Ekonomide garip şeyler oluyor. Kırk yıl sonra stagflasyon geri geldi. Devletler fiyatları belirlemeye, enerji devlerinin süper karlarına ek vergi koymaya, tüketimi sınırlamaya çalışıyorlar. Dünya ticaretinde siyasi nedenlerle devreler kopuyor. Kapitalist uygarlık çok “sıra dışı” bir döneme giriyor.
Diğer taraftan bunlar “sıra dışı” değil; kapitalizmin varoluş koşullarına ilişkindir. “Bunlar daha önce de oldu”. Bizi yönetenler, “Aa çok şaşırdık hiç beklemiyorduk” demek yerine “Bunu bize söyleselerdi bizi yönetemezlerdi”.
Uzun 20 yıl
Yeni yüzyıl başlarken mali piyasalar sarsılmaya, derin bir resesyon şekillenmeye, ekonomistler 1929 buhranını anımsamaya başlamıştı. Asya kriziyle birlikte neoliberal küreselleşme modeli hızla verimliliğini kaybediyordu. Diğer bir deyişle küreselleşme (sermayenin ulusararasılaşması) kendi iç çelişkilerinin basıncı, yarattığı sorunların ağırlığı altında çatırdamaya başlamıştı. İki örnek vereyim: 1999 ve 2001 arasında küresel çapta bir “küreselleşme karşıtı” hareket yükseldi. ABD’nin askeri sınai enerji kompleksi, daha çok askeri güce dayanacak yeni bir dış politika arayışına girdi.
“İkiz Kuleler” olayına karşı ve 1929 buhranının tekrarını önlemek için devreye giren iki askeri ve mali tepki, 2007 mali krizine giden ekonomik, finansal yolu açtı. Buraya kadar yaşananlar, önceki yüzyılın mali krizlerinden, sömürgeciliğe karşı tepkilerden çok farklı değil. Bu benzerlikler, 2007 finansal krizi ve onu izleyen durgunluk sırasında devam etti. Rusya’nın 2007 Münih Konferansında açıkladığı yeni dış politika, “Büyük Durgunluk”, pandemi, Çin’in hegemonya adayı olarak yükselmesi, adeta liberal-emperyalist sürecin tarihsel senaryosu içinde yazılıydı.
Sığınmacılar dalgası, iklim krizi yeni olgular gibi duruyorlar. Ancak birincisi, dün olduğu gibi bugün de küreselleşmenin yerleşik ekonomiler üzerindeki tahribatının, büyük güçler arasında başlayan vekâlet savaşlarının ürünü. İkincisi de küreselleşmenin hızlandırdığı tüketimi karşılamaya yönelik fosil yakıt, doğal kaynaklar, mineraller tüketiminin (sondaj-çıkarma emperyalizminin) hızlanmasıyla yakından ilişkiliydi.
‘Amaçlanmamış sonuçlar teorısi’
Peki, petrol, gaz, tahıl fiyatları ve geçim sıkıntısı krizi? Genel eğilim bunları, Ukrayna savaşına, Rusya’nın dış politikasına bağlıyor. Ukrayna savaşı, uzun, karışık bilinmeyen etkenlerle dolu bir felaket. Ancak şu yorum bence akla yakın: NATO genişlerken AB, Ukrayna’yı da içine almaya hazırlanırken ABD’nin hesabı hızla gelişen büyük güçler rekabeti içinde Avrupa üzerinde hegemonyasını pekiştirmek, bu amaçla da Almanya Rusya arasındaki enerji-ticaret alanında gelişmekte olan karşılıklı bağımlılık ilişkisini kopartmaktı. Tarihsel olarak Mackinder’den (1904) bu yana, hep belirleyici bir etken olarak görülen bir Rusya-Almanya (şimdi AB) ittifakının önünü kesmekti.
Almanya-Rusya ilişkileri kopmaya başladı ama Almanya’nın stratejik bakışı da değişti, “Zeitenwende”, hızlı silahlanma eğilimi, militarizmin önünü açtı. Geçen hafta ABD’nin etkin dergilerinden Foreign Policy’nin bir yorumu da akla “amaçlanmamış sonuçlar teorisini” getiriyordu. Dergi, “Zeitenwende” (dönüm noktası) kavramını jeopolitiğe sokan Almanya Başbakanı Scholz ile ABD’nin Rusya politikasına mesafeli duran Fransa Devlet Başkanı Macron’un Brandenburg Kapısı önünde çekilmiş bir resmini sergilerken AB’nin “stratejik otonomi” niyetinin tehlikelerinden yakınıyordu. Diğer bir deyişle 18 trilyon dolar hasılası, 450 milyon nüfusu ve 200 milyar dolar askeri harcamalarıyla, dünyanın 3. büyük ekonomik, siyasi ve askeri gücü AB, dünyanın 3. merkezi olmak doğrultusunda kendi yolunu çizmeye başlıyordu. Dünya 19. yüzyılın sonundaki çok kutuplu haline geri dönüyordu. Sıra dışı bir dönem ama, o kadar da değil!
Cumhuriyet / 15.09.22