Kapitalizmin merkezindeki ekonomiler yavaşlıyor, İngiltere resesyona girdi. Dünya Bankası bir küresel resesyon bekliyor. Madalyonun öbür yüzünde enflasyon var. Yine, “stagflasyon” kapitalizmin bir “çıkmaz sokakta” olduğunu gösteriyor. Son 30-40 yılın ekonomi politikaları artık işe yaramıyor. Merkez bankaları enflasyona karşı parasal daralmaya gidince, IMF’nin de vurguladığı gibi durgunluğu derinleştiriyorlar. Durgunluğa karşı büyümeyi teşvik edecek politikalar enflasyonu hızlandırıyor. Her iki durumda da halkın büyük çoğunluğunun payına “geçim sıkıntısı” krizi ve öfke düşüyor
Bu çıkmaz sokağa, “Neoliberalizm tükendi” saptamasıyla, 2008 mali krizinden bu yana, değiniyordum. Son dönemde, bu durumun ayırdına varanlar arttı. Geçen hafta, ünlü “Hewlett and Packard” şirketinin kurucusu Hewlett ailesinin, yılda yaklaşık 650 milyon dolar yardım dağıtan fonunun müdürü, Larry Kramer, Financial Times’da “Piyasa kendi başına bir amaç değildir” başlıklı yazıda, “1970’lerde stagflasyona çözüm olan neoliberalizm giderek gelir dağılımında grotesk eşitsizliklere yol açtı, popülist demagogların yükselmesini besledi, ırkçılığı artırdı, iklim değişikliği krizini çözmemizi zorlaştırdı” diyordu. Neoliberalizmin 2008’den bu yana tükendiğini vurgulayan yazar, kapitalizmi yaşatabilmek için devlet-piyasa, ilişkisini yeniden düşünecek bir modelin gerektiğini savunuyordu.
On yıl önce, rüyanızda görseniz inanmayacağınız yorumlar okuyoruz. Mali piyasaların sözcüsü yayınların “amiral gemisi” Financial Times, “işçiler enflasyon ortamında fazla ücret artışı talep etmesinler” diyen İngiltere Merkez Bankası başkanına, geçen hafta bir başyazısında “Sen bunu söyleyecek durumda değilsin” diyerek adeta haddini bildiriyor, sonra da dünyanın tüm önde gelen merkez bankalarının müdürlerinin maaşlarını, ortalama işçi maaşıyla kıyaslayarak sergiliyordu. Bir başka FT yazarı, “servetleri vergilemeyi” ... “yoksullukla mücadele edebilmek için yeniden dağılımı düşünmenin” zamanının geldiğini savunuyordu. Bir başkası, tedarik zincirlerinde, “esneklikten (Just-in time) dayanıklılığa (Just in case) geçişin faturasını kim ödeyecek” diye soruyordu.
Kapitalist ekonominin zirvesindekiler “kapitalizmi kurtarabilmek için” yeni bir model arıyorlar. Çin’in önerdiği “devlet kapitalizmi” henüz kendini kanıtlayamadı. Haklar ve özgürlükler bağlamında da dünyanın diktatörlerinden, toksik milliyetçilerden başka kimsenin ilgisini çekmiyor; dünya halklarına, emekçi sınıflara yeni bir çekim merkezi sunamıyor.
Bu çıkmaz sokakta, devletler şirketlerin etkinliklerine, kârlarına, piyasaya giderek daha çok müdahale etmeye başladılar; ancak burada durmuyorlar, vatandaşların günlük yaşamı üzerine de yeni baskılar geliyor: Haklar, özgürlükler, söylenebilir olanın sınırları örneğin, İngiltere’de kraliçenin cenaze merasimi sırasında sokakta, medyada yaşananların gösterdiği gibi saldırı altında... Bu sırada İsveç seçimlerinde faşist kökenli bir parti ikinci sıraya yükseldi. Bu ay İtalya’da yapılacak seçimleri faşist kökenli parti liderliğinde bir koalisyonun kazanması bekleniyor. İspanya’da, Finlandiya’da faşist partiler sırada bekliyor. Polonya ve Macaristan da süreç olarak faşizm ilerlemeye devam ediyor.
Yeni bir modele “geçemeyişin”, küresel ısınmanın, enerji, gıda krizlerinin, sığınmacılar sorununun, jeopolitik dinamiklerin basıncının altında, faşist partilerin yanı sıra, muhafazakâr partilerin, Bloomberg’de Orwell ödüllü, romancı, Pankaj Mishra’nın da vurguladığı gibi, daha dogmatik otoriter biçimler almaya başlamasını beklemek gerekiyor.
“Geliyor gelmekte olan” ancak, ilerici güçler de geleni durdurma şansını tamamen kaybetmiş değil. Kadın hareketinde, sendikal harekette görülen canlanma, iklim krizine karşı tepkiler sürüyor. Umut burada!
Cumhuriyet / 19.09.22