Napolyon’a atfedilen “Çin uyanırsa dünya sarsılır” sözleri gerçek oldu. “ABD hapşırsa dünya nezle olur” sözü de artık, Çin için geçerli.
Yeni vazgeçilmez ülke
Büyük bir yatırım ve ihracat pazarı olan ekonomisiyle Çin artık bir “vazgeçilmez ülke”. Çin’in hammadde, gıda ürünleri talebi uluslararası piyasalarda fiyatları belirliyor, hammadde ve gıda maddeleri ihraç eden gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret gelirlerini, ekonomik ve siyasi dengelerini etkiliyor. Buna ek olarak Çin özellikle “Kuşak Yol İnisiyatifi” bağlamında, genelde dünya çapında en büyük kreditör ülke. Kimi gelişmekte olan ülkede, ekonominin istikrarı, egemen sınıfların iktidarı bu kredilere, Çin’den gelecek finansal desteğe dayanıyor.
Dünyanın önemli sanayi üreticilerinin örneğin Almanya, Japonya ve ABD’nin küresel sanayi malları ihracatı içindeki payları, 2020-21 döneminde sırasıyla yüzde olarak, 7.8’den 7.3’e, 3.7’den 3.4’e ve 8.6’den 7.9’a gerilerken Çin’in payı, 2019’da 13’ten 2021’de 15’e yükseldi. Çin’in, küresel elektronik ürünleri ihracatı içindeki payı da 2019’da yüzde 38’den 2021’de yüzde 42’ye yükselmiş ve UNCTAD verileriyle 2022’de yükselmeye devam etmiş. Çin’in tarım ürünleri ithalatı içindeki payı da yüzde 13.8 dolayında. Ender mineraller, bakır, demir, petrol ve gaz ithalatında da Çin en büyük ithalatçı ülke konumunda.
ABD ve AB’nin tüm jeopolitik kaygılarına karşın, Çin’in, tedarik zincirleri üzerindeki egemen konumunu kırmak kolay değil. Bir Bloomberg araştırmasında vurguladığı gibi Çin’in sunduğu düzeyde ulaşım, telekomünikasyon ve araştırma geliştirme altyapısı sunacak yer bulmak gerekiyor.
Kısacası denebilir ki Çin ekonomisinin büyüme hızı, ithalat talebi, tüketim kapasitesi, dünya haklarının, özellikle de gıda, enerji, sanayi hammaddeleri ihraç eden gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri açısında, büyük öneme sahip.
Ve krizleri
Kapitalist bir ülkenin kriz eğilimlerini sonsuza kadar (yönetim modeli ne olursa olsun) ertelemesi olanaklı değil. Bu, Çin için de geçerli. Finansal krizden sonra Çin, dünya piyasalarındaki daralmanın da etkisiyle ağırlaşan “aşırı birikim” eğilimini, yönetebilmek, ekonomik dinamizmi koruyabilmek için kaynakları, ucuz krediler yoluyla inşaat sektörüne ve sermaye ihracına yöneltmişti. Birincisi iç piyasada refah düzeyini yükseltirken “aşırı üretim” sorununu inşaat sektörüne transfer etti...
İkincisi, sermaye ihracı, siyasi ve jeopolitik koşullar da içeren, çoğu bağımlılık yaratmaya yönelik borçlandırma anlaşmalarıyla, gelişmekte olan ülkelere özellikle de Kuş Yol İnisiyatifi coğrafyasındaki ülkelere yönlendirilmişti.
Şimdi inşaat sektöründe oluşan bir yatırım balonunun patlayarak dünya mali piyasalarını sarsma olasılığından söz ediliyor. Uluslararası alandaysa görünüşte Çin, kendi imalatı bir borç kriziyle karşı karşıya. Çin’i yakından tanıyan, Roach, Pesek gibi analistler, Çin devletinin ekonomideki rolünü, planlama kapasitesini göz önüne alarak inşaat balonunun, 1929 türü bir buhrana yol açmadan sündürülebileceğini düşünüyorlar. İkincisini ise bir kriz mi yoksa yeni olanaklar getirecek bir fırsat olarak mı göreceğiniz tamamen bakış açınıza bağlı.
Ancak bir kriz daha var ki hem yönetmesi çok zor hem de bakış açısı fark etmiyor: Peş peşe gelen kuraklıkların, sıcak dalgasının yarattığı su krizi. Bu kriz hem gıda hem elektrik üretimini, sanayide üretim süreçlerini ve insan sağlığını etkiliyor. Çin’in, elindeki 3+ trilyon dolar rezervi kullanarak su açığını, su ve tahıl ithalatı yoluyla kapatmaya çalışması dünya piyasalarını derinden etkileyecek. Dahası Çin ekonomisi su krizi bağlamında o kadar ince bir denge üzerinde ki, yeni bir kuraklık dalgası sert bir resesyon tetikleyebilir diye düşünenler de var...
Cumhuriyet / 01.09.22