6 Şubat’tan bugüne kadar süren ve en az 13 milyon kişiyi etkileyen depremlerin ardından yaşananlar devlet kurumlarının aczini gözler önüne serdi. Deprem öncesinde rant ve talan politikaları, depremin ardından arama-kurtarma çalışmalarının başlamamış olması ve sonrasında depremzedelerin günlük yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanmaması yıkımı daha da derinleştirdi. Afet yönetiminde yapılan tercihler ise tüm toplumun gözünde birçok devlet kurumunun sorgulanmasına vesile oldu.
Afet durumlarında ilk akla gelen ve kamu yararına çalışması ile bilinen Kızılay da bu kurumlardan biri. Resmi internet sitesinde verilen bilgilere göre Kızılay 1868 yılında bir grup hekimin çabaları ile savaş alanında yaralanan askerlere ayrım gözetmeksizin yardım amacıyla kuruldu. 155 yıllık yardım kuruluşu Kızılay’ın içi AKP’li yıllarda iyiden iyiye boşaltıldı. AKP’nin kurduğu rant, talan, çete, rüşvet, tarikat düzeninin en gözde kurumlarından biri haline gelen Kızılay gerici vakıf ve tarikatlarla bağı, bütçesi ve çoklu maaşlı yönetici takımı ile adeta AKP’nin çiftliği durumunda.
Deprem bölgesinde en yakıcı sorunların başında barınma geliyor. Depremin üzerinden haftalar geçmesine rağmen depremzedelere çadır dahi yerleştirilmedi. Dev bütçesi ve fabrikaları ile çadır sorununu çözmesi beklenen Kızılay bölgede doğru düzgün görülmedi. Son olarak ise depremin ilk günlerinde AHBAB ve Türk Eczacılar Birliği’ne çadır satması ile gündeme geldi.
Dev bütçeye kim çökecek?
Ensar Vakfı’na para transferi ile tepkilere neden olan Kızılay’da rekabet kavgası yaşandığı ortaya çıktı. İsmail Arı’nın BirGün’de yer alan haberine göre Kızılay’ın yönetimini ele geçirme konusunda Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın aileleri arasında rekabet olduğu raporlara yansıdı.
Yazıdaki veriler özetle şu şekilde: Uzun süredir iktidar kavgası yaşandığı belirtilen kurumda dev bütçeyi hangi ailenin “yöneteceğinin” tartışılması kurumdaki çürümeyi ve yozlaşmayı tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhamı Yıldırım 2019 yılında üçüncü defa Kızılay İstanbul Şube Başkanlığı görevine seçildi. Emine Erdoğan ile Bilal Erdoğan’ın desteklediği Kızılay Başkanı Kerem Kınık ise Kızılay’ın İstanbul Şubesi’ni İlhami Yıldırım’a ve ekibine teslim etmek istemedi. Kınık, İlhami Yıldırım’ın dışında aile üyeleri ile akrabalarının da yönetiminde yer aldığı Kızılay’ın İstanbul Şubesi için 2019 yılında, Kızılay Teftiş Kurulu Başkanlığı’na “gizli” ibareli bir rapor hazırlattı. Raporda, İlhami Yıldırım’ın üç dönem kuralına takıldığı, buna rağmen şube başkanlığına aday olarak kazandığı ve bunun Kızılay Tüzüğü’ne aykırı olduğu belirtildi.
Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın da imzasının yer aldığı raporda, Kızılay Genel Merkezi’nden gönderilen iki ayrı yazıya rağmen İlhami Yıldırım’ın 3 Şubat 2019’daki kongrede aday olup seçildiği, Yıldırım’ın Kızılay Merkez direktif ve talimatları aykırı iş ve işlem yürüttüğü, Genel Merkez’in bildirim ve uyarılarını dikkate almadığı belirtildi. Raporda, İlhami Yıldırım’ın başkanı olduğu Kızılay İstanbul Şubesi yönetimini görevden alınması gerektiği ve bunun için de Kızılay Yönetim Kurulu kararı alınacağı ifade edildi. Yıldırım ekibi, bu duruma itiraz etti. Ancak bu gelişmenin ardından İlhami Yıldırım görevinden alındı, Kızılay İstanbul Şubesi’nde 28 Nisan 2019’da yeniden kongre yapıldı. İlhami Yıldırım’ın desteklediği ekip seçimi kazandı, Mehmet Uğurelli Kızılay İstanbul Şube Başkanı oldu.
İmza attığı tüm skandallara rağmen Erdoğan ailesinin tam desteğini sürdürdüğü Kızılay Başkanı Kerem Kınık, yenilgiyi kabullenemedi ve İstanbul’da paralel bir şube kurdu. İstanbul İl Merkezi Şubesi ismi verilen Kızılay şubesinin başına da AKP’li Kadem Ekşi getirildi. Tüm ilçe şubeleri, İstanbul İl Merkezi Şubesi’ne bağlandı, Kızılay Genel Merkezi de tüm iş ve işlemleri bu şube üzerinden yürütmeye başladı. İlhami Yıldırım ekibinde olan Kızılay İstanbul Merkezi Şubesi de paralel şube kurulmasıyla yalnızlaştırıldı.
