İran’da bir Kürt kadını Mahsa Amini’nin “ahlak devriyesi” tarafından, başını doğru örtmediği için darp edilip öldürülmesinin ardından kadınların önderliğinde başlayan, hızla 100’den fazla kent ve kasabada yankılanan protesto eylemleri cumartesi günü bu yazı yazılırken 3. haftasına giriyordu. Bu noktada bilançoda şimdilik 84 ölü, 2000’e yakın tutuklu, orduyla polise dağıtılan “acımadan ve büyük şiddetle bastırın” talimatına ilişkin basına sızmış bir belge var.
Bu kez farklı ama...
Molla karşıdevriminin kurduğu dinci/faşist devlete karşı bugüne kadar yaklaşık 20 isyan dalgası yaşandı; Molla rejimi hepsini şiddetle bastırdı. Ancak bu kez isyan öncekilerden farklı özelliklere sahip.
Bu isyan, İran’ın merkezinde değil, kimi zaman “iç sömürge” olarak da tanımlanan Kürt bölgesinde patlak verdi, ülkeye yayıldı. İsyana farklı etnik gruplardan kadınlar birlikte önderlik ettiler, erkekler ve öğrenciler de katıldı. Bazı sanatçılar, akademisyenler, sporcular ve de işçi liderleri isyanla dayanışma açıklamaları yayımladılar ama henüz bir grev dalgası söz konusu değil.
Diğer taraftan, internet üzerinden 40 binden fazla kişiye ulaşarak yapılan bir kamuoyu yoklaması, İran halkında laiklik talebinin güçlendiğini gösteriyor. Katılanların yüzde 68’i dini “reçetelerin”, yasama ve yürütme süreçlerinden dışlanmasından yana, yüzde 72’si kadınlara hicap, peçe dayatmasına karşı olduğunu söylemiş.
Bu isyanın öncekilerden önemli farkları var: İçinde ruhban sınıfının sözde “reformist” üyeleri, muhalefetin, geleneksel örgüt ve liderleri yok; isyanın ideolojisi hemen tüm gözlemciler tarafından seküler, özgürlükçü ve eşitlikçi olarak tanımlanıyor. Diğer bir deyişle bu, doğrudan rejimi ayakta tutan, kadın bedenini kontrol etmeye odaklı “hakikat rejimine” karşı bir isyan. Bu isyanın “zamanı” da öncekilerden farklı: Rejim çok sancılı bir iktidar değişikliği süreci içinde.
Bu farklılıklar, isyanın Türkiye’deki “Gezi olayı” ile önemli benzerlikleri olduğunu gösteriyor: Hareket, kendiliğinden, kadınların katılımı ve profili çok yüksek, farklı etnik grupları birlikte ve isyan ilk andaki tetikleyici olayı hızla aşarak evrenselleşti; internet ve sosyal medyayı yoğun biçimde kullanıyor, geleneksel muhalefet gruplarına, liderlerine ideolojilerine ve siyasi planlarına mesafeli, zamana ve mekâna göre kendi geçici liderliklerini yaratıyor. Bu benzerlikler de bu isyanın, daha gelişkin, bir örgütlenme, liderlik ve mücadele düzeyine erişemediği takdirde rejimi değişime zorlama olasılığının çok düşük olduğunu düşündürüyor.
Rejim de bu durumun farkında: İsyanın Kürt ayrımcılarının, emperyalizmin işi olduğunu iddia ediyor, yoğun fiziki şiddete ek interneti ve sosyal medya alanını da baskı altına alıyor (bu konuda Rusya ve Çin’den yardım aldığı söyleniyor). Güçlerinin dizilişi de şimdilik isyancılardan yana değil. İsyanın omurgasını oluşturan seküler orta sınıfın karşısında, ruhban sınıfına ek, şiddet araçlarını (ordu, polis, yargı) ve ekonomik kaynakları kontrol eden yaklaşık 1.5 milyon kişiyi kapsadığı tahmin edilen “devrim muhafızları” biçiminde bir devlet kapitalisti sınıf var. Bu iki sınıfsal gücün etrafından, devletin ideolojik aygıtlarına, insan deposuna dönüşmüş “şehit aileleri”, “imamın takipçileri”, “şehitlik gönüllüleri”, “medreseler” gibi devlet kasasından beslenen yapılanmalar var. “Çarşı” olarak bilinen küçük esnafı da bu bloka eklemek olanaklı.
“Durumun” içindeki güçler dengesi değişmeden rejimin değişmeyeceğini söyleyebiliriz. Ancak bu isyanın özellikleri, rejimin egemen sınıflarının bir siyasi kriz ve bir meşruiyet krizi içinde olması, verili “dengelerin” istikrarsız ve belirsizliklerle dolu olduğunu da gösteriyor...
Cumhuriyet / 03.10.22