Genç bir Kürt kadınının katledilmesinin ardından İran’da patlayan büyük toplumsal öfke haftalardır devam ediyor. Kadınların başlattığı ama her toplumsal kesimin “kendi nedeni için” ayağa kalkıp ortak zeminde birleştiği halk hareketi, halka soluk aldırmayan çürümüş Molla rejimine ve onu simgeleyen hemen her şeye yönelmiş durumda. “Diktatöre ölüm!”, “Hamaney’e ölüm, İslam Cumhuriyeti’ne ölüm!” şiarı, bunun en özlü ifadesidir. “İran’daki tüm farklı baskı biçimlerinin sembolü haline gelmiş” olan başörtüsüne karşı mücadele, neredeyse ilk kez farklı sınıfları ve etnik grupları, dindar ve laik insanları, her yaştan ve cinsiyetten insanları “ortak bir düşmana” karşı bir araya getirmiş bulunuyor. Cins köleliği, ulusal ve etnik gruplar üzerindeki baskı, özgürlük ve demokrasiden yoksunluk, ağır bir sömürü çarkı ve her türlü sosyal kötülük, burada birleştirici çimentodur.
“Kendi iffetlerini korumak için başörtüsü takmak” zorunluluğunun, on yılları bulan bir bastırılmışlığın, her türlü insani haktan yoksun kalmışlığın ve soluksuz bırakılmışlığın ardından patlayan kadın öfkesi, toplumun çeşitli kesimleri arasında dipten dibe mayalanan, zaman zaman da kendini ayaklanmalar biçiminde ortaya koyan büyük bir sosyal ve siyasal hoşnutsuzluğu yeniden harekete geçirdi. Kadınlar hareketin başlatıcısı ve odağı oldular. İran İslam Cumhuriyeti’nin varlık nedenini sorgulamanın önünü açtılar. Ülkeyi boydan boya kapsayan ve haftalara yayılan halk hareketi, Molla rejiminin büyük vahşetine rağmen durdurulamıyor. 200 civarında ölü, yüzlerce yaralı ve binlerce tutuklamaya karşın, kitleler kapitalist Molla rejiminin yasa ve yasaklarına, katliamlarına meydan okuyorlar. Çünkü “Rejimin elinde silah var. İnsanların elinde ise umutları.”
“Gerçek bir değişime çok yaklaştığımıza inanıyoruz. İnsanlar bu kez vazgeçmek istemiyor” diyen göstericiler, sokağa çıkmanın ölümle eşdeğer anlamına geleceğini bile bile güvenlik güçlerine karşı militan çatışmalara girişiyorlar. Tanklara, tazyikli sulara, göz yaşartıcı gazlara, makineli tüfeklere ve cinayet çetelerine karşı, iradeleri, sıkılı yumrukları ve taşlarla savaşıyorlar. Molla rejiminin sembollerini yok ediyor, devlet dairelerini işgal ediyor ve hatta kimi kasabaları geçici olarak kontrol ettikleri bile iddia ediliyor. Dolayısıyla haftalardır tüm dünyada dikkatler, etkisi uluslararası alanda da yankılanan, destek gören ve ağır bedeller ödenen bu büyük halk hareketine, onun muhtemel seyrine ve yaratacağı sonuçlara yönelmiş bulunuyor.
Barut fıçısı ülkede “rejim bu kez derinden sarsıldı”
İran’da son yıllarda yaşanan halk ayaklanmaları dalgaları gibi, Eylül’de patlayan isyanı da kapsamlı neo-liberal saldırıların yarattığı çok yönlü yıkımlardan ayrı düşünme olanağı yok. Temel hak ve özgürlüklerin boğulduğu, kadınlar başta olmak üzere emekçi kitlelerini bir cendere içinde nefes alamaz duruma düştüğü İran’da, ekonomik bunalımın, pandeminin, yaptırımların sonu gelmeyen faturaları işçi sınıfına ve emekçi kitlelere ödetiliyor. Yüzde 50’yi bulan enflasyon ve karşılanamayan gıda veya gaz fiyatları, emekçileri canında bezdiren hal aldı. Sosyal kötülükler daha da büyüdü, sosyal uçurum derinleşti. Sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi anlamına gelen bu olgular, İran’da işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, ezilen cinsin, ezilen ulus ve azınlıkların büyük sosyal patlamalar şeklinde mücadele sahnesine çıkışını hazırladı ve haftalardır izlemekte olduğumuz büyük halk direnişinin yeni bir örneğini yaratmış oldu.
