Meksika ve Brezilya: Başkanlar ve borsalar
Doug Henwood, 30 Ekim 2018’de “Faşistler Hisse Senetlerini İhya Ediyor” (“Fascists Are Good fo Stocks”) başlıklı bir yazıyı kendi adını taşıyan sitede yayımladı.
Yazı, basit iki grafikle kısa bir yorumdan oluşuyor. Grafikler Brezilya ve Meksika borsalarında hisse senedi endekslerinin seyrini izliyor.
İlk grafik, 1996 ile Ekim 2018 dönemini kapsıyor. 2012’ye kadar endeksler paralel seyrediyor. 2012 sonrasında Brezilya sert bir siyasi krize sürüklenince, endeksi Meksika’nın gerisine düşüyor; solcu başkan Rousseff azledilince, önceki eğilime yöneliyor.
İki borsanın hareketlerinde belirgin farklılaşma ise Ekim 2018’de gözleniyor. Ana neden, iki ülkedeki başkanlık seçimleridir. Bilindiği gibi seçimleri Meksika’da solcu Lopez Obrador, Brezilya’da ise, (Avrupa’lı benzerleri gibi “neo-faşist” değil) açıkça faşist olan Jair Bolsonaro kazandı.
Sonrasını Henwood’dan nakledeyim: “Ekim 1’den itibaren Meksika hisse senetleri yüzde 17,9 düştü; Brezilya’da ise %19,4 oranında yükseldi. Obrador ılımlı reformlar vaat ediyor, yatırımcılar panik içinde. Bolsonaro ise solu yok edeceğini, suç ile mücadeleyi ölüm mangalarına devredeceğini, özgün (yerli) nüfusun kaynaklarını yağmalayacağını, büyük sermayeyi ise ihya edeceğini vaat ediyor; yatırımcılar coşku içinde…”
Henwood, Obrador’un yatırımcıları paniğe sürükleyen “ılımlı reformları”na sadece değiniyor. Tamamlayıcı bilgiyi ben vereyim.
Lopez Obrador piyasaları nasıl kızdırdı?
Lopez Obrador, Temmuz’da başkanlık seçimini tek turda kazandı; partisi parlamento çoğunluğunu da elde etti. Üç ay fincancı katırlarını ürkütmedi; ama Ekim’de “münasebetsiz” işler yapmaya başladı.
Neler yaptı? Meksika toplumunun kimi sorunlarını doğrudan demokrasi, yani halkoylamaları yoluyla çözme tasarımını ciddiye aldığını gösterdi…
İlk uygulamasını Başkanlık Sarayı’na yerleşmeden hayata geçirdi: Mexico City’de, “yeni havalimanı yapılsın mı?”sorusunu içeren bir halkoylaması örgütledi. Çevrecilerin ve başkentlilerin karşı çıktığı 13 milyar dolarlık bu yatırım projesi, halkoylamasında üçte ikilik “hayır” oyu ile reddedildi. Obrador da yatırımı durduracağını ilan etti.
Bu kararını kamuoyuna duyururken verdiği demece de göz atalım: “Meksika devleti finansal piyasalara boyun eğebilir mi? Kimin sözü geçecek? Elbette halkın ve yurttaşların…”
Yeni başkan, görevinin ilk yılında başka halkoylamaları da yapmak niyetindedir: Yoksul eyaletler için bir dizi yatırım ve sosyal yardım programı; yozlaşmış emniyet teşkilatının dağıtılması ve ulusal güvenlik sisteminin ordunun da katılmıyla merkezîleştirilmesi… Bir de Mart 2019’da (herhalde sadece sembolik önem taşıyacak) bir başka halkoylaması da tasarlıyor: “Uyguladıkları neoliberal politikalarla milyonlarca Meksikalının yoksullaşmasına yol açan beş eski başkan (Salinas, Zedillo, Fox, Calderon, Beno Nieto) bu nedenle yargılansın mı?”
Yeni Başkan, görevinin yarısı dolunca “göreve devam edeyim mi?” sorusunu içeren bir halkoylaması daha yapacakmış ve sonuç “Hayır” olursa derhal istifa edecekmiş.
Meksika’da “kurulu düzeni” temsil ettiği anlaşılan kıdemli , saygın bir diplomat, (Mayer-Serra, Financial Times, 30 Kasım) Obrador’un halkoylaması yöntemini “demokratik kurumları dinamitleyeceği” gerekçesiyle ve sert bir üslupla lanetledi (Financial Times, 30 Kasım).
Obrador, “piyasalar” tarafından Ekim’de bu marifetleri nedeniyle cezalandırıldı: Henwood’un. hisse senedi fiyatlarında belirlediği çöküntüye ilaveten Meksika peso’su son beş ayın en düşük değerine indi; tahvil faizleri ise son on yılın rekorunu kırdı.
“Piyasalar” temsilî demokrasiye karşı
Bolsonaro’yu ödüllendiren, Obrador’u cezalandıran piyasalarda hangi tür metalar alınıp satılmaktadır?
Yukarıda açıkladım: Bunlar, hisse senedi, tahvil ve döviz piyasalarıdır. Günümüzde, Brezilya’da, Meksika’da, (keza Türkiye’de de) iç ve dış tüm sermaye çevrelerine sınırsızca açık piyasalardır. İşlem gören (çoğu kez “kâğıttan”) varlıkların fiyatlarını topluca yukarı veya aşağı çeken hareketler de sermayenin kolektifiradesini yansıtır.