Yolsuzluk, israf, tarikat ve cemaatlerin beslenmesi…
Kızılay’da yaşanan skandallar yeni değil. Yönetim kademelerinde birçok AKP’linin yer aldığı kuruluş, 2019’da holdingleşmişti. Çadır ve maden suyu fabrikaları, hastaneler ve binlerce gayrimenkul devasa bütçesiyle birlikte 6 farklı şirkete devredilmiş ve yöneticilerine “huzur hakkı” adı altında çoklu maaşlar bağlanmıştı. “Gelişim açısından kısır döngü içerisinde bulunulması ve katma değer imkânı bulunmaması” gerekçesiyle şirketleşen Kızılay’ın böylelikle harcamalarının da yönetim kurulundan bağımsız yapılmasının önü açıldı. Ardından yapılan tüzük değişikliğinde yönetim kuruluna verilen bankalardan borçlanma, vakıf kurma ve ticari ortaklıklar yetkileri ile kurumun bütçesi tümüyle yağmaya açıldı. “Yardım” ve “bağış” adı altında milyonları toplayan Kızılay’ın adı sık sık yolsuzluk ve israfla gündeme geliyor. “İtibar” adı altında kiralanan yalılar da israfın bir başka örneği.
Başkent Gaz tarafından Kızılay’a bağışmış gibi gönderilen milyon dolarların çocuklara yönelik cinsel istismar davası ile bilinen Ensar Vakfı’na aktarılması çürümeyi gösteren en çarpıcı örneklerden biri olarak Kızılay’ın hanesine yazılmıştı. Başkent Gaz’ın “bağış” yoluyla vergi kaçırmasına köprü olan Kızılay’ın da deprem bölgesindeki yıkımda sorumluluğu vardır.
Kızılay deprem bölgesinde yok!
Kızılay’ın Maraş’ta bulunan ilk yardım eğitim merkezini 2 Ocak 2023’te tamamen kapattığı ve Osmaniye, Kilis, Antep, Adıyaman’da da ilk yardım eğitim merkezi bulunmadığı da deprem sonrası açığa çıktı.
Çadırları Kızılay’dan alan AFAD yönetiminin 2020’den bugüne yaklaşık 2,5 yıl Kızılay’dan bir tek çadır bile almaması da deprem hazırlığı yapılmadığını gösteriyor. Çadır stoku bulunmayan AFAD’ın bu hazırlıksızlığı yüzünden bölgedeki insan kıyımı derinleşti. Kızılay Ankara’da bulunan ve günlük 250 çadır üretim kapasitesi olan fabrikası da üretim yapmadı. 2021’de açılacağı duyurulan Malatya Çadır-Tekstil Üretim Merkezi tamamlanamadığı için üretime geçilmedi. Öte yandan AFAD’ın çatısı altında Kızılay’ın görevinin elindeki tüm imkanlara rağmen sadece beslenme hizmeti ile sınırlandırılmış olması da yardımların ulaştırılmasını sınırlandırılan bir başka engel oldu. Böyle bile olsa deprem bölgelerine gıda da ulaştırılmadı.
“Asrın vurgunu” Kızılay’da
Bölgede görünmeyen Kızılay’ın depremin ilk günlerinde AHBAP ve Türk Eczacılar Birliği’ne çadır sattığı açığa çıktı. Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel, Kızılay’ın AHBAP Derneği’ne 46 milyon TL tutarında çadır sattığını duyurdu. Ağırel, “Ayrıca elindeki stokları ve gönderilecek yardımları da cemaat, tarikat vakıf ve derneklerine yönlendirdiği ileri sürüldü” ifadelerini kullandı.
Tepkiler üzerine hem AHBAP hem de Kızılay satışın gerçekleştiğini doğruladı. Kızılay, alışverişin, “afetzedelerin barınma ihtiyacının bir an önce çözülmesi” için yapıldığını, “çadır üretiminin devamını sağlamak amacıyla da ham madde bedelinin kabul edildiğini” iddia etti. Kızılay Başkanı Kerem Kınık, durumun "ahlaki, akılcı ve yasal" olduğunu ileri sürdü.
Türk Eczacılar Birliği’nin (TEB) de “Kızılay’dan parayla çadır almak zorunda kaldığını” Arman Üney açıkladı ve tanesi yaklaşık 140 bin TL fiyatla 76 metrekare büyüklüğünde 5 adet çadırı Kızılay’dan satın aldıklarını söyledi.
“Asrın feleketi”nde “asrın vurgununu” yapan Kızılay, bu çürümüş ve kokuşmuş rejimin aynasıdır adeta.
***
Yolsuzluk, israf, rüşvet, adam kayırmanın kural haline geldiği Kızılay her doğal afette fırsatçılık yaparak para topluyor. Çadır göndermesi gereken Kızılay’ın depremin ilk günlerinde çadır satması “asrın fırsatçılığı”nın yeni bir örneğidir sadece. Bir yardım kurumunun bile bu denli yozlaşması rejimdeki çürümenin vardığı boyutları gösteriyor. Yaşanan her afette, iş cinayetinde, toplumsal olaylarda çürümüş rejimin pis kokuları ortalığa saçılıyor. Sonuçları ise işçi ve emekçiler için gün geçtikçe ağırlaşıyor. Tepeden tırnağa yozlaşmış ve çürümüş bu düzenden hesap sormaksa insanca yaşam mücadelesini yükseltmekten geçiyor.