Almanya Başbakanı Olaf Scholz, kasım başında Çin’i ziyaret edecek. ABD’nin Çin’i bu denli hedef aldığı şartlarda Berlin-Beijing arasında yapılacak bu görüşme, Çin açısından da Atlantik kampı açısından da dikkat çekici.
Biden yönetimi, Çin’i 2030 yılına kadar geçerli NATO’nun stratejik kavram belgesine “meydan okuyan güç”, ABD Ulusal Strateji belgesine “Atlantik düzenini değiştirmek isteyen güç” diye yazmışken ve Washington Çin’e karşı Transatlantik ilişkileri restore ederek tek cephe inşa etmeye çalışırken, Almanya’nın Çin’le teması kritik önemde.
Scholz-Baerbock farkı
Bir koalisyon hükümeti olan Alman hükümetinin Sosyal Demokrat Partili (SPD) başbakanı Olaf Scholz ile Yeşil Partili Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock arasında Çin’e bakış konusunda iki farklı tutum var.
Örneğin Scholz 12 Ekim’de İş Forumu’nda yaptığı konuşmada “Ekonomik bağları koparmak doğru yanıt değil. Açıkçası Çin’le iş yapmayı sürdürmemiz gerektiğini düşünüyorum” derken Baerbock 6 gün sonra 18 Ekim’de Dış Politika Forumu’nda şöyle diyordu: “Almanya, Rus enerjisine bağımlılığı konusunda Doğu Avrupalı ortaklarının uyarılarını göz ardı etti. Böyle bir hatayı tekrarlamayacağımızdan emin olmalıyız. Bu da demek oluyor ki Çin’e yönelik siyasetimizde bunu daha emin olarak hesaba katmak zorundayız.”
Yani Almanya’da biri Almanyacı, diğeri Atlantikçi iki çizgi var.
Scholz’un izlediği denge yolu
Scholz, SPD’li Gerhard Schröder’in inşa ettiği ve CDU’lu Angela Merkel’in 16 yıl boyunca geliştirerek uyguladığı çizginin fiili temsilcisi. Nitekim 2018-2021 yılları arasında CDU’lu Merkel başbakan (şansölye), Scholz da başbakan yardımcısıydı.
Ancak 2022 şartları Shcolz’un o çizgiyi bırakın geliştirmesini, sürdürebilmesini bile engelledi. ABD’nin, liderlik ettiği Atlantik kampı kuruluşlarında aldırttığı bağlayıcı kararlar, Ukrayna krizi üzerinden Almanya-Rusya enerji işbirliğini kesme baskısı, Berlin’i kendisini vuran Rusya’ya yaptırımlara mecbur etmesi dışarıdan, bu politikalara uyumlu koalisyon ortağı Baerbock’un basıncı da içeriden Scholz’u sıkıştırdı.
Scholz Almanya’nın çıkarlarını korumak, koalisyonu ayakta tutmak ve Atlantik kampı içindeki sorumlulukları arasında bir denge siyaseti izlemeye çalıştı. O nedenle de Ukrayna krizinin en başındaki pozsiyonundan hayli geri adım atmak zorunda kaldı. Hatta, Merkel çizgisini yumuşatarak Çin’e karşı zaman zaman siyasi eleştiriler yaptı.
Yeşiller Eş Başkanı Baerbock’un dümeninde olduğu Alman dış politikası ise bu süreçte sadece Rusya’ya karşı değil Çin’e karşı da pozisyon aldı: Almanya Hint-Pasifik bölgesine savaş gemisi göndermekten Tayvan’a heyet göndermeye kadar bir dizi Atlantikçi hamle sergiledi.
Dahası AB yönetimi yakın zamanda hazırladığı bir belgede, AB bakanlarına “Çin’e daha sert bir duruş sergilemelerini ve diğer Hint-Pasifik ülkeleriyle bağları derinleştirmelerini” tavsiye etti. Buna son altı ayda ABD’nin Almanya’ya Çin’deki yatırımlarını sonlandırması baskısını da eklemeliyiz.
Rusya’daki kayıpları Çin’le dengelemek
İşte bu şartlarda Scholz’un Çin’i ziyaret edecek olması çok önemli ve biri temel amaç diğeri de siyasi mesaj olmak üzere iki anlamı var:
1) Scholz, ABD’nin Ukrayna krizi üzerinden Alman ekonomisine uğrattığı kaybı, Çin’le işbirliği yaparak dengelemek istiyor.
2) Scholz, Alman sermaye sınıfı adına ABD’ye şu mesajı veriyor: Ekonomimizi torpilleyen Amerikan stratejisine Rusya’da uyduğumuz gibi Çin’de uymayacağız.
Bakalım ne derece mümkün? Alman devleti içindeki ağırlığın yönünü anlamanın bir yolu da Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in tutumunu izlemektir.
Cumhuriyet / 27.10.22