2018 millî gelir tahminleri ile Ocak 2019’un ödemeler dengesi tabloları birlikte yayımlandı. 2019 başında ekonominin “gidişatı” üzerinde konuşmak için yeterince malzeme var.
Bugün kuşbakışı bir gezinti ve önemli gördüğüm birkaç vurgulama ile yetineceğim.
Üretim yoluyla millî gelir
Ekonominin büyüme / küçülme oranları sabit fiyatlı millî gelir (GSYH) hesaplanarak belirlenir. TÜİK bu hesaplamayı “hacim endeksli” diye adlandırıyor.
Üretim yoluyla hesaplanan GSYH verileri ile başlayalım. Krizin sabit fiyatlı millî gelir verilerine yansıması Ekim-Aralık 2018’de ortaya çıkıyor; ben de bu döneme odaklanacağım. Bu üç ayda ekonominin tüm ana sektörleri 12 ay öncesine göre küçülmüştür.
Millî gelir hareketlerini en kötüden başlayarak (ve yüzdeler olarak) sıralayalım: İnşaat: -8,7; sanayi: -6,4; hizmetler: -2,6 ve tarım: -0,5…
GSYH toplamına bakalım: Ekim-Aralık 2018’de millî gelir (12 ay öncesine göre) %3,0 oranında küçülmüştür.
Bu verilerde sorgulanacak tek sektör tarımdır. TÜİK, Ekim sonunda 2018’in tarımsal üretim tahminlerini vermişti ve tahıllarda yüzde 4,2; sebzede yüzde 3; meyvede de yüzde 1,2 oranlarında üretim düşmesi öngörmüştü. Ne var ki, aynı TÜİK’in GSYH istatistikleri yayımlanınca tarım sektörünün 2018’de yüzde 1,3 büyüdüğünü öğrendik.
Üretimi düşen, ama GSYH istatistiklerinde katma değeri artan tarım sektörünün hesaplanmasında bir sorun olduğu açıktır. Ekim-Aralık millî gelir verilerinde ortaya çıkan yüzde 0,5’lik küçülme de, üretimdeki yıllık azalma oranının çok altında kalmıştır.
Hizmetler, Ekim-Aralık döneminde millî gelirden daha yavaş bir tempoyla küçülen ana sektör olmuştur. Tekrarlayalım (yüzdeler olarak): -2,6 / -3,0…
GSYH’da hizmetler sektörünün bir bölümü üç “üretken” sektöre (tarım, sanayi ve inşaata) bağımlıdır: Bu sektörlerden türeyen veya onların talebini karşılayan taşıma, ihracat, ithalat, toptan ve perakende ticaret, sigortacılık, depolama vb faaliyetler içinde oluşan katma değer öğeleri… Bu üç sektördeki küçülme boyutu, belli ölçülerde hizmetlere de yansır.
Hizmetlerin, üretken sektörlerden bağımsız olarak büyüyebilen en büyük alt-kesimi devletin cari (“kamu hizmeti” diye de adlandırılan) faaliyetleridir. Geçmişte bu faaliyetlerin millî gelire katkısı kamu personel harcamalarıyla ölçülürdü. Şimdiki yöntemi bilmiyorum. Ancak, 2018’in seçim konjonktürü içinde devletin cari harcamalarında sürdürülen artış, son üç aya da yansımış ve hizmetler sektöründeki gerilemeyi frenlemiştir.
Harcamalara göre millî gelir
2018’in son üç ayı (Ekim-Aralık) üzerinde odaklanalım ve GSYH’daki ana harcama kalemlerindeki değişim oranlarını en kötüsünden başlayarak (ve yüzdeler olarak) sıralayalım. Önce iç talebi oluşturan ana kalemler: Sermaye birikimi: -12,9; özel tüketim: -8,9; cari kamu harcamaları; +0,5…
Ekonominin gelecekteki büyüme potansiyelini belirleyen sermaye birikimindeki çöküntü endişe vericidir. Küçülme ve yoksullaşmanın gerçekçi boyutu özel tüketimin yüzde 9’a yaklaşan daralmasında yansıyor. Sabit fiyatlı kamu harcamalarının önümüzdeki aylarda gerilemesi de kaçınmaz görünüyor. Nedeni bütçede yatıyor: Bu yılın bütçesi, malî disiplin hedeflerine göre oluşturulan Yeni Ekonomi Programı ve 2019-2021 OVP belgelerini esas almıştı. Harcama kalemleri, Ocak-Mart’ta gevşek tutuldu; “kemer sıkma” ise yerel seçimleri izleyen dokuz ayda gündeme gelecektir.