İran’daki halk hareketinin fitilini ateşleyen ve büyüterek bugünlere taşıyan olay, genç bir kadının katledilmesidir. Cinayetin nedeni ise başörtüsüdür, başörtüsü ise “genel olarak devlet şiddetini, kontrol ve gözetimi temsil ediyor.” Dolayısıyla kendisinden öte hedef ve anlam taşıyor. İslam Cumhuriyeti’nin ideolojisini anlamanın adeta anahtarı ve hemen her türlü baskı ve zorbalığın da simgesi olduğu ölçüde en büyük ve en önemli toplumsal hareketin de çok önemli bir meselesidir. İran devriminden sonra ise kadın hareketinin en önemli temel konusu haline geldi. Beklenmedik bir zamanda ve bir kadının katledilmesi üzerinde patlayan kadın öfkesinin toplumun ezilen ve baskı altına alınan bütün kesimlerini kapsaması, onlarca yıllık bir birikimin ürünü kendiliğinden bir patlamadır.
Olayları bir kentte kadın protestosuyla başlatan, ülkenin her köşesine yayılan ve haftalardır süren bir halk hareketine vardıran ortak zemin, “Kadın, yaşam, özgürlük!” ve “İş, ekmek, özgürlük/serbest örtünme!” şiarlarıdır. Bu şiarların yanı sıra “Kürdistan’dan Tahran’a kadınlara karşı zulme son!”, “Zalime ölüm! İster şah olsun ister dini lider!”, “Diktatöre ölüm!”, “Hamaney’e ölüm!” gibi sloganların yayılması, çeşitli toplumsal kesimleri birleştiren ortak zemine ve ortak hedeflere işaret etmektedir. Bu aynı zamanda İran rejiminin yıllardır emekçiler arasında ördüğü şoven duyguların silikleşmesini de sağlamıştır. “Jin, jiyan, azadi!” ve “Kürdistan, siz İran’ın gözü ve ışığısınız!” gibi sloganlar bunun simgesel özetidir. “Reformcular, muhafazakârlar, oyun bitti!” sloganı ise, kitlelerin siyasi sisteme olan güvenin sarsıldığını ve düzenin reforme edilebileceğine olan inancın kaybedildiğini göstermektedir.
“Bu bir ayaklanma değil, bir devrim” diyen kitleler, muazzam bir değişimden geçiyor. Bilinçli ya da bilinçsiz, gerçek değişimin bir devrimden geçebileceğine işaret etmiş oluyorlar. Şimdiye kadar ki sosyal patlama ve halk ayaklanmaları deneyimine yaslanan ve bu deneyimi son isyan üzerinde daha da ilerleten ve değişimden geçen emekçi halk kitleleri, daha büyük değişimlere kalkışacak ve mevcut zemin üzerinde çok daha ileri çıkışlar sergileyecektir. Artık İran’da büyük değişimler kaçınılmaz görünmektedir.
