Seçim egemen sınıfların krizini çözmedi- Hakkı Özdal

Ortaya bir ‘yenilgi’ çıkacaksa da bu emekçi sınıflar ve halkın yenilgisi değildir. Onların yenilgisi, fiziki varlığının tabloya müdahale etmekten çok uzak olmasıyla seçim dışı bir konudur. Öyleyse aşılması da seçim dışı bir düzlemde mümkün olmalı…

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 18 Mayıs 2023
  • 08:51

14 Mayıs 2023 seçimleri, burada ‘belirsizlik’ başlığı altında tartışıldı. Kimin kazanacağına dair net bir görüntünün seçim öncesinde oluşmaması, egemen sınıflar arasında, esasen Türkiye kapitalizminin yönüne dair bir süredir devam eden farklı stratejiler çekişmesinin, özellikle halk sınıfları üzerinde hegemonik bir etki kuramamasından kaynaklanıyordu. Türkiye kapitalizminin yönetici sınıfları, stratejik olarak güçlü bir yön tayinine sahip değildi ve emekçi sınıfların politik zayıflığı bu belirsizliği, düzen siyasetinin iki büyük kampı arasındaki bir ‘pat’ durumu gibi gösteriyordu.

Seçim sonuçları bu tabloyu önemli oranda teyit etti. Millet İttifakı etrafında buluşan güçlerin, büyük bir seçim zaferi konusundaki imanının bir yanılgı olduğu pazar gecesi ortaya çıktı. Üzerinde en çok durulan cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda kazanan çıkmasa da, Erdoğan’ın ilk turda önemli bir oy farkı ve ikinci tur için avantaj sağladığı ortada. Ancak resmi muhalefet öyle bir beklenti düzeyi oluşturmuştu ki, bu sonuç ağır bir yenilgi olarak algılandı. Başka koşullarda, ikinci turun nasıl kazanılabileceğine dair yöntemler aranabilecekken, henüz bitmemiş haliyle bile seçimin kaybedildiği yönünde bir yaygın kanaat oluştu. Medya ve sosyal medya tazyikinin, anket şirketlerinin ‘bulgu’ ve tahminlerinin oluşturduğu sert rüzgâr, seçim gecesi açığa çıkan ters yöndeki rüzgârla bir cereyan oluşturdu ve 14 Mayıs’ın rejim değişikliği için bir ilk adım olması ümidini taşıyan halk kesimleri de bu cereyanda rahatsızlandı.

Oysa seçimden, bir kısmı şimdiden konuşulmaya başlanmış bazı ‘başka’ sonuçlar çıkarılıp, bunlar önümüzdeki dönemin mücadele ve direnç konuları olarak değerlendirilmelidir. Bunlardan en önemlisi, AKP oylarının yüzde 35 seviyelerine kadar gerilemiş olması. Siyasal iktidarın 21 yıllık lokomotifi durumundaki AKP, neredeyse 2002 seçimlerindeki oy oranına dönmüştür. Üstelik 2002’de bir başlangıç kümesi olarak umut verici bir düzey olan bu oran, bugün yüzde 50’lerden geriye kalan bir posa niteliğindedir. Erdoğan rejiminin başat siyasa aygıtı, bir süredir devam eden büzüşme sürecinin sonunda ‘başlangıç’ cüssesine gerilemiştir ve bunun arızi, anlık bir görünüm değil, bir ‘trend’ sonucu olduğu açıktır. Ek olarak unutulmamalı ki bu oran, devletin tüm olanakları seferber edilerek ulaşılabilmiş bir orandır. AKP+devlet imkânlarının aldığı oydur. Aynı durum Erdoğan’ın oyları için de geçerlidir. Hem AKP hem Erdoğan oyları, eşitsiz koşullarda devlet kaslarıyla şişirilmiş oylardır.

AKP oylarının bir kısmının Yeniden Refah Partisine akması, İslamcı ideolojik kabuğun tam bir parçalanma halinde olmadığına işaret kabul edilebilir. Üstelik YRP oylarının yoğunlaşma noktalarına bakıldığında, hem İstanbul hem de Anadolu’da önemli bir emekçi desteği devşirdikleri söylenebilir. Seçimden çok öncesine dair saha gözlemleri de bu durumu destekler yöndeydi. Ancak buna rağmen, AKP’nin yaşadığı erime ve AKP menşeli ‘muhalif’ partilerin CHP çatısı altında neredeyse sıfır toplamlı bir katkı sağlamaları, İslamcı politik hattın krizinin bir başka işareti. Meclis’teki yapay yoğunlaşması bir yana, İslamcı siyasal hegemonyanın tarihsel bir gerilemeyle karşı karşıya bulunduğunu söylemek çok yanıltıcı olmasa gerek. Yine de bu konuda daha geniş zamanlı çalışma ve analizlere ihtiyaç olduğu açık.

İslamcılığın bu gerilemesine karşılık, çeşitli varyantlarıyla Türk milliyetçiliğinin toplum içinde önemli mevziler kazandığı da anlaşılıyor. Türkiye kapitalizminin son 20 yıllık dönüşümleriyle birlikte dönüşen ve daha ‘kentli’ bir görünüm kazanan geniş yığınlarda taşra İslamcılığının yerini bir kent-kasaba milliyetçiliğinin mi almakta olduğuna dair soru, bu seçimin sonuçlarıyla birlikte daha güçlenmiş görünüyor.

Düzen siyaseti 2023 seçimlerine, temel iktisadi yönelim ile devletin nasıl yönetileceğine dair üstyapı kurumları ve yöntemler konusunda, yani ekonomi-politik ve devlet konusunda bir bloklaşma ile gitmişti. Bu bloklaşma, Türkiye kapitalizminin iktisadi açmazlarının yanı sıra politik ve ideolojik krizinin de bir sonucuydu. Seçim bir tarafın elini güçlendirmiş gibi görünse de genel planda krizi çözememiş durumda. Seçim öncesinden tevarüs eden, başta bölüşüm ilişkilerindeki anormal dengesizlik nedeniyle emekçi sınıfların yaşamakta olduğu büyük ekonomik sorunlar önümüzdeki dönemde de devam edecek. Milliyetçi basınç, göçmen sorunu ve Kürt sorunu başta olmak üzere çeşitli alanlarda dengesiz denklemler yaratacak. Önümüzdeki ilkbaharda bir yerel seçim olması iktidar sahiplerinin popülizmden uzaklaşarak ‘acı reçete’ formüllerine başvurmasını zorlaştıracak, bu yolu dikenli hale getirecek.

Bu koşullarda, emek eksenli bir politik hattın yeni imkânları ve geçmişteki eksikleri üzerinde derhal durmanın önemi açığa çıkıyor. Ortaya bir ‘yenilgi’ çıkacaksa da bu emekçi sınıflar ve halkın yenilgisi değildir. Onların yenilgisi, fiziki varlığının tabloya müdahale etmekten çok uzak olmasıyla seçim dışı bir konudur. Öyleyse aşılması da seçim dışı bir düzlemde mümkün olmalı…

Evrensel / 18.05.23