İç talebin üç ana kalemi toplamına, mal ve hizmet ihracatı eklenir; ithalat çıkarılır ve harcamalar yoluyla GSYH’ya ulaşılır.
Bir önceki yılın (sabit) fiyatlarına göre (ve TL ile) yapılan bu hesaplamaya göre, Ekim-Aralık değişim (yüzde) oranlarına göz atalım: İhracat: +10,6; ithalat: -24,4… İhracattaki artış ve ithalattaki daralma, 2018’in son üç ayında cari işlem fazlası ile sonuçlanmış; ulusal katma değerin ülke dışına aktarımı tersine dönmüştür. Böylece dış ticaret, millî gelirde iç talepten kaynaklanan küçülmeyi frenlemiştir.
Öte yandan bu hesaplama, dolarla yapılan dış ticaret verileriyle tutarlı değildir. Dolarla mal ve hizmet ihracatı Ekim-Aralık 2018’de 12 ay öncesine göre yüzde 4,5 artmış; ithalattaki değişim ise azalma yönündedir: -23,4… TÜİK’in hesaplaması, dolarlı dış ticaret verilerine göre daha olumlu (GSYH’yı daha fazla yukarı çeken) bir etki yaratıyor.
2018’de dolar fiyatı tırmanmıştır. Bu olgu, dış ticaret verilerinin cari fiyatlı GSYH tablolarına yansıyor. Yansıma, “anarşik” özellik taşıyor: Dolarlı ithalat %23 düşerken, doların pahalılaşması TL ile hesaplanan ithalatı %13 artırmıştır.
Bu “anarşik” görüntü, sabit fiyatlı TL ile yapılan ihracat / ithalat hesaplaması ile gideriliyor; ama bu hesap ile dolarlı dış ticaret verileri arasında (yukarıda değindiğim) uyumsuzluk devam ediyor.
Bu tutarsızlığın nedeni farklıdır: Kriz ortamında birim ihraç ve ithal fiyatları arasındaki makas (dış ticaret hadleri) 12 ayda Türkiye aleyhine seyretmiştir; ama bu akımlar 2017’nin fiyatlarına göre (“sabit fiyatlarla”) hesaplandığı için GSYH’ya yansımamıştır. Cari işlem dengesindeki düzelmenin milli gelir üzerindeki olumlu (ekonominin küçülmesini frenleyici) etkisi bu nedenle biraz abartılmıştır.
Üç ay sonraki GSYH hesaplamasında tamamen ters yönde (olumsuz) bir etki söz konusu olabilir.
Gelirlere göre millî gelir
TÜİK 2016 sonrasında gelir türlerine göre de millî gelir hesabı yapıyor. Cari fiyatlarla ücretlerin toplamını, dolayısıyla millî gelir içindeki payını da bu sayede öğreniyoruz.
Bu hesaplama içinde diğer gelir türlerini ayrıştırmak mümkün değil. Net kârların üretken ve ticarî kesimlere dağılımı; faiz ve kentsel rant gelirleri, toprak kirası; kendi hesabına çalışan profesyonel mesleklerin, tarım-dışı küçük burjuvazinin gelirleri; köylülükte aile emeğinin payı… Sınıfsal bir gelir dağılımının ana öğeleri bunlardan oluşur. İstatistik kurumlarının da bu dökümü vermesi beklenmez. Bu işin gerektirdiği kuram, kavram ve ölçüm sorunlarını, farklı meşrepten iktisatçılar ayrıca çözmeye, aşmaya çalışırlar.
TÜİK de bu sorunu aşmayı doğal olarak üstlenmiyor. Ücret-dışı tüm gelir türlerini brüt işletme artığı / karma gelir başlığı altında topluyor.
