İstanbul Ticaret Odası seçimleri, Türkiye’de daha önce eşi görülmemiş bir ilgiye şamil olarak tamamlandı. Gerek cübbesiyle müsemma İsmailağa Cemaati vaizi Ahmet Mahmut Ünlü’nün “aman ha Müslümanlar gidin oy verin” temalı propaganda kaseti, gerekse seçim günü yaşanan hararet, İstanbul ticaret burjuvazisinin örgütünün yönetim yapılanmasını, çok geniş bir kesimin ve popüler siyasetin ilgi alanına soktu.
Aslında benzer bir durum diğer kentlerdeki ticaret ve sanayi odalarının seçimleri için de geçerliydi. Anadolu’da, AKP-Erdoğan rejiminin geleneksel ve en sadık sınıf tabanı olarak 20 yıldır kemiksiz kılçıksız bir destekle duran küçük-orta ölçekli tüccar ve sanayicinin de başta iktisadi sorunlar olmak üzere çeşitli nedenlerle eskisi kadar ‘kararlı’ olmadığına dair bazı ilk işaretler ortaya çıkmaya başladı. Van’da geçmiş seçimlerde AKP’den adaylığıyla gündeme gelen eski TSO Başkanı Necdet Takva’nın az bir farkla da olsa seçimi kaybetmesi; Urfa gibi bölge ekonomisi açısından son derece önemli bir kentte benzer bir değişimin yaşanması; Antalya’da seçim iptaline sonra yeniden tesciline varan gelişmeler birkaç örnek olarak sıralanabilir.
Ama daha çok dikkat çeken İstanbul, Ankara, Bursa gibi en büyük ticaret odalarının, tüccar sınıfının bu büyük karargâhlarının yönelimiydi elbette. Daha önce Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek ile Emine Erdoğan’ın kuzeni Gürsel Baran arasında yer yer sertleşen bir rekabete konu olan Ankara Ticaret Odasında, bu kez bir ‘AKP içi hizip çekişmesi’ olmamasına karşın oda tarihinin en yüksek katılımlı seçiminin yapılmış olmasına dikkat çekmeli.
İstanbul’dan sonraki en eski kuruluş tarihine ve büyük bir sermaye temsiline sahip Bursa Ticaret ve Sanayi Odasında da eski başkan İbrahim Burkay’ın seçimi kazandıktan sonra yaptığı konuşmaya, kendisinden beklendiği üzere, TÜSİAD müktesebatı kapsamında “Yeni bir paradigma yaşanıyor” sözleriyle başlamasını ve “Şimdi önümüzde oyunun kurallarının değiştiği benzeri görülmemiş yepyeni bir dönem var” demesini de buna eklemeli.
Ve tabii İstanbul Ticaret Odası seçimleri… Tüccar kapitalistlerin başkentindeki seçim, sonucu üzerinden değil süreci üzerinden değerlendirilmeli belki de. Temsil ettiği büyük sermaye kütlesinin yanında 700 bine varan üyesiyle bir ‘kitle’ de taşıyan İTO’nun yönetimi belirlenirken ortaya çıkan manzaranın, Türkiye’nin genel siyasi geriliminden açık izler taşıması anlamlıdır. Türkiye kapitalizminin içinde bulunduğu açmazları da taşıyan bu gerilimler, Oda yönetiminde bir değişikliğe yol açmadı. Açması da beklenmiyordu esasen. Ama özellikle siyasal iktidarla tam entegrasyon halindeki kesimlerin, Cübbeli vakasında görüldüğü gibi, teyakkuza varan çağrılara yönelmesi; bu seçimi sonucundan daha çok süreciyle önemli hale getirdi. İTO, devasa gövdesiyle, politik alandaki değişim ve sarsıntılara görece daha geç intibak ediyor. Büyük gemilerin yavaş manevralarla dönmesine benzetilebilir bu durum. İstanbul Ticaret Odası, AKP’nin 2002’deki seçim zaferinden ve bunun çatışmalı da olsa kalıcı bir dönüşüme işaret ettiğinin anlaşılmasından ancak üç yıl sonra, 2005’te, AKP ile tam uyumlu bir yönetime kavuşmuş, AKP kurucularından Murat Yalçıntaş başkanlığa seçilmişti.
İTO’da, Erdoğan’ın daha önce benzeri görülmemiş şekilde ismen desteklediği, ardından başta esnaf olmak üzere küçük sermayenin çeşitli katmanları üzerinde etkisi olduğu bilinen tarikat-cemaat simalarının dahi sahaya sürülmesiyle tahkim edilen Şekip Avdagiç’in, seçime birkaç gün kala “Bizim siyasi büyüğümüz Erdoğan'dır ve onun politikalarını desteklemekle ilgili sorumluluk hissediyoruz” demesi ve şöyle devam etmesi önemliydi: “Bizim bir görevimiz de şu anda ülkenin bekası için çalışan Cumhur İttifakı var. AK Parti, MHP ve diğer partilerle oluşan bir yapı var. Bunlar şu an ülkenin bekası için çok önemli bir süreç yürütüyorlar. Biraz belki şaşıracaksınız benim böyle söylememe ama bunu ifade etmekte beis görmüyorum...” Güncel siyasetin kurum ve kavramlarını bu denli açık ve tutkulu şekilde ifade eden sözler, İstanbul sermayesinin bu sınıf örgütü açısından siyasallaşmanın vardığı menzili gösterdi.
Bu seçimler, kazananların ‘zafer’inden ibaret sonuçlar üretmiyor. Ticaret ve sanayi odalarının seçimleri, Türkiye kapitalizminin ve onunla ilgili kritik kararları veren siyasal iktidarın çeşitli büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemde, sermaye sınıfının özellikle daha küçük katmanlarındaki endişelere, arayışlara, iktidarın siyasal hegemonya kaybına dair bir dolu iz bırakarak geçti. Başka işaretlerle birlikte bu süreç de gösterdi ki sermaye sınıfının 20 yılı aşkın süredir sürdürmeyi başardığı en geniş ittifak iyiden iyiye dayanıksızlaşıyor ve oradaki gerilim, doğrudan güncel siyasetin diline tercüme ediliyor.
Siyasetin, tam da ait olduğu yerde, sınıf örgütlerinin kapısında, üstündeki kostümleri çıkararak görünmesi dikkate değer. Benzer bir ‘siyasi soyunmaya’, kostümlerden sıyrılarak kendi talep ve amaçlarını programlaştıran bir siyasi hararete emekçi sınıflar ve müttefiklerinin de acilen sahip olması gerektiği ise çok açık.
Evrensel / 11.11.22