İşçi sınıfı önderliği ya da devrimci partinin tayin edici rolü
Söz konusu olan cinsel, etnik, sosyal, siyasal ve sınıfsal baskılara karşı kendiliğinden ve şekilsiz bir kitle hareketidir. Kadınların dışında bu protestoların diğer önemli dinamiği de öğrenci hareketidir. 150’yi aşkın üniversitenin boykotta olması bunu göstermektedir. Hareketi sürükleyen temel güçlerden birinin gençlik olduğu belirtiliyor. Eylemlere katılanların yaş ortalamaları da bunu anlatıyor. İşçiler ve öğretmenlerin de kimi yerlerde greve giderek direnişin temel bileşenleri arasında oldukları biliniyor, konseyler ve şuralar şeklinde örgütlendikleri iddia ediliyor. Fakat tüm bunlar, hareketin kendiliğinden ve önderlikten yoksun olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Sadece İran’da değil, genel olarak tüm dünyada buna benzer isyan, ayaklanma, halk direnişi, kitlesel protestolar, grev ve direnişler kendiliğinden başlamakta, gelişmekte ve belli sonuçlara yol açsa da bir dizi nedenden dolayı sonradan sönümlenmektedir. İşçi sınıfının sınıf olarak üretim alanında ağırlığını koyması, grevlerin sokak hareketliliğiyle birleşmesi ise daha farklı sonuçlara yol açabilir. İran’daki gelişmeler üzerine konuşan hemen herkesin ve politik gözlemcilerin, “Eğer işçi sınıfı, fabrikalar greve giderse, sanayi bölgeleri kapatılırsa…” demesi ve buna özel dikkat çekmesi boşuna değildir. Kimi göstericilerin, “İşçilerin bu ayaklanmaya kitlesel katılımının hareketimizi daha da ilerleteceğine ve nihayetinde daha etik, adil ve daha güçlü bir İran’a yol açacağına inanıyorum” inancı da sorunun temel önemine işaret ettiği gibi rejimin asıl korkusuna da dikkat çekmiş oluyor. İran’nın güçlü bir işçi sınıfı hareketi tarihi var. İsyan, ayaklanma, devrim ve mücadeleler tarihi içinde işçi sınıfının merkezi rolü ve otoritesi tartışmasızdır. Bu bilindiği içindir ki dikkatler işçi sınıfına çevriliyor, rejimi bu sınıfın sarsabileceğine inanılıyor, korkunun da bu olduğu biliniyor. Nitekim petrol işçilerin grev çağrıları, işçi grevleri rejimi ürküten bir rol oynamaktadır. Zira petrol, 20. yüzyılın başından beri İran’ın en önemli ihracat malıdır ve bu sektördeki etkili grev, hükümet en önemli korku kaynağıdır.
İran’ın barut deposu olduğu ve bir kıvılcımla patlayacağı beklenmeyen bir şey değildi. Bu seferki toplumsal patlamanın kıvılcımının İranlı kadınlar olduğu bir gerçek. Sadece tarihsel deneyim ve gerçekler değil, güncel gelişmeler de kadınların isyan ve ayaklanmalarda, dahası devrimlerde nasıl bir rol oynadıklarını bütün açıklığıyla göstermiş bulunuyor. İran örneğinde görüldüğü gibi kıvılcımı yakan “öncü” bir rol oynayabilmektedirler. Ama büyük toplumsal ve sosyal olaylara, giderek devrimlere, cinsler değil, ancak sınıflar öncülük-önderlik edebilir. Dolaysıyla gelişmeleri sınıflar üstü değerlendirmelere tabi tutmak, kadın ve erkek bireyden oluşan işçi sınıfının modern kapitalist toplumdaki benzersiz konumunu, olayların seyrinde oynayacağı temel misyonu görememek, bir dizi çevrede yaygın bir davranış ve değerlendirme tarzı olabilmektedir.
“Toplumsal mücadelelerde işçi sınıfı birleştirici olduğu kadar ayrıştırıcı da bir güçtür. Dahası o bunu modern burjuva toplumunda devrimci bir temelde yapabilecek biricik sınıftır da aynı zamanda. Onun birleştirici ve sürükleyici gücü, öteki emekçi katmanları kendi eksenine çekmesinde ve devrimci önderliği altında birleştirmesinde; ayrıştırıp saflaştırıcı gücü ise, sınıfsal ağırlığını ortaya koyduğu ölçüde öteki burjuva katmanların gerçek konum ve tutumlarını açığa çıkartmakta yatar. İşçi sınıfının toplumsal bir hareket içindeki devrimci ağırlığı kaçınılmaz olarak ayrışma getirir, böylece sağlıklı bir saflaşma sağlar. Sınıfın devrimci gücü ve ağırlığı, emekçi sınıf ve katmanları kendine doğru çekerken, tüm kesimleriyle burjuva katmanları hareketin dışına iter. Böylece onların hareketi denetim altına alıp sefil çıkarlarına alet etmeleri girişimi boşa çıkar.” (Mısır ve Tunus: Devrim için dersler - H. Fırat)
Yanı sıra büyük kitle hareketlerinin, isyan ya da ayaklanmaların, kurulu düzenin siyasal ve sosyal yapısına yönelebilmesinde devrimci partinin, ancak bu sayede olanaklı olabilecek devrimci yön ve programın tayin edici önemini de ortaya koymaktadır. İşçi sınıfının bu türden toplumsal hareketlerde oynayabileceği tayin edici rol, ancak devrimci önderliğiyle birleştiği oranda mümkündür.