Geçen hafta sonu döviz piyasalarında “kıyamet koptu”; iktidar çevreleri de “kıyametin tetikleyicileri” ile kavgaya tutuştu.
Kimlerle? Cumhurbaşkanı, kimlerden “hesap soracağını” açıklamadı. Türk lirasından döviz mevduatına geçen (bir bölümü de AKP seçmeni olan) vatandaşlarımızı elbette kastetmedi. Doğal olarak komplocu dış çevreler akla geldi.
Açık bir adresi BDDK ve SPK verdi: Yatırım bankası JP Morgan hakkında “incelemeler” başlatıldı. Gerekçe, bu banka tarafından “yayımlanan raporun spekülatif etki yaratan; yanıltıcı, manipülatif” içeriğidir.
JP Morgan, ABD’deki 2008 krizinden sonra (Goldman Sachs ve Morgan Stanley ile birlikte) ayakta kalan üç dev yatırım bankasından biridir. BDDK ve SPK tarafından incelenme nedeni olan “rapor” ise, aslında rapor değildir. JP Morgan’ın “yükselen ve yerel piyasa stratejileri” biriminin hazırladığı dört sayfalık bir metindir. Türkiye ile ilgili bir veya birkaç müşteri için hazırlanmış; kamuoyuna açık olmayan; tavsiyeler de içeren 22 Mart tarihli bir bilgi notudur.
Bu belge, müşterilere, TL’den dolara geçme tavsiyesinde bulunduğu için iktidar çevrelerini kızdırmıştır.
Sıradan tespitler, öngörüler
JP Morgan, açık-seçik bir tespit yapıyor: TCMB’nin net rezervleri Mart’ın ilk iki haftasında çok hızlı düşmüştür. Alaattin Aktaş, Dünya’da bu verileri güncelleştirdi: 28 Şubat-22 Mart arasında, TCMB’nin “altın hariç net rezervler” toplamı 11,4 milyar dolar erimiş; 14,4 milyara inmiştir. Aynı üç haftada brüt rezervlerdeki erime de yüksektir; ama 7,7 milyarla sınırlı kalmıştır.
JP Morgan belgesi, seçim öncesinde döviz fiyatlarında artış önlemek için Merkez Bankası rezervlerinin kullanıldığını ima ediyor. 2019 içinde 177 milyar doları aşkın “dış borç döndürme takvimi” Nisan-Mayıs’ta yoğunlaşacağı için, müşterilerine “şimdiden dolara geçmelerini” tavsiye ediyor.
TCMB ise, rezervlerdeki düşmenin döviz kurları değil, “güncel işlemler” ile ilgili olduğunu; rezerv hareketlerinin “orta vade içinde izlenmesi” gerektiğini ileri sürüyor. Eylül-Ocak aylarında rezervlerde gerçekleşen 13,6 milyar dolarlık artışı kastettiği anlaşılıyor. Ne var ki, iki yıl daha geriye gidersek, 2016 sonu ile Eylül 2018 arasında TCMB brüt döviz rezervlerinin, 26,6 milyar dolar düştüğünü belirliyoruz. JP Morgan’ın “Nisan sonrasında daha fazla rezerv eriterek döviz fiyatları korunamaz” teşhisine de hak veriyoruz.
Sonrasında, TCMB ve kamu bankaları, döviz piyasalarında Ağustos kâbusunun tekrarını önlemeye çabaladı. TL’den dolara geçişin Batı’daki merkezi olan Londra piyasasında bu işlemleri frenledi. Londra’da TL için gecelik takas faizleri Salı günü (yıllık hesapla) yüzde 1300’e ulaştı; TL / dolar işlemleri fiilen donduruldu. Çalkantı, böylece “idare edilmeye” çalışıldı; doların tırmanması sadece üç-dört gün frenlendi.
Sonuç, belirsizlik, istikrarsızlıktır. 21 Mart-26 Mart arasında da ülkelerin kredi riskini yansıtan CDS göstergesinin Türkiye değeri, 320’den 450’ye çıktı (Financial Times, 27 Mart). “Yükselen piyasa ekonomileri” içinde bu değere en yakın CDS 180’dir ve Güney Afrika’dadır.
1 Nisan sonrası? Batılı finans yorumcuları kötü konuşmaya başladı. Türk halkının ise her derde deva bir yanıtı var: “Allah kerim…”
Finans kapitalin rantiyeleri
JP Morgan, “seçimden önce TL’den dolara geçin…” tavsiyesini Türkiye ile ilgili yatırımcılar için yapmıştır. Buradaki “yatırımcı”, yerleşik iktisat yazınının yatırım, yani sabit sermaye birikimi kavramından türemez. Ekonominin makine-teçhizat, araç-gereç, fabrika-bina, altyapı stokunun, üretim potansiyelinin genişlemesi kastedilmez.
JP Morgan’ın “yatırımcı”sı, finans kapitalin “gayri meşru” terminolojisine aittir. Kastedilen, finansal varlıklara (yani hisse senedi, tahvil ve benzeri kâğıtlara) para bağlamış olan; bunların getirisi ve değer artışları ile “varlıklarını sürdüren” rantiyelerdir. Lenin’in ifadesiyle finans kapitalin “kupon keserek yaşayan” tam parazit öğesini oluşturur.
