Salı günü, Boris Johnson, başbakanlık konutu önünde, “ilginç” bir konuşma yaparak nihayet “bayrağı” Tory Partisi yeni başkanı ve başbakan Liz Truss’a devretti.
Lider kıtlığı...
Boris’in yerine geçmek için yarışacak adaylar belli olduğunda, Financial Times’dan Janan Ganesh, “Batı demokrasilerinde bir yetenek sorunu var” ... “Galiba liberalizm artık büyük, hatta iyi, kadın/erkek (liderler) üretemiyor” diyordu.
Gerçekten de İngiltere’de Thatcher ve Blair’den sonra gelen liderlere bakmak yeterli. ABD’de Trump ve kopyaları var. Demokrat Parti içinde dikkat çeken bir isim yok. Almanya’da Merkel gitti, Scholz ortalamanın üzerinde bir resim sunamıyor. Fransa’da Macron tükendi. İtalya’da Berlusconi hâlâ geri gelmeye çabalıyor...
Çünkü kapitalizm, insanlara bugünden daha iyi bir gelecek sunamıyor. Yapısal kriz uzadıkça uzuyor ama, çıkışa giden yolun bir haritası, “iyi bir gelecek” projesini tutkuyla savunacak bir lider yok. Liberalizm içinde ortaya çıkan “liderler”, nostalji satmaktan öteye geçemiyorlar. Boris kendini Churchill’e benzetiyor. Truss, Margaret Thatcher’i anımsatan fotoğraflar çektirmekten bir hal oldu...
Zamanın semptomu
Boris, zamanın bu ruhunun bir semptomu. Londra Belediye Başkanlığı, başbakanlığı, seri seks, para, nüfuz ticareti skandalları resmigeçidiydi; yalan, ırkçılık, yasa-gelenek tanımamak sıradanlaşmıştı. Adam, mizah konusuydu ama bu onun kendini tarihin büyük isimlerinden biri olarak görmesini engellemiyordu. Bizzat partisinin milletvekillerinin peş peşe gelen istifaları karşısında parti başkanı olarak istifa ettiğinde, dolayısıyla başbakanlığı düştüğünde, yaptığı konuşmada, partisini, meclisi “sürü mantalitesine teslim olmakla” suçladı, konuşmasını Terminator filmine atıfla “Hasta la Vista” (görüşmek üzere) sözleriyle bitirdi. O günden bu yana, partisinin en gerici kanadı Boris’i geri getirmeyi planlıyor.
Adam da kararlı. Salı günü, nihayet başbakanlık konutunu bırakırken yaptığı konuşmada, aslında ne kadar başarılı olduğunu ısrarla vurguladı, kendini “füze uzayda giderken yolda işi bitince okyanusun bilinmedik bir köşesine düşen hız kazandırıcı roketlere” benzetti (sizi buraya ben taşıdım...) orada da duramadı ben de Romalı Cincinnatus gibi... diyerek devam etti.
Boris’in karanlık bir yanı da olmasaydı, bunlara gülüp geçebilirdik. Ancak adamı zamanın ruhu içinde düşünce, parlamentoyu askıya alma girişimini, kendi koyduğu kurallara uymadığını, Covid de ikinci kapatmaya direnirken “Bırakın cesetler yığılsın” sözlerini, meclise yalan söylediğini anımsayınca gülemiyoruz.
Cincinnatus, alt sınıfların (plebler) haklarına düşmanlığı ile ünlü bir Romalı asker ve “erdemli” bir politikacı. Cincinnatus, emekli olup kendi isteğiyle ayrılıp mütevazı çiftliğine dönmüş. Cincinnatus, zengin bir patricinin, halkın desteğini alarak iktidara gelmek amacıyla başlattığı hareketi bastırmak üzere, yeniden göreve, diktatör olarak çağrılıyor; işi bitince yine çiftliğine dönmüş. Cincinnatus ile (“erdemli politikacı” iddiasını bir kenara bırakırsak) Boris arasında kimi benzerlikler bulunabilir. Boris de kendini Brexit’i gerçekleştirmek için göreve çağrılmış bir lider (Cummings’i unutarak) olarak görüyor. Ulusal Sağlık Sistemi’nin, ağır kriz içinde gerçekleştirdiği aşılama kampanyasının başarısını, Maliye Bakanı Sunak’ın Covid sırasında uyguladığı mali yardım politikasını sahipleniyor. Bir ABD, NATO projesi olan Ukrayna politikasını sahiplenip Churchill’e benzemeye çalışıyor. Şimdi de Truss’ın hükümeti yüzüne gözüne bulaştırmasıyla kriz daha da derinleşince göreve dönmeyi hayal ediyor; her zamanki gibi ülkesinin, partisinin çıkarlarını değil yalnızca kendisini düşünüyor.
Cumhuriyet / 08.09.22