Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine artık ayların kaldığı Türkiye’de, ekonomi tamamen seçim sandığına odaklı yönetilmeye çalışılıyor. Yüksek enflasyon ve yüksek döviz açığına rağmen canlı tutulmaya çalışılan ekonomi, seçmenin öfkesini kontrol etme çabasında ama son tahlilde dur durak bilmeyen fiyat artışlarına gelirler yetmeyince sonuç yoksullaşmanın derinleşmesinden öteye gidemiyor.
Özellikle son dokuz ayda hızlı bir tempo ile yükselen tüketici enflasyonu, ağustos ayında da pek yavaşlamadı ve aylık yüzde 1.46 artışın ardından yıllığı yüzde 80,21'e çıktı.
Tüketici sepetinin ağırlıklı ayaklarını oluşturan gıda ve konut harcamalarında küçük de olsa artışlar ağustosta da sürdü. Ulaştırmada temmuzda olduğu gibi artış değil, küçük de olsa bir düşüş yaşandı. Giyim fiyatları sadece yüzde 1.2’lik artış yaşadı. Mobilya, ev eşyaları, lokanta, otel vb. hizmetlerde ise daha yüksek artışlar kaydedildi. Eğitim harcamalarında ise yaklaşan yeni eğitim yılı nedeniyle yüzde 6.5’lik, sağlıkta da yüzde 7’lik bir artış kaydedildi.
Gıda fiyatları ağustosta aylık yüzde 0.9 artınca yıllığı da yüzde 90.3 olarak gerçekleşti. Gıda sepetinde yer alan ve alt gelir grubu tüketici için en önemli harcama maddesi olan ekmek fiyatlarının yıllık yüzde 101’in üzerinde artması, tek başına önemli bir alarm verici unsur.
1 Eylül’de açıklanan, dolayısıyla ağustos kayıtlarına girmeyen evlerde kullanılan elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar, eylül enflasyonuna yazılacak. Konut harcamalarının en önemli gider kalemlerinden biri olan enerji fiyatlarındaki sert artış, ağustosa kaydedilmeyince konut grubundaki artışlar aylık yüzde 2’de kaldı. Bu grupta kira artışları sağlıklı ölçülemediği için grubun yıllık fiyat artışı yüzde 72 dolayında görünüyor.
Dünya enerji fiyatlarının tırmanmasının da etkisiyle son ayların enflasyon öncüsü ulaştırmada, geçen ayda yaşandığı gibi ağustosta da artış değil, düşüş yaşandı. Dünya enerji fiyatlarındaki göreli gevşeme, benzin ve motorin fiyatlarında kısmi indirimleri getirdi, otomobil fiyatları ise yaz tatiline çıktı denebilir ve ulaştırma grubunda ağustos fiyat değişimi yüzde 1.8 azalma şeklinde gerçekleşti. Yine de ulaştırmanın yıllık fiyat artışı hâlâ yüzde 117 gibi flaş bir noktada.
Dayanıklı tüketim mallarında ise aylardır hiç gevşeme yaşanmıyor ve ağustosta da mobilya, beyaz eşya, elektronik gibi maddelerde aylık artış yüzde 3.3 dolayında gerçekleşti ve yıllığı yüzde 92’yi geçti.
Turizmdeki yüksek sezonun etkisiyle lokanta ve konaklama fiyatları da ağustosta aylık yüzde 3.3 arttı ve yıllık artış yüzde 81’e yaklaştı.
Tüketici fiyatları ağustosu küçük bir artışla geçerken aynı şey üretici ya da sanayici fiyatlarında yaşanmadı. Temmuzda yüzde 5 dolayında artarak yıllığı yüzde 145’e yaklaşan yurt içi üretici fiyatları (Yİ-ÜFE), ağustosta da tırmandı. Sanayiciler, ürünlerine ağustosta aylık yüzde 2.5 dolayında zam yaptılar ve yıllık fiyat artışları yüzde 144 gibi çarpıcı bir noktaya ulaştı.
Üretici fiyatları, gecikmeli bir geçirgenlikle tüketici fiyatlarına belli ölçülerde yansıyor. Eylül ve sonrasında tüketici fiyatlarında yaşanacak önemli fiyat artışlarında bu basıncın da etkisi olacak. Öte yandan yüzde 150’ye ulaşan üretici fiyatları, gelecek yıla ait, “Yeniden Değerlenme Oranı (YDO)” için bir gösterge. Kamunun ürettiği çeşitli mal ve hizmetlere, YDO kadar, yani üretici fiyatlarının 12 aylık ortalaması kadar zam yapılıyor. Bu da devletin vergi, harç, ceza alacaklarından kamu ulaşım fiyatlarına kadar birçok mal ve hizmete tahminen yüzde 125 oranında zam yapılması anlamına geliyor ki, 2023 sadece bu nedenle enflasyon ateşinin yavaşlamayacağı bir yıl olacak.
