İklim zirveleri büyük bir heyecanla başlar, geçmiş yıllar yaşanmamış gibi sürer, uzatmalarda müthiş bir ilerleme havası yaratılarak kapanır. Devletlerin, bürokrasinin, BM’nin ve medyanın buradaki rolüne rağmen gerçekte ne olduğunu anlatmak ise bize düşer. Şimdiye kadar dünyayı kurtaramadıkları tek bir zirve başlangıcı görmedik ve sonunda daha kötü batırmadıkları tek bir zirve sonu görmedik.
Ama burada karamsar olacak bir durum yok. Siz yanlış anladınız. Siyasetin yalanlarına inanıp gerçeklerle karşılaşma korkusu bu ancak. Sorun şu ki gerçekler bilindiğinde siyaset çok güzelleşiyor. O yüzden zoru başaralım ve yalanların, manipülasyonun gerçekten beş kat hızlı yayıldığı bu dünyada gerçekleri konuşalım.
COP26 ne demek?
İşin en başından da olsa minik bir bilgi verelim. 26. Taraflar Konferansı, kısa adı ile COP26 bu sene Glasgow’da yapılacak. Bu zirvenin de özellikleri var. Öncelikle (i) pandemi sonrası yapılacak olması, (ii) Paris Anlaşması’ndan sonra güncellenmiş emisyon hedefleri üstünden son durumun konuşulacak olması, (iii) hedeflerden uzaklaşılıyor olması, (iv) hükümetlerin halkı oyaladığının daha çok tartışılması, (v) piyasanın enerjide son manipülasyonlar nedeniyle yeni bir enerji krizi arifesinde olması, şeklinde sıralanabilir.
Özetle pandemi, zamlar, iklim felaketleri anlamına gelen, şu an halkın öfke duyduğu her konu var.
Burada her bir başlık bir yazı konusu, bir tartışma ama şunu söyleyelim, bu sene de “şimdi harekete geçme zamanı” gibi sloganlarla nabzı yükseltecekler. Siz inanmayın. Hep öyle oldu.
Vatandaş aklı ile anlaşılabilir mi?
1995’den bu yana devam eden taraflar konferansına bu sene 197 ülkeden hükümet temsilcileri, iş dünyası ve sivil toplum örgütleri temsilcileri katılacak. Son üç günde üst düzey katılım bekleniyor ve Kraliçe Elizabeth, Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping katılmayacaklar arasında. Geri kalanlar neredeyse katılacak ve bir şekilde boy gösterecek. COP26 öncesi Roma’da buluşan G20 hükümet yöneticileri bir araya geldi. Erdoğan o toplantılarda Biden ile görüşmeyi sonunda ayarlayınca son dakikada rahatladık. Tabii bu durumda COP26’ya gidip gitmeyeceği, yeni bir görüşme fırsatı kollayıp kollamayacağı bir soru işareti. Ancak Türkiye’nin 3,1 milyar euroluk iklim borcu alması sonrası bu parayı alıp zirveye katılmamak da olmayacaktır.
Bu zirveler işe yaramayan bilgiler, bolca spekülasyonlar ile bezeli siyasi bir manipülasyon alanıdır. Dile kolay, her ülkenin en parlak siyasetçisinin olduğu bir arena aslında. Haliyle vatandaşın anlamayacağı şeylerle doludur. Ancak bu durum çok parlak şeyler de söyler. Bu arenada gerçekleri anlarsak, kafa yorarsak ve bilgileri sorgularsak dönüştürücü şeyler de öğrenebiliriz. İşte bu, zirveleri benim gibi çok insan için çekici kılar. Umarım siz de böyle bakarsınız.
Propagandayı sorgulayın
Bu zirvede yine gereksiz bilgiler ile bombardıman altında kalacağız ve asıl bilmemiz gereken şeyleri öğrenemeyeceğiz! İşte bunlardan bazılarını aşağıda listeledim.
