2004’te Türkiye’den 10-15 kişilik bir grupla Hindistan’ın Mumbai kentindeki Dünya Sosyal Forumu’na katıldık. Dünyanın dört köşesinden, öncelikle Güney’den gelen ve sermayenin sınırsız tahakkümüne, “başka bir dünya mümkün” sloganıyla başkaldıran insanlarla bir araya geldik.
Forumu, Hindistan emekçilerinin, solcu partilerinin örgütleri, temsilcileri düzenlemişti. Onlarla tanıştık, görüştük, tartıştık. Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nin Marksist meslektaşlarımızın çağrısına da uyduk; seminerlerine katıldık. Bu dostlarımızı daha sonra Türkiye’de ağırladık. Bilimsel iletişimi sürdürüyoruz.
O tarihten bu yana Hindistan’ı, sol siyasetin sorunları açısından izlemeye, öğrendiklerimi okurlarımla paylaşmaya çalıştım. Bugün de faşist bir siyasetçiyi (Narendra Modi’yi) tekrar iktidara getiren seçimlere (ve evveliyatına) göz atmak istiyorum.
2004-2013: Hindistan solunun yükselişi
Mumbai’deki Dünya Sosyal Forumu Ocak 2004’te gerçekleşmişti; beş ay sonra da Hindistan’da parlamento seçimi yapıldı.
O seçim, hem Hindu köktendinciliğinin temsilcisi, hem de yabancı-yerli büyük sermayenin gözdesi olan BJP’nin beş yıllık iktidarına son verdi. Hindistan Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Kongre, seçimden birinci parti olarak çıktı.
İki komünist partinin örgütlediği Sol Cephe de federal meclise 59 milletvekili gönderdi. Meclis başkanlığına bir komünist seçildi. Komünistler üç eyaletin (Batı Bengal, Kerala, Tripura’nın) yönetimini de kazandı.
Sol Cephe partileri, Kongre iktidarını beş yıl boyunca dışardan destekledi. 1991’de başlatılan ve BJP iktidarı altında hızlanan neo-liberal savrulma bu sayede frenlendi; bölüşüm ilişkilerinde emekçi sınıflar lehine adımlar atıldı.
2009 seçimlerini de Kongre önde bitirdi. Komünist partiler oy oranlarını korudu; ama, iki sosyalist partinin Sol Cephe’den ayrılması nedeniyle milletvekili sayıları 20’ye düştü. Kongre hükümetinin parlamento çoğunluğu, bu dönemde de komünist milletvekillerinin dışarıdan verdiği destekle sürdürüldü.
BJP’nin iktidar yıllarında filizlenen Hindu köktendinciliğin devlet aygıtına bulaşması 2004-2013 arasında önlendi.
Narendra Modi: Hindu faşizminin iktidarı
2014’te ise, BJP’nin liderliğine Hindu faşizminin militan bir temsilcisi olan Narendra Modi geçti; seçimden ezici bir üstünlükle çıktı. 542 milletvekilinden oluşan parlamentoda 282 sandalye kazanarak tek parti iktidarını başlattı.
Kongre ise, 44 milletvekili ile Hindistan siyasî tarihinin en ağır yenilgisini aldı. İki komünist parti de kayıplara uğradı.
Hint siyasetinin 2014’te “parlayan yeni yıldızı” Modi’yi kısaca hatırlatayım: Siyasette yükselmesi Gujarat Eyaleti Başkanlığı ile başlamıştır. 2002’de bu eyalette bini aşkın Müslüman’ın ölümüyle sonuçlanan kıyımdan sorumlu tutulmuş; ancak yargılanmamıştır.
Modi’nin kimliği hakkında ilginç bir tespit, klinik psikolog ve siyaset bilimci bir yazar (Ashish Nandy) tarafından yapılmış. Nandi, başbakanlığından birkaç yıl önce Modi ile yaptığı bir röportaj sonrasında izlenimlerini kaleme almış: “Kaskatı fanatizm, kısıtlı bir duygusallık, paranoid ve saplantılı bir kimlik… Hindistan’a karşı her Müslümanın potansiyel bir terörist ve hain olarak yer aldığı evrensel bir komplo teorisini çok sakin, ölçülü bir üslupla anlattı. Röportajdan sarsılarak çıktım; zira klasik ve klinik bir faşist vaka ile ilk kez karşılaşıyordum. Potansiyel bir katil, bir katliamcı da aynı kategoriye girer.”
Hindistan 2014 sonrasında beş yıl boyunca bu faşist siyasetçi tarafından yönetildi.
Hindu milliyetçiliği akımını faşist bir harekete dönüştüren örgüt RSS’dir. Hindu kimliğini (“Hindutva”yı) yabancı etkenlere karşı korumayı savunan bir ideoloji, Hindistan’ı Müslümanlardan arındırma özlemine dönüşmüştür. Ne var ki 190 milyonluk Müslüman halk, nüfusun yüzde 14’ünü oluşturmaktadır. Hindistan Anayasası’nın laik özelliği ve geçmiş iktidarlar bu köktendinci/ırkçı programı engellemiştir.
2014 sonrasında ise Hindutva gericiliği, devlet aygıtına ve güncel hayata taşınmaya başlandı. Modi iktidarının bazı marifetlerini hatırlatayım:
RSS militanları ve milisler, güncel hayatta çok sayıda “Hindu duyarlılığını ihlal” vesileleri “keşfetti”; “sorumlu” Müslümanları cezalandırdı. Çok sayıda Müslümanın (çoğunlukla linç edilerek) öldürüldüğü; eylemcilerin güvenlik güçleri tarafından korunduğu haberleştirildi.