Yüzde 80 basamağına kurulan tüketici enflasyonu ile çalışan sınıfların baş etmesi mümkün değil. Çünkü yapılmış görünen ücret, maaş düzenlemelerine rağmen gelir artışları enflasyon artışının bir hayli gerisinde kalıyor ve reel gelir hızla eriyor, göreli yoksullaşma derinleşiyor. Bu durum, yılın ilk yarısı için açıklanan Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) verilerinden de teyit edildi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı “Gelire Göre GSYH” serisi gelirin, işgücü ve işletme artığı olarak paylaşımında işgücünün payının sert biçimde gerilediğini ortaya koydu. Bu, göreli yoksullaşmanın resmi kayıtlara da girmesi demek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim sandığına giderken yüksek enflasyon, büyük döviz açığı ve Hazine açıklarına rağmen ekonomiyi canlı tutma hırsı, GSYH verilerinde artışı getirdi. 2021 yılı GSYH büyümesi yüzde 11,4 olarak gerçekleştikten sonra 2022’nin ilk yarısının büyüme oranı da yüzde 7,5 gibi önemli bir noktada.
Kuşkusuz madalyonun bu parlak görüntüsünün rüzgârı, sürdürülebilir özellikte değil. Bu büyüme, ağırlıkla, yüksek enflasyon karşısında TL birikimlerini koruma kaygısı olanların mala hücumlarıyla ve ucuzlatılmış ihracatla gerçekleşti. Dövize müdahalelerin yol açtığı bilinmezlikleri de dikkate alan TL birikim sahipleri konut, otomobil, dayanıklı ev eşyaları satın alarak birikimlerini değerlendirebileceklerini düşündüler. Özellikle pandemi nedeniyle ertelenmiş harcamalar zincirinden boşandı. Bütün bu endişeli tüketim, sanayi ve hizmetler kesimine büyüme rüzgârı oldu. Bunun yanı sıra, TL’nin değer kaybından rekabet gücü edinen ihracat, fiyat kırma pahasına tırmandı ve sanayi büyümesinin yelkenlerine rüzgâr oldu.
Ne var ki bu büyümenin beraberinde ürettiği yüksek enflasyon, sürdürülemez cari açık ve Hazine açıkları yılın ikinci yarısı için büyümenin sürebileceği ümidini veremiyor.
İç tüketim ateşinde pişen, büyüyen pastanın paylaşımı ise büyük bir adaletsizlik içinde gerçekleşti. İşgücü ödemelerinin katma gelirdeki payı 2019 yılı ikinci çeyrekte yüzde 36,8 iken üç yıl sonra 2022 yılı ikinci çeyrekte yüzde 25,4’e geriledi. Pandemi öncesinde yüzde 45 olan net işletme artığı (sermaye payı) üç yılda yüzde 54’e yükseldi.
Pandemi ve yüksek enflasyon, emeğin payını keskin biçimde düşürürken bölüşüm ilişkilerinin daha da kötüleşmesine yol açtı. Yüzde 25,4’lük emek payı son 20 yılın en düşük düzeyi. 2002 yılı ikinci çeyrekte emeğin katma gelir içindeki payı yüzde 29,2 idi. Yüzde 25,4 AKP dönemindeki en düşük düzeydir.
İşgücü payındaki bu gerilemeye karşılık, ağırlıklı kısmını finans sektörünün, bankaların oluşturduğu sermaye kesiminin “net işletme artığı” ise özellikle son bir yılda olağanüstü büyüdü. Bu büyük gelir uçurumuna neden olan üç ana etkeni Prof. Dr. Korkut Boratav şöyle sıralıyor: “Merkez Bankası, kamu bankaları ve Saray’ın şirketlere aktardığı ucuz, ölçüsüz kredi pompalaması; kamu maliyesi kaynaklarının emekçilerden esirgenmesi ve bu sürecin kaçınmaz kıldığı enflasyon karşısında halk sınıflarının örgütsüzlüğü, çaresizliği.”
Boratav, “Vahşi bir kapitalizm ortamı yaşanmaktadır. Süreci yönetenler ise, Saray’ın yarattığı yukarıdaki çerçeve içinde bankalar, şirketler ve holdinglerdir” diyor.
Al-Monitor / 05.09.22