Erdoğan rejiminin, ekonomi yönetimindeki çelişik tutumları, onu iktidara taşıyan ve orada kalmasını sağlayan sınıfsal talep ve beklentileri bir arada yönetme kabiliyeti azaldıkça daha çok görünür oldu. Ümit Akçay, 2013 sonrasında “U dönüşleri” ile dolu bir “zikzak örüntüsü” olarak tarif etti bu kararsız durumu.
O zikzakların belki de sonuncusu, kasım 2020’de, dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın, instagram postlarında başlayıp, Saray’dan yapılan ve şimdiden bu dönemin literatürüne kült bir metin olarak giren açıklamayla sona eren, iki günden fazla bir zamana yayılmış istifasıyla ortaya çıkmıştı. Albayrak 2018 seçimlerinin kazanılmasından sonra kurulan ilk Saray hükümetinin maliye bakanıydı. Göreve başlamasının üzerinden bir ay bile geçmeden ilk büyük kur atağını yaşadı (ağustos 2018, Rahip Brunson krizi); ardından sonbahar boyunca bazı temel gıda ürünlerindeki fahiş fiyat artışları çıktı önüne. Stokçuluğun suçlanması ve soğan-patates depolarına kolluk güçleriyle yapılan baskınlar sorunu çözmedi elbette ve yaklaşan yerel seçimlerin de baskısıyla büyük kentlerde ucuz soğan-patates satılan tanzim çadırları açıldı. Kaybedilen seçimlerden sonra tümü kaldırılan bu çadırların önündeki uzun kuyruklar, toplumun maddi koşullarındaki gerilemenin oldukça net bir görüntüsünü vermişti.
Döviz kurlarındaki sert ataklar ve buna bağlı hayat pahalılığı istikrarlı şekilde devam ederken Bakan Albayrak, çoğunlukla alaycı bir ifade takınarak, bazı eleştirileri sahnede taklit edip itibarsızlaştırmaya çalışarak ve sık sık renkli grafiklerle süslenmiş ‘vadeli programlar’ açıklayarak tutunmaya çalıştı. Ama yerel seçim hezimetle sonuçlanmış, devletin tüm olanaklarına rağmen başlıca büyük kentlerin tamamı muhalefetin eline geçmişti. Seçimden bir yıl sonra pandemi koşulları ortaya çıktı. Halkın büyük çoğunluğunun sorunları ağırlaşırken, kamu olanakları bazı sermaye çevrelerine aktarıldı.
Salgın koşullarında işe koşulup karşılığında hiçbir şey alamayan, aksine büyük gelir kayıpları yaşayan ücretli emek başta olmak üzere, geniş halk kesimleri durumdan hoşnutsuzdu. Bunun yanında, büyük burjuvazinin önemli bir kesimi de gidişata açıkça itiraz ediyordu. İstanbul seçimlerinin iptal edilmesinden hemen sonra yapılan (mayıs 2019) TÜSİAD toplantısında, neredeyse iktidarla köprüleri atan eleştiriler dile getirilmişti. Hem politik hem ekonomik eleştirileri vardı. Erdoğan’ın ‘faiz sebep enflasyon netice’ amentüsüne şiddetle itiraz etmeye, esasen de uluslararası kapitalist müktesebata uygun politikalar talep etmeye devam ettiler.
Kasım 2020’de Berat Albayrak’ın istifası, ama esasen de bu istifadan bir gün önce yapılan bir atamayla “piyasanın istediği” Naci Ağbal’ın MB Başkanlığına getirilmesi bu açıdan yeni bir zikzak idi. Berat Albayrak’ın koltuğuna da yine “piyasa destekli” Lütfi Elvan getirildi. Merkez Bankası faiz artırımlarıyla döviz ataklarını durdurmaya, büyük sermaye temsilcilerinin tanımlamasıyla “iktisat biliminin gereklerini” yerine getirmeye çalıştı.
Erdoğan buna dört ay dayanabildi ve 20 Mart 2021’de Ağbal’ı görevden alarak yerine eski Bayburt Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nu getirdi: Zak! Kavcıoğlu eliyle uygulanacak para politikası, “Ben ekonomistim” diyen Erdoğan’ın dini ve politik bir çerçeveyle alınan ‘düşük faiz’ ısrarına paralel olacaktı. Bu esasında, Türkiye kapitalizminin yönüne ve farklı sermaye gruplarının beklentilerini karşılamaya dönük bir tercihti. Tam da geçtiğimiz yıl bugün, 23 Eylül 2021’de MB faiz indirimlerine başladı ve büyük bir döviz atağıyla karşılaşılan aralık 2021’e kadar bu indirimler sürdü. Bu yönelim “Türkiye ekonomi modeli” olarak adlandırıldı ve Erdoğan’ın çökmüş dış politikasından tevarüs eden bir ‘yeni rabia’ olarak tarif edildi: Yatırım, üretim, ihracat, istihdam…
Geniş yığınların gelir kayıpları, asgari ücrette, memur ve emekli maaşlarında artışlarla telafi edilmeye çalışıldı ama enflasyon tüm bunları güneşe konmuş bir kartopu gibi eritip durdu. Ulusal hasılada emeğin payının 12 Eylül’de bile görülmemiş şekilde gerilediği, ücretli emeğin orta katmanlarının da hızla yoksullaştığı bir bölüşüm şokuna dönüştü “Türkiye ekonomi modeli”… Sermayenin bir kesiminin ucuz krediye erişimi toplumun büyük çoğunluğunu hızla yoksullaştırıyor ve buna karşı ‘neoliberal iktisat kurallarına dönüş’, liyakat, kötü ekonomi yönetimi gibi kavramlarla paketlenmiş ana akım muhalefet eleştirisi etkisiz kalıyordu.
2022, emekçiler için çok yüksek enflasyon ve görülmemiş gelir kayıpları ile işaretlenmiş bir yıl oldu. Yaklaşan seçim de gözetilerek, ücret artışları ile bu kayıpları bir miktar telafi çabası önemli bir rahatlama sağlamazken, geçen ağustos itibariyle faiz indirimleri yeniden başladı ve dünkü indirimle birlikte faiz bir yılda 7 puan geriletildi (19’dan 12’ye).
Bazı sermaye kesimlerine kredi vb. adlar altında servet ve kaynak transferine dönüşen bu uygulama, seçim öncesi piyasaya kredi pompalaması, şirketler yüzdürülerek istihdam erimesinin önlenmesi ve rejimin organik burjuvazisinin güçlendirilmesi istikametinde devam ediyor.
Bu koşullarda gidilecek 2023 seçimlerine dönük ‘politik’ tutum ise, çarşamba günü İstanbul ve Ankara’daki adliye salonları önündeki polis şiddetiyle gösterdi kendini. Bazı polislerin, adliye önüne gelen yurttaşlara, avukatlara ve gazetecilere yönelik işkenceye varan uygulamaları toplumun tümüne yönelik mesajdır.
2023 seçiminin son virajı dönülürken Saray yönetiminin zaten bilinen ekonomi politiği tahkim ediliyor. Sermayenin çeşitli kesimlerinin ihyası, faturanın ücretli emeğin sırtına vurulması ve her türlü muhalefetin devlet menşeli bir şiddet repertuvarıyla, provokasyonlar ve yargı sopasıyla bastırılması…
Seçimleri de aşacak bir ölçekte Türkiye toplumunun karşı karşıya bulunduğu sorun budur.
Evrensel / 23.09.22