22 Nisan günü Biden 40 ülke liderini toplayarak ABD’nin yeni iklim hedeflerini açıkladı. Beyaz Ev iklim hedeflerini sayfasından duyururken işçilere iyi ücret ve ABD’nin temiz enerjide liderliği gibi iki konuya vurgu yaptı! Dünyanın izlediği bu zirve Trump’tan sonra bir dönüm noktası mıydı? Yoksa dağ fare mi doğurdu?
Biden’in açıklaması dört temel konuya dayanıyordu. Bunlar, (i) 2030 yılında, 2005’e göre emisyonları yüzde 50 azaltmak, (ii) yerel üretim, yerel iş, iyi ücret!, (iii) ABD’yi lider yapmak ve diğerlerine göre öne çıkan bir konu olarak (iv) 2035’te elektrik üretimini karbonsuzlaştırmak olarak sayılabilir. Bu hali ile muhteşem görünüyor değil mi?
Biden konuşmaya başlamadan önce başkan yardımcısı Kamala Harris de kısa bir açılış konuşması yaptı. Salonda izleyenler arasında iklim özel temsilcisi John Kerry de vardı. Kerry piyasacı olması ve şirketlerin çıkarlarını savunan kişi olması nedeniyle bu süreçte eleştirilenler arasında idi. Zoom’un diğer tarafında yer alan 40 ülke de kendi Niyet Beyanlarını (INDC) güncel ya da eski haliyle sundular. İlk günkü bu gösterişli çevrimiçi zirve sonrası ikinci günde de farklı konu başlıkları yine çeşitli liderlerin katılımı ile devam etti. (Program)
İyi, kötü, çirkin
Biden’ın açıklamasının hem iyi, hem kötü hem de çirkin yanları vardı. Tıpkı yönetmen Sergio Leone’nin 1966 yılında gösterime giren filminde olduğu gibi.
Önce iyi yanlarına bakalım:
ABD 2015 yılında verdiği hedefleri bir tık öteye taşıdı. 2015’te BM’ye sunulan beyanda emisyonların 2020’de yüzde 17, 2025 yılında yüzde 26-28 indirileceği taahhüt edilmişti. 2030 için yüzde 40’ın üstünde bir azaltım zaten eskinin devamı demek olacaktı. Şimdi beyan edilen yüzde 50 indirim ile bu bir tık, ama sadece bir tık yukarı taşınmış oldu.
İkinci iyi yanı, 2015 beyanı gayet yetersiz iken, şimdi sıcaklık artışını 2 ⁰C’nin altında tutma hedefine uygun hale getirmiş oldu. Her ne kadar hâlâ 1,5 ⁰C hedefine uzak olsa da bu hali ile geçmişten çok daha iyi.
Üçüncü iyi yanı ise, ABD’nin temiz enerjiler, ekonomiyi karbonsuzlaştırmak hedefleri ile piyasalarda dönüşüm başlatacak olması. Tabii bu inovasyon söylemleri, pazarı kontrol edeceği anlamına da geliyor.
Kötü olan tarafı ise aslında olması gereken yüzde 70 azaltımı önermemesi ve bu talebi savunanların dikkate alınmaması. Buna yarattığı hayal kırıklığı da eklenmeli. Daha kötü olan ise Yeni Yeşil Anlaşma mimarlarından Alexandria Ocasio-Cortez’in koşulsuz ve eleştirisiz bu haliyle Biden’ın açıklamasını sahiplenmesi.
Türkiye ile ilgili bir kötü yanı daha var ama bunu sonra açacağız.
Şimdi işin çirkin tarafına gelelim. Öncelikle ABD’nin emisyonların zirve yaptığı 2005 yılını referans alma üçkağıdı çok çirkin. 2005 yılı emisyonları o kadar yüksekti ki Trump bile azaltmış görünüyor. Öyle ki, 2019 yılında 2005’e göre emisyonları yüzde 12 azaltmış denebilir ama bir başka çirkinlik örneği olacak.
Ayrıca Biden’ın 2035’te elektrik üretimini karbonsuzlaştırmak gibi bir hedef koyup içine karbon tutma ve nükleer santralleri serpiştirmek kadar çirkin bir şey olabilir mi? Bu işin rengini tersine çevirir!
Ülkeler ne dedi!
Biden’in ardından 40 ülke lideri konuşma yaptı. Bu konuşmalar genelde (i) emisyonları indirmeye başlayacakları zirve yıl tanımı, (ii) 2030’da emisyonlarını ne kadar azaltacakları, (iii) ne zaman emisyonlarını sıfırlayacakları şeklinde idi. Örneğin Çin emisyonlarını 2025’ten itibaren azaltmaya başlayacağını, 2060 öncesinde ise sıfırlayacağını ifade etti. Hatta Anadolu Ajansı bile “İklim Zirvesi'nde liderler 'karbon nötr' olma hedefini vurguladı” başlığı ile zirveyi duyurdu.
