Yıkılmış bir şehrin insanlarıyla dayanışmak ve yaralarını sarmak için çıktık yola. Daha şehre girer girmez devletin kolluk güçleri, asker ve polis karşıladı bizi. Hatay’ın neredeyse yıkılmamış binası ve mahallesi kalmamıştı. Her yer adeta tuzla buz olmuşçasına yıkılmıştı. O tarihi ve kültürüyle zengin olan Hatay enkaz ve çöküntü altında kalmıştı.
Yollar çok sakin, şehir küsmüş gibi sessizliğe bürünmüştü. Adeta yıkık döküktü her yer. İnsanlar zorunlu nedenlerden kaynaklı içleri paramparça bir şekilde yerini yurdunu terk etmek zorunda kalıyordu. Yürekleri kan ağlaya ağlaya sevdiklerinden, yakınlarından eksilmiş olarak gidiyorlardı.
Yerle bir olmuş şehrin ve yüz binlerce depremzedenin acılarını paylaşmak için canla başla çalışmaya başladık. Defne ilçesinde ilerici ve devrimci kurumların koordinasyon merkezindeydik. Emekçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için çabaladık. Depremzede halka yardımları, kıyafetleri ve erzakları dağıtırken doğal bir şekilde sohbetler de açılıyordu. Yıkık dökük kentte yakınlarını, dostlarını, arkadaşlarını ve evlerini kaybetmiş bu emekçiler devletin kendilerini ortada bırakmış olmasına öfkeliydiler.
Hele ki çocuklarımız... Gözü kapalı masum çocuklarımız. Bu felaketin en günahsızları… Hepsinin o saf yüzlerinde buruk bakışlar vardı. Gözlerindeki o ışıltı sönmüş, karanlığa gömülmüştü. Ancak o bakışları ve tutuklukları bile çok şey anlatıyordu aslında.
Eğildim, dokundum birine “Hani senin oyuncağın” dedim, “yok ki” dedi. Gülümseyerek “size oyuncak getirdim” deyince çocuğun gözlerindeki mutluluğu anlatmak mümkün değil. Tabii kaç çocuğa yetecekti ki vereceklerimiz? Daha önemlisi, yaşadıkları acıyı, hissettikleri korkuyu nasıl unutacak bu çocuklar?
Renkli demografik yapıyı oluşturan insanların bir arada yaşadığı bu coğrafyanın, iktidar tarafından bilinçli bir şekilde yalnız bırakıldığı, emekçilerle yapılan her sohbetin konularından biriydi. Konuştuğumuz emekçilerin yakındığı diğer bir nokta ise AKP-MHP iktidarının Hatay'ın demografik ve sosyal yapısına dokunduğu ve bozduğu yönündeydi. Yaşanan bu deprem felaketi ile iktidarın artık son hamlelerini yapabileceği ve bu düzenin böyle gitmeyeceği yönünde düşünceleri de tekrar tekrar dile getiriliyordu.
Depremin ilk gününden itibaren emekçilerin birbirlerine karşı hiç bitmek bilmeyen minneti ve dayanışması bir kez daha şunu kanıtladı: İşçi sınıfının geleceği de kurtuluşu da kendi ellerinde olacaktır. İşçiler ve emekçiler hiçbir zaman yaşam savaşı vermekten vazgeçmeyecek! Bu dönem daha örgütsüz ve daha dağınık olabiliriz ancak bunun bile aşılacağı günlerin gelmesi bizim ellerimizdedir. Kurtuluşumuzun yolu dayanışmayı daha da büyütmekten, örgütlü ve birleşik mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Küçükçekmece’den bir Kızıl Bayrak okuru