Türkiye’nin krizi dış kaynak akımlarında sert bir durma ile tetiklenmişti. Sonraki aşamalarında da dış finansman sorunları öncelik taşımaktadır.
Bu yazıda bu konuya odaklanacağım: Krizin ilk yılı dolarken, cari işlem açıkları ve “geçmiş güzel günler”den devralınan dış borçların ödenmesi, döndürülmesi nasıl seyrediyor? Tümünü oluşturan dış finansman yükü hafifliyor mu; ağırlaşıyor mu?
Son yıla bu çerçeve içinde göz atalım.
Dış borçlar ve dış finansman gereksinimleri
Aşağıdaki tablo, krizin arifesinde (Mart 2018’de) ve kriz içinde (2019’da) bu sorunlara ışık tutan nicel bilgileri (milyar dolar ve millî gelire oranlar olarak) vermektedir. Son sütunda 2019’a ait en son (Mart, Nisan, Mayıs’a ait) veriler kullanıldı. Yüzde hesaplarında kullanılan 2018 ve 2019’un dolarlı millî gelir (GSYH) verileri, IMF’ye aittir.
Tablonun ilk iki satırında, ekonominin brüt dış borç stokuyer alıyor. Toplamı, doğrudan krizle ilgili değildir: Geçmişin mirası olan dış bağımlılık yükünü temsil eder. Dış borç stokundaki değişmeler ise, krizin seyrine ışık tutar.
Tablonun sonraki (3.-8.) satırları ise, ekonominin kısa dönemli dış finansman gereksiniminin farklı boyutlarını yansıtıyor. Önce on iki ay içinde vadesi gelen borç toplamı (satır 3-4); sonra ekonominin dışa dönük cari işlemlerinin açığı (satır 5-6) yer alıyor. Son iki satır ise, banka-dışı şirketlerle ilgili bir stok bilançosudur: Şirketlerin tüm döviz yükümlülükleri ve varlıkları arasındaki net döviz açığı…
Türkiye, kronik dış açık veren bir ekonomi olduğu için, “normal” dönemlerde vadesi gelen borçların döndürülmesinde, cari açığın ek dış kaynak girişleriyle sürdürülmesinde güçlük çıkmaz. Bugünkü gibi bir kriz ortamı ise, acil dış finansman sorunları doğurur; ülke dışına net borç ödemesi zorunlu olur. Aksamalar, olağan-dışı yöntemleri gerektirebilir.
Dış borçlar daralıyor; yükü ağırlaşıyor…
Kriz arifesinde ve sonrasında (milyar dolar olarak) hem dış borç stoku (467,1 → 453,4); hem de 12 ayda vadesi gelen dış borç ödemeleri (181,8 → 175,3) düşmüştür (Satır 1 ve 3).
Ne var ki, bu düzelmeye rağmen, dolarlı millî gelire oranladığında dış borç stokunun (%60,9 → %64,2) ve kısa dönemli dış borç ödemelerinin (%23,7 → %24,8) göreli ağırlığı yükselmiştir (Satır 2 ve 4).
Nasıl açıklanabilir?
IMF, 2019’da dolarlı GSYH’nin, 2018’e göre 60,2 milyar dolar düşeceğini tahmin ettiği için… Bu sayı, 2019’un ortalama dolar fiyatına, ekonominin reel küçülme ve enflasyon oranlarına ait öngörülerden türetiliyor.
IMF’nin 2019 ortalama dolar fiyatı öngörüsü, 5,70 TL’dir. 2018’deki 1 dolar=4,83 TL ortalamasını yüzde 18 aşmaktadır ve ulusal enflasyon tahmininin üzerindedir.
Ekonominin sabit fiyatlarla (tahminen) yüzde 2,5 oranında küçülmesi, doların reel olarak pahalılaşması ile birleşiyor. Sonuç iki yılda GSYH’nın milyar dolar olarak (766,4 → 706,2) yüzde 7,9 oranında düşmesidir.
Bank of International Settlements’in verilerine göre Ocak-Haziran 2019’da ortalama dolar fiyatı, 5,63 TL’dir. Yıl sonu ortalaması 5,70 TL’ye çıkacak mı? IMF’nin dolarlı GSYH tahmini tutacak mı? Göreceğiz…
Kamu sektörünün dış borçları yükseliyor
Toplamı 13,7 milyar dolar daralan dış borçların bileşiminde ne gibi değişmeler gerçekleşti?
Özel sektör dış borçlarının payı AKP’li yıllarda hemen hemen kesintisiz tırmanmış; kriz öncesinde yüzde 70 eşiğine yerleşmişti. Kriz, özel dış borçların payını hızla aşağıya çekti; yüzde 66’ya indirdi. Mart-2018-Mart 2019 arasında özel sektörün 25,5 milyar dolarlık net dış borç ödemesi sayesinde… Bu yük tümüyle bankalar tarafından üstleniliyor.