Peki, bu bilgiden hareketle “seçimden önce TL’den dolara geçin” tavsiyesi pratik olarak kimleri ilgilendirmektedir? JP Morgan’ın müşterileri içinde yılbaşından bu yana dolara yönelen TC vatandaşları, olsa olsa “sembolik” sayıdadır. Banka’nın “bilgi notu”nun muhataplarını, Türkiye’ye dönük dış kaynak akımları içinde aramamız gerekir.
Kısa vadeli döviz fiyatı dalgalanmaları, doğrudan (dolaysız) yatırımları ilgilendirmez. Türkiye’ye üretim amacıyla giren veya mevcut şirketleri, bankaları satın alma peşinde olan yabancı sermaye, dövizin pahalı (TL’nin “ucuz”) olduğu dönemleri yeğler; o kadar...
Yabancı bankaların kısa veya uzun vadeli kredileri de dolarla verilir, dolarla tahsil edilir. Döviz kuru hareketleri, borç / alacak toplamlarını değiştirmez. Ekonominin ve borçlunun “yapısal risk göstergeleri”, kredi koşullarını, faiz oranlarını etkiler. JP Morgan’ın “yatırımcı müşterileri” için hazırlanan bilgi notunda bu tür risk göstergeleri yoktur. Yakın gelecekte dolar / TL kurundaki hareket öngörüsü ile sınırlı tutulmuştur.
Geride, yabancı sermayenin Türkiye’deki portföy yatırımları kalmaktadır. JP Morgan’ın “bilgi notu” sadece bunları ilgilendirmektedir. Mart başında Türkiye’de hisse senetlerine, devlet ve özel sektör tahvillerine bağlanmış yabancı sermaye 53 milyar dolar tutarındaydı. Bu “menkul varlıklar”, tümüyle TL ile satılan-alınan “kâğıtlar”dan oluşur. Hepsi, yabancı “rantiye”lerin komisyoncuları (“bankerler”) tarafından döviz bozdurularak TL ile alınmıştı.
Getiri ve kazanç beklentileri, öngörüleri de ilerideki dolar / TL kurlarına bağlıdır. Türkiye’den çıkarken dolar pahalılaşmışsa, kazançları düşer; eriyebilir. Tam aksine, Türkiye’ portföylerine para bağlamayı düşünen yabancılar için ise, doların pahalı dönemini “yakalamak, kaçırmamak” önemlidir.
Kızmaya hakkınız var mı?
Demek ki, JP Morgan’ın “seçimden sonra dolar pahalılaşacak” öngörüsü, Türkiye portföylerine bağlanmış yabancı rantiyeler için çıkış etkisi yapar; “giriş” heveslilerini durdurur. İki durumda da krizi ağırlaştıracaktır. Cumhurbaşkanı’nı da bu nedenle kızdırmıştır.
Bu tür “plasman” kararları, özünde spekülasyondur. “Kumarhane” özellikleri de taşır. Bu işlemlerin “komisyonculuğu” da, doğası gereği temiz değildir. JP Morgan’ın ve sözünü ettiğim diğer yatırım bankalarının 21’nci yüzyıl sicillerinin de lekeli olduğu, 2008 krizinde açık-seçik ortaya çıkmıştır.
Bu komisyonculuğun “taşeron bankerleri” de vardır: İrili-ufaklı fon yöneticisi şirketler… Bu şirketlerin “ayak takımı”, sayısız “yatırım uzmanı”ndan oluşur. Bunlar Türkiye gibi “yükselen piyasa ekonomileri” üzerinde sürekli konuşur; finans basınında öne çıkmaktan; ülkelerin kaderi ile oynar görünmekten kıvanç duyar. İçlerinde “Türkiye uzmanları” da vardır; bizim Hazine Bakanı tarafından ciddiye de alınabilir. Hafta başından beri Batı finans basınında yeniden ortaya çıktılar; Türkiye ekonomisi hakkında “ahkâm kesmeye” başladılar.
İktidar çevreleri, finansal piyasaları JP Morgan’a, benzerlerine, uzantılarına yıllardan beri açmış oldukları için, bugün onları eleştirme hakkını yitirmiştir. Bu “bankerler”, Türkiye’de sıradan işlevlerini ifa ediyor; o kadar…
Bizler de, Türkiye’yi yönetenleri eleştirme hakkımızı (kendi üsluplarıyla) kullanalım:
“Eyyy AKP iktidarının geçmişteki ve bugünkü yöneticileri: Türkiye’nin finansal piyasalarında, İMKB’de, Borsa İstanbul’da TL ile alınıp-satılan hisse senetlerini, tahvillerini, bonolarını, yabancı sermayeye, bankerlere, rantiyelere niçin açtınız; açık tuttunuz; kapatmadınız? Yabancı spekülatörlerin TL’li menkul değerlerden elde ettiği kazançların dövizle transferine niçin izin verdiniz? Türkiye ekonomisinin, finans kapitalin en parazit öğelerine de teslimiyetini niçin sineye çektiniz? Bugün niçin ağlaşıyorsunuz?”
AKP iktidarı ve bugünkü Cumhurbaşkanı, işler yolunda giderken bu teslimiyetten nemalandı; siyasî bakımdan yararlandı. Kriz ortamında tedirginleşiyor; yakınıyor. Tutarlılık gereği, yakınma hakkını yitirmiştir.
Ne var ki, AKP kadrolarında tutarlılık kavramı ve özeleştiri meziyeti yer almaz.
soL / 29.03.19