16 Temmuz günü Cumhurbaşkanı imzalı Yeşil Mutabakat Genelgesi Resmi Gazete’de yayımladı. Ortalık karışmadı. Hiç de eleştiri gelmedi. Gelen eleştiriler, örneğin CHP, aslında şekli itirazlar ile sınırlı idi.
Yeşil Mutabakat Genelgesi aslında ne yeşil, ne mutabakat, ne de genelge. Tartışmadan önce bunun kaynağı, gerekçesi olan AB Yeşil Mutabakatı’na bakalım.
AB Yeşil Mutabakatı
Paris İklim Anlaşması her halde iklim değişikliğini daha da hızlandıran bir anlaşma olarak tarihte yerini almış durumda. Dünyada bilimin ve örgütlerin topa tuttuğu bu anlaşma sadece “hiç yoktan iyidir” diye bakılan, işlemediği görüldükçe de daha çok sorgulanan bir halde. Ancak iklim müzakerelerinin devletler tarafından sulandırılmasının bir sonucu olan Paris Anlaşması emisyonları arttırdığı halde ülkeler, Paris’e rağmen, emisyonları azaltmayı telaffuz ediyorlar. Avrupa Birliği bu süreçte kötünün iyisi olarak yer aldı ve 2009’da Kopenhag’taki iklim zirvesinin aktörleri arasında idi. O zirve başarılı olsaydı yalandan bir anlaşmamız olmayacak, sera gazlarını azaltan, emisyonları ülkeler arasında gezdirmeyen politikalarımız olacaktı.
Paris Anlaşması ile sıcaklık artışını “1,5 C’de tutmak ya da 2 C’de tutmak, bütün mesele bu” edası ile ülkelerin kontrolü altındaki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli bir “1,5 C Özel Raporu” yayımlayarak 2 C gibi bir hedefin olmayacağını söyledi. Bir şey daha söyledi ki hep söylüyordu, emisyonları şimdiden azaltıp 2030’a kadar yarıya düşürmek ve 2050’den önce de sıfırlamak gerektiği idi. İşte bu hedef 2030 emisyonlarının 2010 emisyonlarından bile çok olduğu Paris’e bir cevap niteliğinde idi.
Paris imzalandı, yürürlüğe girdi ve ülkeler taraf oldu. Ülkeler bir süredir politika hedeflerini ve belgelerini açıklıyor. AB’nin Yeşil Mutabakat belgesi de bunlardan biri. Bu kısmen yeşil ve kısmen mutabakat. Kendi sermaye sınıfının çıkarlarına yönelik olan, ama yer yer kıtadaki sınıf hareketinin taleplerine sessiz kalamayan özelliği ile “kısmen” lafını hak ediyor. Nitekim AB’de halk politikaların iki yüzlülüğünü topa tutuyor. Sarı Yelekliler hareketinin çıkışı buna bir örnek olarak gösterilebilir.
AB için kısmen mutabakat ama Türkiye için “hakikaten“ mutabakat. Basit bir karşılaştırma yapalım. Pazar günü sabah 07.31’de geçen bazı kanunlarda değişiklik getiren kanun 26 maddeden oluşuyor ve bu hali ile 19 kanun ve 2 KHK’yı değiştiriyor. Bunların arasında bir bağlantı yok. Meclise gelmesi ve kanunlaşması arasında geçen süre 9 gün. Yeşil Mutabakat ise 2020’de 2030 ve 2050 hedefi ve İklim Kanunu ile başlayan, dokuz temel alanda düzenleme getirecek olan ve 2024’te son haline gelecek olan bir politika düzenlemesi. Yeşil Mutabakat’ın özetinin özeti olan kronolojiyi aşağıda inceleyebilirsiniz.
AB’nin Yeşil Mutabakatı kronolojisi
Şimdi bizim Yeşil Mutabakat Genelgesi’ne gelelim.
Yeşil Mutabakat Genelgesi üç yalanın toplamıdır aslında. Yeşil değildir, çünkü RG’da yayımlanan kararın dayanak olduğu plan ne kömür santrallerine laf ediyor, ne duble yollara laf ediyor, ne asfalt-betona dair laf ediyor. Aslında plan yeşil değil kara! İklimi daha hızlı değiştirecek çünkü.
Mutabakat değil çünkü 9 bakanlık ve özel sektörün perde arkasında işi bitirdiği bir çalışma. 18 ay önce çalışma grubu kurmuşlar ama kimsenin haberi yok. AB Komisyonu ile 1,5 yıldır süreç ilerletilmiş ama TBMM’nin rolü ve haberi yok! Avrupa Komisyonu tarafından 4 Mart-1 Nisan 2020 tarihleri arasında bir “geri bildirim süreci” ve 22 Temmuz-28 Ekim 2020 tarihleri arasında bir “kamu danışma süreci” yürütüldüğünü öğreniyoruz. Yani toplumdan ve meclisten kaçırılan bir süreç! Bu hali ile bir demokrasi kavgası çıkartır.