Bu hesaplardan ilginç bir bilgi çıkıyor: Toplam dış borçlardaki düşme (13,7 milyar dolar), özel sektörün (25,5 milyar dolarlık) net dış borç ödemelerinden azdır. Niçin? Kriz aylarında devletin (merkezî, yerel yönetimlerin ve TCMB’nin) dış borçları 11,8 milyar dolar arttığı için…
Nasıl yorumlanabilir? İki açıklama akla geliyor: Batık şirketlerin dış borçlarının dolaylı olarak devlet ve TCMB tarafından üstlenilmesi mi? Tırmanan kamu açıklarının dış borçlanmayla finansmanı mı?
İki olasılık da döviz krizinin yükünü, sermaye çevrelerinden kamu sektörüne farklı yöntemlerle aktarmak anlamına gelir.
Cari işlem açığındaki “rahatlama”…
Dış finansman sorunlarında en çarpıcı “düzelme”, cari işlem açığında Mart 2018-Mayıs 2019 arasında gerçekleşti: 12 aylık dış açık 55 milyar dolardan 2 milyar dolara indi; millî gelirdeki payı sıfıra yaklaştı.
Bu dönüşüm, Türkiye ekonomisinin dış finansman gereksinimlerine büyük bir rahatlama getirdi. Boyutu, tablodan hesaplanabilir. Kriz arifesinde (Mart 2018’de) 12 aylık dış borç yükümlülükleri ile cari işlem açığını (satır 3 ve 5’i) toplayın: 237,2 milyar dolar… GSYH’nin hemen hemen yüzde 31’i.
Türkiye ekonomisinin acil (bir yıllık) dış finansman gereksinimi, kriz arifesinde sürdürülemez boyuta tırmanmıştı.
Nitekim sürdürülemedi. Cari işlem açığının sıfıra yaklaşması, millî gelir üzerindeki bu yükü, 2019’da neredeyse 6 puan aşağı çekti.
Büyük ölçüde ithalat daralmasından kaynaklanan bu “rahatlama”, doğrudan doğruya krizin ürünüdür; ekonominin küçülmesinden ve halkın yoksullaşmasından kaynaklanmıştır. Geçen hafta ayrıntılarına girmiştim.
Şirketlerin döviz riskleri bankalara aktarılıyor
Şirketlerin net döviz açığı ise, kriz içinde hem milyar dolar (221,0 → 188,1) olarak, hem de millî gelire oranla (%28,2 → %26,6) daralıyor. Nasıl?
İstatistiklerin ayrıntısına baktığımızda şirketlerin döviz risklerini yerli bankalara aktaran bir “operasyon” ortaya çıkıyor: Mart 2019-Nisan 2019 arasında şirketlerin döviz kredi ödemelerine bakalım: Doğrudan yabancı bankalara sadece 1 milyar; ulusal bankalardan alınmış döviz borçlarına ise 19 milyar dolarlık net ödeme…
İktidarın kamu bankaları üzerindeki nüfuzu rol oynadı mı? Riskli döviz alacakları yapılandırıldı mı? Boyutları nedir? Bilmiyorum. Bankalar ise şimdilik (sendikasyon kredileri ile) dış borçlarının sadece yüzde 80’ini döndürebilmektedir.
Sonuçta, şirketlerin döviz risklerinin önemli bölümleri bankalara kaydırılmış oluyor. İspanya, Fransa, Alman bankalarının Türkiye bankalarından alacaklarının boyutu ve olası riskler üzerinde Claudio Grass ayrıntılı bilgi veriyor (Eurasia Review, 23 Mayıs).
Moody’s Haziran’da, Fitch Temmuz’da Türkiye’nin önde gelen bankalarının kredi puanlarını indirdi. Gerekçeleri açıklayan bilgi notlarında ve önceki Türkiye raporlarında, bankaların dış borçlarıyla ilgili riskler vurgulanmaktaydı. Bu kuruluşların ve uzantılarının lekeli sicillerini daha önce vurguladım. Ama görüşleri göz ardı edilemez; zira, ekonomi için hayatî önem taşıyan “suyun başında” duruyorlar.
7186 sayılı Torba Yasa, AKP beslemesi burjuvazinin iç borç bunalımını alaturka yöntemlerle hafifletmeyi hedefliyor. Temel açmaz olan dış finansman sorunları açısından derde deva değildir.
Batılılara bakılırsa Türkiye krizinin son perdesine henüz geçilmedi. Olası bir dış borç krizinin önde gelen iki tarafı, borçlu Türkiye bankaları ile alacaklı Batı bankaları olacaktır.
soL / 26.07.19