1950’den 2023’e: Yanlış imge 14 Mayıs- Hakkı Özdal

AKP-Erdoğan, bir kez daha, önce medyasından ucunu gösterdiği, sonra kademeli olarak tartışmaya açtığı bir planı hayata geçirdi ve seçim tarihi 14 Mayıs olarak ilan edilmiş kadar oldu.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 20 Ocak 2023
  • 10:22

AKP-Erdoğan, bir kez daha, önce medyasından ucunu gösterdiği, sonra kademeli olarak tartışmaya açtığı bir planı hayata geçirdi ve seçim tarihi 14 Mayıs olarak ilan edilmiş kadar oldu. Seçim gününü değiştirme harekâtı, bu müdahale için seçilen ‘biçim’den tespit edilen güne, şimdiden yol açtığı ‘adaylık’ tartışmalarından rejimin yasal-anayasal pozisyonuna dek bir dizi politik sonuç üretiyor.

1.

Operasyon, bilindik bir yöntemle planlanmıştı. Önce yandaş medya, sonra iktidar siyasetçileri ve en son Erdoğan dile getirdi dayatmayı… Yapılandırılmış bir propaganda faaliyetini ‘milli iradenin talebi’ olarak tüm topluma dayatma esasına dayalı bu yöntem, eskiden daha kapsamlı hamleler için kullanılırdı. Örneğin 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının tanınmaması yahut 2019 İstanbul seçiminin iptali gibi… Bugün, ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunların derinliği karşısında, seçim tarihini cebren bir ay kadar öne çekmek gibi daha ‘küçük’ bir amaçla dahi bu mekanizma kullanılıyor. Oysa 2007 ve 2018 erken seçimlerini, hem politik ‘meşruiyet’ hem de gerekli politik ‘güç’ (Meclis çoğunluğu) ile belirlemişlerdi. 2023 itibariyle bu kapasitelerinin aşındığı görülüyor.

2.

Üstelik bu seçimi öne çekme operasyonu, öncekilerden farklı olarak eğreti bir sonuç üretiyor. Eğreti, zira Erdoğan’ın Meclis’i feshederek seçim yoluna gitmesi nedeniyle ortaya çıkan kendi adaylığının geçersizliği tartışması, sonuç ne olursa olsun, bir siyasal olgu olarak zuhur etmiştir. Er ya da geç, güncelin selinde sürüklenen bir başlık olmaktan çıkacak ve siyasi tarih için anlamıyla anılacaktır. Aslında bu anlam şimdiden de açık: Erdoğan, yasal-anayasal düzlemde, kendi yol açtıkları bir belirsizliği, bir yasama beceriksizliğini kullanarak oldu-bitti yapmakta, kendisi için en elverişli anda seçim tertiplemek üzere, rejimin zaten çoktandır tartışma konusu olan ‘anayasallık’ iddiasına bir gedik daha açmaktadır.

Bu, Erdoğan rejiminin çeşitli yasal-anayasal sınırları ilk ihlal edişi değil; hatta rejimin en karakteristik özelliklerinden biri bu ihlaller. Bu kapsamda vurgulanmalı ve kayıt altına alınmalıdır. Ancak Erdoğan’a rakip güçlerin siyasal ve hukuki mevzileri, bu ihlali (de) engelleyebilecek kapasitede olmadığı için, Erdoğan aday olabilecektir. Resmi muhalefetin de, zaten yasaların fiilen geçersiz olduğu koşullarda Erdoğan’ın adaylığını engellemenin mümkün olmadığı, üstelik bu itirazları sahada bizzat bir ‘vesayet’ demagojisi ile kullanacağını gözeterek, konuyu buraya kilitlemeyeceği anlaşılıyor.

Her şey bir yana, Erdoğan’ın siyaseten yenilgiye uğraması gereklidir ve bunun için seçime katılmalıdır. Usulsüz adaylığı, rejimin yasal bir çerçeveye hiçbir zaman sahip olmadığının önemli kalıtlarından biri olacaktır.

3.

Konunun bir başka yanı seçilen tarih... DP ve Menderes’in kazandığı ve CHP iktidarına son veren 14 Mayıs 1950 seçimine yapılan semantik gönderme de oldukça dayanaksız. Yüzeyden bakıldığında, 1950 14 Mayıs’ı uzun sürmüş bir tek parti yönetiminin son günü olarak, bugün muhalefet için daha çok imge üretmeye açıktır.

Ama 1950 ile 2023 14 Mayıslarını Erdoğan’ın istediği gibi bir eşleşmeden asıl alıkoyan, her iki dönemdeki toplumsal güçler ve sınıf ittifaklarının belirleyici pozisyonudur. 1950 DP iktidarı, uzun savaş yılları boyunca –karaborsacılık, istifçilik, varlık müsaderesi de dâhil– bir dizi yolla güçlenen büyük toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisinin ittifakına dayanıyordu. Savaş yıllarının ağır ekonomik koşullarında en büyük kayıpları yaşayan işçiler, meslek sahipleri, memurlar ve küçük üretici köylüler de büyük oranda bu ittifakın hegemonyası altındaydı. Tarım-ticaret burjuvazisi ile halk sınıflarının geniş kesimlerinin rızasına dayalı bu tarihsel blok, 1950’de iktidarı değiştirdi. Oysa bugün Erdoğan, zaten büyük nesnel sorunlarla karşı karşıya olan 20 yıllık bir iktidarı değiştirmeye değil ‘korumaya’ çalışıyor. Üstelik Türkiye hâkim sınıfları arasında benzer ölçekte bir ittifaka, bir hegemonik güce sahip değil. Elinde, temsil ettiği sermaye kesimleri ve bürokratik elitin gözü kara ihtirasları ile devlet aygıtlarının şiddet ve imtiyaz olanakları var.

Fakat Erdoğan’ın rakibi pozisyonundaki resmi muhalefet de gerek kapsayıcı bir sınıf ittifakı ve hegemonyadan gerekse cesaretten yoksun. Bu neredeyse ‘pat’ durumu, 2023 seçimlerini, 1950’den çok farklı ve özgün bir politik kırılma sürecine dönüştürüyor. Tekinsiz ve sürprizlere açık bir süreç…

Evrensel / 20.01.23