NDC, ya da Ulusal Niyet Beyanı: Paris Anlaşması ile ülkeler niyet beyanlarını verdiler. Bu beyanlarla 2030 hedeflerini ortaya koydular. Ancak ülkelerin hedefleri -az sayıda istisna dışında- birbirleriyle yarışırcasına kötü idi. Öyle kötü ki, bu beyanları ile 2010 yılından daha fazla sera gazını 2030’da salacaklarını deklare ettiler. Türkiye 1990’da yaklaşık 220 milyon ton olan salımlarını 2010 yılında yaklaşık 180 milyon ton arttırarak 400 milyon seviyesine çıkarmıştı. Türkiye bu beyanı ile sonraki yılda 180 milyon ton değil, 360 milyon ton değil, 720 milyon tondan fazla arttırıp 1 milyar 150 milyon tonu hedefledi. Bu yetmezmiş gibi bunu da 929 milyon tona çıkartmayı “indirim” olarak taahhüt etti. Özetle, böyle bir cümle ile 20 yılda 180 milyon ton arttıran Türkiye, sonraki 20 yılda 529 milyon ton arttırmayı (b)indirim olarak taahhüt etti.
Beyanlar güncellendi!: Muhtemelen bahsettiğimiz NDC’lerin güncellendiğine dair bilgiler bolca dolaşacak. 113 ülkenin niyet beyanlarını ileterek 2030 yılı için 2010’a göre cüzi bir miktarda azaltacaklarını, 70 ülkenin yüzyılın ortası gibi net sıfır emisyon hedefi koyduğunu duyacaksınız. Sakın heyecanlanmayın. 192 ülkenin toplamı 2010 yılına göre emisyonların yüzde 23,6 artması demek. Yani iklimi daha çok değiştirecekler ve bunu yaparken önden emisyonları azaltıp arkadaki ülkelerde arttıracaklar.
Net sıfır emisyon!: Bu ülkenin saldığı emisyonların ülkenin yutak alanları ile toplandığında eşit olması, birbirini sıfırlaması demek. Hiç kafanızı karıştırmayın, “ormanım var, o kadar kömürü, petrolü yakarım” demek. Suistimalin kokusunu alıyor musunuz? Şimdi neden kayıt üstünde orman alanlarımızın çok hızlı arttığını anladınız mı? Hem de ormanlar azalmasına rağmen! Bunun karşısında “Bas bas bağıralım: Ormanlarımız yok oluyor!”.
İklim Fonu değil, İklim Borcu!: Malum, rejim için "fon benim değilse karşıyım" anlayışı var. İklimde de durum böyle. Ama siz fon deyince fon anlıyorsunuz ama burada para satma işi var. Ülkeler bir miktar faizi ile para alıyor, bir miktar ise hibe. Dolayısıyla faizi ile olması bir anlamda size kredi satmaları anlamına geliyor. Bir başka deyişle faizle borç. O yüzden kredi, fon gibi sözleri duyunca aklınıza mutlaka “para satma” lafı gelsin.
Ama zirveler çok politiktir
Bunlar karşınıza çıkacak içi boş teknik tartışmalar. Biraz işin güzel tarafına gelelim.
Birincisi, aslında zirveler bir taraftan sınıf mücadelesidir! Mesela Sarı Yelekliler meselesi vardı. Sarı Yelekliler COP24 esnasında eylemleri ile Polonya’daki müzakereleri etkilemişti.
İkinci olarak, zirvelere rağmen sınıf mücadelesi sürer ve bu anlamı ile İngiliz işçi sınıfı bir harika. COP26’da bile grev ısrarı sonuncunda yüzde 2,5 zam ve 300 sterlin COP26 bonusunu demiryolu işçileri kazandı. Ayrıca 1500 belediye çalışanı greve çıkmakla tehdit etti ve devamında cuma günü anlaşmaya vardılar!
Üçüncüsü ise her zirve yalan ile gerçeğin mücadelesidir. Gerçekleri bilirseniz karar verirsiniz, yalanlar ile zaman kaybedersiniz.
O yüzden siz asla Glasgow’dan gelecek haberleri sorgulamadan doğru kabul etmeyin. Tek gerçek şu ki, bu yıl ve gelecek yıl kömür santralleri kapatmalı, asfalt ve beton hızla yasaklanmalı ve petrol yakan araçlar 2025, bilemedin 2030’a kadar olabildiği kadar yasaklanmalı. Arası kimseyi kurtarmaz.
Gazete Duvar / 01.11.21