Genelge olması ise ayrı bir dert. Yasa, tüzük ve yönetmeliklerin uygulanmasında yol göstermek, herhangi bir konuyu aydınlatmak, bir duruma dikkat çekmek gibi amaçlarla ilgili yerlere ve ilgililere gönderilen yazı diye bakarsak konu ile hiç alakası yok. Ayrıca devleti ciddiye almıyor. Çünkü devletin şimdiye kadar yaptıkları (!) yokmuş gibi aynısını yeniden yazmış. Aslında genelge hem devleti, hem meclisi hem de yasamayı atlatmış desek abartılı olmaz.
Dejavu!
Yazarınızın yasama faaliyetlerine girmesini sağlayan ve iktidarın yaklaşım formülünü keşfetmesini sağlayan şey benzer bir çalışmaya dair hazırladığı izleme raporu idi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Temmuz 2011’de sonuçlanarak paylaşılan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı (2011-2023) üstüne iki yıl sonra bir izleme raporu hazırlamış, 2013’e kadar bitirilmesi gereken 47 eylemde hükümetin sıfır çektiğini tespit etmiştim. Daha detayda ise aşağıdaki elde ettiğim bulgular bana hep yol gösterici olmuştu. Aslında her plandaki ortak şablonu çok güzel veriyordu. İzleme raporunun özetini aynen paylaşıyorum:
- Planda ortaya konulan eylemlerin yeni değil, mevcut politikaların devamı olduğu,
- Mevcut mevzuatta tanımlı işlerin planda eylem olarak yer aldığı,
- Yapılmış ya da devam eden işlerin plana dahil edildiği,
- İklim değişikliğini durdurmak ya da yavaşlatmak yerine hızlandıran eylemlerin yer aldığı ve bu teknolojilere zaman kazandırıldığı görülmektedir.
- Ayrıca, 2013 yılına kadar bitmesi gereken 86 eylemin, bir kısmının geciktiği, atılan adımların sınırlı olduğu ya da başlanmadığı görülmektedir.
- Ne kadar tanıdık değil mi? Aynı sonuçları kadın, çocuk ya da tarım planlarında da bulabilirsiniz.
Şimdi benzer durum burada fazlası ile geçerli. Mesela Türkiye 2007 yılında enerji verimliliği ilgili kanunu çıkardı ve 3-4 yılda eksiklerini tamamlamaya çalıştı. Ama sonrasında hep erteledi. Öyle erteledi ki burada bile erteliyor. Enerji verimliliği ile ilgili çalışmalar 2024 ilk çeyreğine atılmış.
Ülkede şirketlerin, partilerin ve çevre kuruluşlarının Paris Anlaşması’nı eleştirmeyip para gelme beklentisi ile teslim oldukları bir noktada hükümet de coşmuş. Öyle ki Paris Anlaşması uluslararası finansmana erişim şartına bağlanmış. Bunlar gibi onlarca utanç verici örnek var ama sonuncusuyla yetinelim. Jeotermal enerji seralarda kullanılacak demiş ama sondaj yapılan yerde re-jenerasyon yapmayıp köylünün tarlasına jeotermal balçığı bastığın gerçeği ortada iken bu hedef komik olmamış mı?
Genelge ve genelgenin duyurduğu Yeşil Mutabakat Eylem Planı yeşil değil kara, mutabakat değil, ve genelge değil, çünkü işleme alınmayacak belgelerin bir benzeri. Ancak bunu çıkması için çok çaba sarf eden özel sektör ve onları destekleyen yeşil STK’lar ve kalkınma iktisatçılarının varlığını yok saymayalım. Meclisteki siyasi partilerin de buna dair gerçekçi bir itirazlarının olmadığını, şimdiye kadar hem AB Yeşil Mutabakatı hem de bu genelgeye eleştiri getirmemelerinden durumlarını anlıyoruz.
Yeşil Mutabakat Genelgesi ve Eylem Planı Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunları, geçmiş çalışmaları ve de TBMM’deki süreçler yokmuş gibi geçemez. Ayrıca halkın ve bilimin olmadığı bir plan mutabakat lafını hak etmez. Buna ses çıkarmayanlar da buna ortak. AB’ye bunun bu şekilde sunulması bir skandal olacaksa AB’nin de bunu kabul etmesi daha büyük bir skandal olacaktır.
Yeşil Mutabakat Genelgesi ve Eylem Planı bir iklimi değiştirme planıdır, çok net!
Kaynakça:
Yeşil Mutabakat Genelgesi
Yeşil Mutabakat Eylem Planı
CHP’nin Paris İklim Sözleşmesi için Mustafa Şentop’a başvurusu
CHP’nin AKP’den farklı olmayan Yeşil Mutabakat yaklaşımı
CHP’nin Yeşil Mutabakat Genelgesi eleştirisi
TÜSİAD’ın "Avrupa Yeşil Mutabakatı-Döngüsel Ekonomi Eylem Planı Türk İş Dünyası'na Neler Getirecek?" raporu
Gazete Duvar / 19.07.21