Ekim 2018’de Brezilya ve Meksika borsalarındaki hareketlerin, yeni başkanların neo-liberalizme ilişkin tavırları ile bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Neo-liberalizm, bence, “sermayenin dünya çapında ve sınırsız tahakkümünü hedefleyen program”dır. Solcu Obrador, finansal piyasaları ve neo-liberalizmi açıkça suçlamıştır. Faşist Bolsonaro ise büyük sermayeyi ihya etmeyi üstlenmiştir.
Brezilyalı Pepe Escobar da faşist Bolsonaro’nun başkanlığını hazmedemiyor ve onun piyasalar tarafından coşkuyla ödüllendirmesini şöyle açıklıyor: “Faşizm neo-liberalizmin son aşamasıdır. Bir faşist ‘serbest piyasa gündemi’ni pazarlarsa tüm günahları affedilir.” (Defend Democracy Press, 4 Aralık).
Doğru bir teşhis yaptığını düşünüyorum. Neo-liberalizm, otuz küsur yıl boyunca “başka seçenek yok” sloganı ile pazarlandı; merkez sağ ve sol partiler tarafından da tümüyle benimsendi. Seçeneksizlik algılaması, neo-liberalizmin halk sınıfları tarafından da sineye çekilmesine yol açtı. Bu dönemde sermayenin kapsamlı programı ile temsilî demokrasi arasında ahenkli bir uyum gerçekleşti.
2008 krizi sonrasında kapitalizmin ve neo-liberalizmin çirkin yüzü açığa çıktı. Halk sınıfları da kendilerini “seçeneksizliğe” tutsak kılan politik cendereye karşı çıkmaya; sermayenin tahakkümünü sandıklarda reddetmeye başladı. Temsilî demokrasinin uyumsuz, “aykırı” sonuçları da piyasalar tarafından “cezalandırıldı”.
Brezilya’da ne oldu? “Sivil bir darbe” sol seçeneği (favori aday olan Lula’yı) hapse yolladı; adaylığını önledi… Neo-liberalizmi sahiplenen “merkez-sağ” tarihe karışmıştı; bu işlevi faşist Bolsonaro üstlendi... Seçimi kazandı; piyasalar coştu.
Meksika’da ne oldu? Yolsuzluk, şiddet ve eşitsizlik, sağ seçenekleri tümüyle tasfiye etmişti. Temsilî demokrasi neo-liberalizme karşı çıkan bir solcuyu (Obrador’u) iktidara getirdi. Aykırı söylem ve uygulamalarına karşı “piyasalar” gecikmeden tepki gösterdi; Ekim sonunda da ilk “ders” verildi. Şimdi bu aşamadayız.
Lopez Obrador’un solculuğu?
Meksika burjuvazisi ve finans kapital, Lopez Obrador’un iktidara yürüyüşü önlenemez bir ivme kazanınca önlemleri almaya başlamıştı.
Anlaşılan kritik hamleler, Obrador’un kabinesini oluşturma aşamasında yapılmıştır. Kabine başkanlığına saygın, varlıklı bir iş adamı, Alfonso Moro getirildi. Neo-liberalism açısından en kritik görev, maliye bakanlığıdır. Bu göreve getirilen Carlos Urzua, “sağduyuyu” temsil etmektedir.
Urzua, Obrador’un Ekim’deki “münasebetsizlikleri”ni telâfi görevini üstlendi. İç ve dış finans çevreleriyle bir danışma (“barışma?”) toplantısı düzenleyeceğini açıkladı. Malî disipline ödünsüz öncelik verileceğini, 2019’da millî gelirin yüzde 1’i oranında faiz dışı fazla hedefleneceğini ısrarla vurguladı.
Obrador’u seçimlerde desteklemiş olan İşçi Partisi, özel emeklilik sigortasını tasfiye etmeyi ve sosyal güvenlik sistemini güçlendirmeyi savunmaktadır. Bu öneriyi bir halkoylamasına taşımayı tasarlıyor. Bireysel emeklilik sigortaları, Pinochet Şili’sinden bu yana Latin Amerika neo-liberalizminin “gözde eseri”dir. Maliye Bakanı Urzua’nın bu “aykırı” halkoylaması önerisine tepkisi açık oldu: “Böyle bir öneriyi destekleyemeyiz; kesinlikle karşıyız…”
Latin Amerika solunu yakından izleyen Immanuel Wallerstein, Temmuz’daki seçim zaferinden sonra kaleme aldığı bir yazıda Lopez Obrador’u tebrik etmişti. Daha sonra Meksika’daki gözlemlerini 15 Kasım’da yayımladı. Ona göre Latin Amerika’da solculuğun kritik ölçütü, dış politika ile ilgilidir ve teşhisi olumlu değildir: “Obrador, görünüşe göre açıkça anti-emperyalist değil, öncelikle milliyetçi bir politika izleyecektir.”
Wallerstein’in bu ayrımı önemlidir: Latin Amerika’da anti-emperyalizm, ABD hegemonyasına karşı, Chavez’in, Morales’in, iktidar yıllarında Lula’nın ve karı-koca Kirchner’lerin oluşturduğu alternatif (ve ABD’nin dışlandığı) dayanışma örgütlenmeleri ile hayata geçirilmişti. Bu, salt “ülke çıkarları” söylemi ile sınırlı bir milliyetçilikten farklıdır.
Dolayısıyla Obrador, neo-liberalizm karşıtı slogan ve söylemlerine rağmen, Wallerstein Hoca’nın “solculuk sınavı”ndan şimdilik geçer not almamıştır.
soL / 07.12.18