Biz de, böylece, ücretlerin GSYH içindeki payının 2016-2018 arasında yıllık ortalamalar olarak nasıl aşınmakta olduğunu öğreniyoruz: %32,2 → %30,5 → %30,4…
Türkiye’deki 3,5 milyon civarındaki Suriyeli nüfusun istihdam ve ücret istatistiklerinde sağlıklı boyutta kapsanmadığını biliyoruz. Bu emekçiler, artık, işgücü piyasasının içinde yer almaktadır. Krizin işçi sınıfı üzerindeki yansımalarını tam olarak kapsamak için kayıt-dışı istihdamda yoğunlaşan Suriyeli işçilerle ilgili bulguların derlenmesini, diğer verilerle birlikte sunulmasını beklemeliyiz.
Ocak 2019’da ödemeler dengesi
TCMB’nin yayımladığı Ocak-2019 ödemeler dengesi tabloları, “iyi ve kötü haberler” içeriyor.
İyi haber, sadece bir tanedir ve geçicidir: 2018’in son beş ayı boyunca dış borçların (toplam 11,4 milyar dolarlık) anaparasını kesintisiz ödemek zorunda kalan Türkiye, Ocak 2019’da dış dünyadan 5,3 milyar dolarlık net borçlanma yapabilmiştir.
Bu olumlu bilgi herhalde geçicidir. Anlaşıldığı kadarıyla, önemli bölümü bankaların yılda bir kere yenilediği sendikasyon kredilerinden ve bunların uzantılarından oluşmaktadır. Zincirleme iflaslar patlak vermezse, 2019 boyunca şirketlerin dövizli borçlarını döndürülmesine tahsis edilmesi; giderek eritilmesi beklenir.
Kötü haberler ise birden fazladır.
Birincisi, 2018 boyunca döviz piyasalarını rahatlatan 21,2 milyar dolarlık kayıt-dışı (yani, “karanlık ve kara”) sermaye girişleri Ocak’ta 1,8 milyar dolarlık “net çıkış” göstermiştir. Devam ederse “hayra alamet” değildir; ama, gelecek aylara ilişkin öngörü yapamayız.
İkincisi, dört aylık ve istisnaî cari işlem fazlası, Aralık 2018 ve Ocak 2019’da bir kez daha tarihe karışmıştır. Ekonomik bağımlılık ile yoksullaşmanın üzücü birlikteliği ortaya çıkmıştır: Kriz ortamında ve ekonomi küçülürken dahi süregelen dış açık… Türkiye, 2008-2009 krizinde de benzer bir durumla karşılaşmıştı: On iki ay boyunca GSYH yüzde 7,4 oranında küçülmüş; ödemeler dengesi ise 15 milyar dolar cari işlem açığı vermişti.
Aralık 2018 ve Ocak 2019’un ihracat verilerini, önceki iki ay (Ekim-Kasım) ile karşılaştırın; kötü haberlerin süregeldiğini gözleyeceksiniz: Yüzde 16,7 ($40,5 milyar → $33,7 milyar) gerileme belirleniyor. Mevsimlik etkenler bir yana, sanayi üretiminin ihracatı destekleyecek gücü tükenmiş gibidir.
Kötü haberlerin sonu gelmedi. İthalatı kısarak cari işlem fazlası yaratma olanağı da tükenmiş görünüyor. İkişer aylık toplam ithalat ($34,8 milyar → 34,7) binde 3 daralma göstermiştir. İthalatın alt sınırına Kasım’da ulaşılmış mıdır? Böyle bir durum, toplumun yoksullaşma sınırına yaklaşıldığının bir işareti olarak yorumlanabilir. Toplumun olağan işleyişini mümkün kılan asgarî ithalat sınırına inilmiştir; daha fazla kısıntı, çöküntü anlamına gelebilir.
“Cari işlem fazlası verme takvimi” Kasım 2018’de son bulmuş olabilir. O durumda 2019’da cari açığın dış finansman gereksinimine dış borçların döndürülme güçlükleri eklenirse yeni bir döviz krizi tetiklenebilir.
Reel ekonomideki bunalımla finansal bir krizi birleştiren bu kötümser senaryo, yeni bir “kötü haber” değildir; sadece bir olasılıktır.
soL / 15.03.19