1975 Olağanüstü Hal döneminin kalıntısı olan “Terörle Mücadele Yasası” muhalif, solcu, Müslüman aydınlara karşı uygulanmaya başlatıldı.
2019 seçim kampanyasının sloganlarından biri, “Hinduyuz ve gurur duyuyoruz…” oldu. Modi’yi eleştirenlere sosyal medyada, “Pakistan’a git…” diye saldırıldı.
“Hindutva faşizmi”, Türkiye’nin “İslamcı faşizmi”ni on iki yıllık bir ara ile izlemektedir. Bu iki hareketin, liderleri, uygulamaları ve sonuçları arasındaki paralelliklere geçmişte dikkat çekmiştim.
2019 seçimleri: Faşist iktidar yerleşiyor
Hindistan’ın federal bir cumhuriyet olduğunu hatırlatalım. Yerel, etnik, dinsel farklılıklara, kastlara dayalı partiler eyaletlerde öne çıkar. Bu dağınıklık bazen parlamentoya da taşınır. Bu olasılığa karşı BJP ve Kongre, son genel seçime çok sayıda yerel partiyi içeren ittifak listeleri içinde girdi.
2014 ve 2019 seçim sonuçlarını, milletvekilliklerinin partilere dağılımı açısından karşılaştıralım:
BJP: 282 → 303… Modi’nin partisi, 542 sandalyeden oluşan parlamentodaki çoğunluğunu artırmıştır. Tek parti iktidarı beş yıl boyunca güvence alındadır; “ittifak” listesindeki partilerin desteği de gerekli değildir. Sonraki dönemlere de taşınacak BJP iktidarı öngörüsü yaygındır.
Seçim sonuçları kesinleşince Modi, İran’dan petrol alımına son vereceğini açıkladı. Mumbai borsa endeksi (SENSEX) hızla yükseldi. Borsa endeksleri, sermayenin kolektif iradesini yansıtan en güvenilir göstergedir.
Kongre: 44 → 52… Hindistan Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Kongre’nin beş yıl içinde sekiz milletvekillik kazancı, beklentilerin çok altındadır. Nehru sülalesinin en genç temsilcisi Rahul Gandi liderliği tartışmalı hale gelmiştir.
İki komünist parti: 10 → 5… Yüzyılın başında Hindistan komünizmi, ülke siyasetinin ana eksenlerinden birini oluşturuyordu. Sendikalarda, köylü ve öğrenci örgütlerinde komünistler hâlâ etkilidir; ancak, parlamenter siyasette ve eyaletlerde marjinalleşmektedir. 2019’da komünistlerin (Sol Cephe’nin) yönettiği eyaletlerin sayısı Kerala ile sınırlı kalmıştır.
Marksist meslektaşlardan kısa yorumlar
Faşistlerin yönetimi, tek başına faşizm anlamına gelmez. Ama, uzun sürerse bu dönüşüm kaçınılmaz olabilir. Hindistan bu eşiği geçmekte midir?
Türkiye örneğini de düşünerek Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nden iki meslektaşıma (Jayati Ghosh ve J.P. Chandrasekhar’a) bu soruyu sordum. Kısa yanıtlarını aktarıyorum:
“Durumumuz üzücüdür. Modi’nin yükselişinde, şirketlerin çok güçlü desteği ve (sürekli saldırılara direnen birkaç cesur istisnayı saymazsak) iktidara tamamen uyumlu bir medya rol oynadı.”
“BJP Hindistan tarihinin (belki de dünyanın) en zengin partisidir. Çok büyük kaynaklara el koyduklarını unutmayalım. Ayrıca, anında emirleri uygulayabilecek milislerden oluşan, davaya adanmış vurucu güçleri ve RSS vardır.”
“Ana muhalefetin ve solun da hataları oldu. Ama, bu hatalar, Modi hükümetinin kapsamlı başarısızlıkları yanında önemsizdir. Hükümetin hatalarına tepkiler, sahte bir milliyetçiliğe ve Müslüman-karşıtı nefret dalgasına yönlendirildi. Bu hataların örtbas edilmesinde ana-akım medya ile BJP’nin beslediği aşırı aktif, kalabalık sosyal medya trolleri etkili oldu.”
“Öte yandan, Hindistan’ın anlamlı bölgesel farklılıklar taşıyan çok büyük bir ülke olması, çoğunluğu kucaklama iddiası taşıyan dinsel bir gündemin hazmedilmesini güçleştirmektedir. Bu çeşitlilik, gelecek için daha iyimser olmamıza kapı aralıyor.”
Meslektaşlarımız Pankaj Mishra’nın şu teşhisine de katılıyorlar: “Modi’nin işlevi bir yandan kapkaççı bir kapitalizm ivmesini hızlandırmak, bir yandan da yılgın ve kızgın bir halkı, Müslümanlara, azınlıklara, göçmenlere, solculara, liberallere karşı kışkırtmak oldu.”
Meslektaşlarımız, Modi döneminde Hindistan’ın “ekonomik başarım cilası”nın, istatistiklerle de oynanarak abartılan sahteliğini çözümlemiş; eleştirmişlerdi.
İleride, bu ve benzeri bulguları da gözden geçirmek üzere…
soL / 31.05.19