yani hastanelere götürelim, ilaçlara boğalım gibi düşünmemek gerekiyor. Bu insanlar şimdi farkında değiller yaşadıklarının ama zaten farkında olsalar da çok kişi var etraflarında. Bir ay sonra yalnız kalacaklar. Aslında temelde, ilk etapta yalnız olmadıklarını hissettirmemiz gerekiyor. Köylerde, ilçelerde, beldelerde belki onların kültürüne yakın, onları daha içsel olarak anlayacak ekipler kurulsa, onları hem mental olarak iyi hissettirecek hem gerçek anlamda kucaklayacaktır. Az önce söylemiştim zaten bir süre sonra intiharlar başlayacak. Burada yaşananlar herkesin kaldırabileceği türden şeyler değil. Cesetler kokmaya başladı ve insanlar o enkazların önünde halen daha bekliyorlar. Çıkan cesetler normal bir insan cesedi değil. Yani çoğu cansız beden olması gereken insan formundan çok uzakta. Bu insanlar için gerçekten çok ağır bir şey. Tüm bunlar için psikiyatristlerin yoğunluklu olduğu ekiplerin oluşturulması gerekiyor.
Çocuklar şu an da oynuyorlar, geziyorlar, anlamıyor gibi görünüyorlar ama durum bundan ibaret değil. Normalde psikolojide 0-6 yaş arası yaşanılan her şey travma olarak kalır. Yetişkinler alışır, kabullenir ve devam ederler, ama çocuklar için bu sonsuz bir travma haline dönüşür. Çocukların hepsi şu anda yalıtılmış gibi duruyor, neredeyse hepsi. Köylerde ya da mahallelerde çocuklarla oturduğunuzda “Sallandık!” diyerek birden ayağa fırlıyorlar. Özellikle çocuklar için aileler dışında -çünkü ailelerin de psikolojisi normal değil- kucaklayıcı bir çözüm bulmamız gerekiyor. Çocuk gelişimcilerin, psikologların, psikiyatristlerin bu anlamda gerekirse köy köy komiteler kurması gerekiyor. Bu atıl durumdan çıkılması gerekiyor, çünkü buradaki insanlar hiçbir şey yapamıyorlar. Umutlarını kaybettikleri için hiçbir şey yapmıyorlar. Mesela en basitinden kalkıp bir banyo bile yapmıyorlar. Bir an önce onların da ortak bir şeyler yapması gerekiyor.
“İnsanlar travmalarını alıp başka şehirlere gittiler”
Biz gittiğimiz köylerde üniversiteli öğrencilerle birlikte küçük ekipler kurmaya çalıştık. Ekipler kurarak işte “banyo yapma ekibi”, “kitap okuma ekibi”, “akşam sohbet etme ekibi” gibi şeyler. Tabi burada iş anlamında profesyonellerin olması daha sağlıklı olacaktır. Bir an önce köyler, mahalleler, beldeler ve merkeze için ekiplerin oluşturulması gerekiyor. Bu arada şehir boşalmış durumda. İnsanlar travmalarını alıp başka şehirlere gittiler. Onların tek tek tespit edilmesi gerekiyor, çünkü bu insanlar eninde sonunda patlayacaklar. Travmalar sadece insanları ilaca bağımlı hale getirmez; topluma, kendisine, çevresine zarar verecek psikopatlar da yetiştirir. Dolayısıyla yapılacak şey belli aslında: Herkesi kucaklayıp destek verecek merkezlerin açılması. Bu ise apoletli, psikolog olduğu her halinden belli olan kişilerin değil, yıkımı yaşayan insanların doğal ortamına adapte olabilecek kişilerin yapabileceği bir şeydir.
Kızıl Bayrak / Adıyaman