Standart konuşmalar azaltmaya başlanacak zirve yılı, 2030 hedefi ve 2050’den ne kadar önce emisyonlar sıfırlanacak üzerine yapılırken Bolsonaro konuşması ile günün değil, haftanın yıldızı oldu. Zirvede 2050 yılına kadar ekonomiyi karbonsuzlaştırmaktan söz etti ve 2030’a kadar “yasadışı ormansızlaştırmayı” durdurmaktan bahsetti. Bu o kadar büyük bir yalandı ki 2030’a kadar yasadışı ağaç kesimi ve ormanları yok etme politikalarına zaman tanımak demekti. Ama asıl felaket ertesi gün geldi. Bu konuşmanın ertesi günü Bolsonaro bir çevre felaketi gibi geri döndü ve çevre harcamalarını kısıtlayan kararın altına imza attı!!
Erdoğan parladı
Erdoğan zirvede açık ara ile parladı denilebilir. Ormanları arttırmaktan bahsetti, “emisyonlarda yüzde 21’e varan azalma bekliyoruz” dedi ve bu azalmanın aslında emisyonların 4-5 katına çıkması demek olduğunu söylemedi. Ardından daha önce 2023 için belirlenen rüzgâr ve güneş hedeflerini 2030 olarak burada ifade edince, yenilenebilir enerji konusunda iddia ettiği liderlikten kastının sadece HES’ler olduğu anlaşıldı. Nitekim HES’lerde dünyada dokuzuncu sırada olduğumuzu da ekledi. Ülkede kuraklık en büyük dert iken bu kadar HES varlığı kafalarda soru işareti doğurdu. Sonlara doğru Türkiye'nin tamamına yayılan Millet Bahçeleri projesiyle de yeşil alanları ve dolayısıyla yutak kapasitesini hızla artırdıklarını dile getirdi. Evet doğru duydunuz, beton yapılarla kaplanan ve kentlerdeki son yeşil alanları yok eden Millet Bahçeleri “yutak alan” olarak ifade edildi.
Konunun genelde sera gazı salımlarını azaltmanın ve hatta sıfırlamanın olduğu zirvede Erdoğan, Türkiye’nin azaltıma başlayacağı yıl, 2030’daki azaltım hedefi ve emisyonların sıfırlanacağı yıl bilgilerini vermedi. Önerdiği şeyler ise daha çok çimento oldu. Hem de halkın kuraklık çektiği bir dönemde verdiği HES örneği ile kentlerin son yeşil alanlarının da betonla kaplanacağı Millet Bahçelerini “yutak alanı” olarak tanımlaması ile tarihî bir çıkış yaptı. Ayrıca son kısımda yeşil dönüşüm için finansmana ihtiyaç duyulduğunu da belirtti. Hem de Kanal İstanbul için milyarlarca dolar para harcanırken!
Erdoğan’ın konuşması iklim değişikliği ile ilgili değildi, daha çok iklimi değiştirmekle ilgili idi. Anlaşılan o ki salgında tam kapanmayı anlatamayan ekibinin iklim değişikliğinin ne olduğunu da anlatamaması çok olası.
Bize kalan
Peki bize ne kaldı? Ne sonuçlar çıkarmalıyız?
Birincisi, ABD’nin bu açıklaması hem iyi, hem kötü, hem de arkasında çirkin gerçekler barındırıyor. Biden bir şey doğurdu ama bu ancak “fare mi doğurdu?” tartışması olabilir.
İkincisi, Biden fare doğurmuş olsa bile bu Türkiye için çok büyük bir şey. Bu hem iyi hem de çok kötü bir şey. Eğer Türkiye böyle devam ederse ABD’den “çıkma” şirketlerin, “hurdaya çıkmış” politikaların yeni çekim merkezi olur. Yani ABD halkını sömüren şirketlere, işlerini Türkiye’de sürdürme anlamına gelecek. Böylece biraz da Türkiye’yi sömürürler. İkinci el ya da hurda diyebileceğimiz politika ve şirketlere adres olur.
Üçüncüsü, Türkiye’nin iklim değişikliğinden çok iklimi değiştiren politikasının olması bayağı bir batan gemiye oynayan ülke olması anlamına geliyor ki, bu da feci bir durum.
Dördüncüsü, Türkiye iklim meselesini sadece para olarak görüyor. Bu artık dünyanın da bildiği bir tartışma ve ABD’nin böylesi bir dönüşüm yaşarken Türkiye’nin hâlâ fosil yakıt şirketlerine kucak açmasının maliyetini halka yüklemesi ama iklime dair en küçük iş için başka ülkelerden para istemesi çok garip.
Beşincisi, Türkiye 2030’da emisyonlarını yarıya indirebilir, 2050’den önce sıfırlayabilir ve tasarrufları sayesinde dünyaya para bile dağıtabilir. Hem de bir Kanal İstanbul maliyetine. İklim değişikliğini hızlandıracak Kanal İstanbul’a ayrılacak para ile Türkiye iklim değişikliğinde emisyonları neredeyse sıfırlayabilir. Böylece her yıl en az bir Kanal İstanbul parası bize kalabilir! Ama siyaset işin bu kısmı ile ilgilenmiyor.
Kyoto Protokolü’ne taraf olmayan ABD’nin 2005 yılına göre emisyonlarını 2019’da yüzde 12 azaltırken 2009 yılında taraf olan Türkiye’nin yüzde 50 arttırdığını söyleyerek bitirelim yazıyı, ki böylece kafanız iyice karışsın.
Gazete Duvar / 26.04.21