TÜİK Ocak-Mart 2018 millî gelir verilerini yayımladı ve Türkiye ekonomisinin bir rekor daha kırdığını ilan etti: Bir önceki yıla göre yüzde 7,4’lük büyüme…
“Kimler arasında rekor?” diye merak edenlere açıklayayım: G20 ülkeleri içinde… Bunlar dünyanın en büyük 19 ekonomisi + AB’den oluşur… Hem 2017’de, hem de Ocak-Mart 2018’de Türkiye yüzde 7,4’lük büyüme temposunu tutturarak ilk sıraya oturmuştur. Yakın rakibi Hindistan geçen yıl yüzde 6,7 ile geride kalmış, 2018’in ilk üç ayında ise bizimle başa baş tempoyu tutturabilmiştir.
O zaman “Türkiye’de kriz geldi-geliyor” diye kalem oynatanlar bu olguyu nasıl açıklayacak? Bu soruya muhatap olması gerekenlerden biri de benim.
Son millî gelir verilerini bu çerçeve içinde gözden geçirelim; yerli yerine oturtalım.
Büyüme gerçektir; ama…
Bir yılı aşkın bir süreden beri izlenen genişleyici politikalar elbette Ocak-Mart 2018 millî gelir hesaplarına da yansıyacaktı. Yüzde 7,4’lük büyüme tahmininin öğelerine de göz atalım.
Ocak-Mart 2018’in sabit fiyatlı (yeni hesaplamada “hacim endeksli”) özel tüketim harcamaları, on iki ay öncesine göre yüzde 11, sabit sermaye yatırımları ise yüzde 9,7 artmış. Devletin cari harcamalarındaki artış oranı ise çok daha ılımlı: %3,4…
Büyüme ivmesini yukarıya çeken bu etkenleri, kötü bir haber izliyor: Harcamalara göre milli gelir hesaplarında mal ve hizmet ihracatının TL karşılığından, ithalat toplamı çıkarılır. Yani, dış ticaret açığı arttıkça milli gelir de düşecektir. 2018’in ilk üç ayında dış ticaret açığı (“hacim endeks değeri” olarak) 12 ay öncesine göre dört nala tırmanmış; özel tüketimin milli gelir artışlarına katkısının yarısını eritmiştir.
Bu hesaplamalarda ortaya çıkan bir tuhaflık var: TÜİK, harcamalara göre milli geliri cari fiyatlarla hesapladığında, Ocak-Mart 2018’de GSYH’daki artışın yüzde 12,7’sinin stok artışlarından kaynaklandığını belirlemektedir. (12 ay önce “stoklar” 0,6 milyar TL azalmakta iken, bu yılın ilk üç ayında 17,4 milyar TL artmış!!!)
On yıl kadar önce, stok hareketlerinin milli gelir hesaplarını sürekli yukarı çekmesi fark edilmiş; öylesine eleştirilmişti ki, TÜİK sonunda “itiraf etmek” zorunda kalmıştı. GSYH tablolarına da “stok hareketleri istatistik hatalarını içermektedir” notunu eklemişti.
Şimdi, belki de benzer bir durumla karşı karşıyayız: Yüzde 7,4’lük büyüme hesabını veren “hacim endeksli tablo”da, stok hareketleri yer almamaktadır. Farklı harcama kalemlerindeki değişmelerden türetilen GSYH artışı da, Ocak-Mart 2018 için sadece yüzde 6,2’lik bir büyüme hızı vermektedir.
Bu konuyu bir soruyla kapatalım: “İstatistik hatalarının büyüme temposunu şişirmesi mi; hacim endekslerine geçiş yönteminden türeyen bir sapma mı?”
Ücret payı geriliyor; üretken yatırımlar duruyor…
2016’dan itibaren GSYH “gelir yöntemi” ile de hesaplanıyor. Böylece sınıfsal bölüşüm göstergelerine uzanabiliyoruz. En güvenilir kalem cari fiyatlarla millî gelirde ücretlerin payıdır.
2016 ile 2017 arasında ücret payının gerilemiş olduğu daha önce belirlenmişti. Aynı eğilim, 2018’in Ocak-Mart döneminde de on iki ay öncesine göre devam etmektedir. Millî gelirde ücret payı 0,9 puan düşmüştür: %34,6 → %33,7…
TÜİK’in Ocak-Şubat 2018 istihdam istatistiklerine göre bu yılın başında istihdam artış hızlanmış; işsiz sayısı ve oranı 2017’nin ilk aylarına göre biraz azalmıştır. İşçi sınıfı açısından olumlu görünen bu gelişmeler millî gelirde ücret payının aşınmasını önlememiştir. Nitekim, brüt kârları da içeren ve işletme fazlası diye adlandırılan karma gelir türünün GSYH’daki oranı da 2018’in ilk üç ayında yükselmiştir: %39,3 → %39,6…
Demek oluyor ki Türkiye, 2017 ve sonrasında sömürü oranının yükseldiği bir büyüme sürecinden geçmiştir.
Bir başka olumsuz gelişme, yatırımların sektörel dağılımıyla ilgilidir. Hem cari, hem de sabit (“hacim endeksli”) fiyatlara göre hesaplanan sabit sermaye birikimi, inşaat sektörünün, sanayiye (“makine-teçhizat içeren” yatırımlara) göre ayrıcalıklı konumunu ortaya koyuyor.
Sabit fiyatlı sermaye birikiminde dönemsel artış oranlarına bakalım: 2017’nin tümünde inşaat yatırımları artarken, makine-teçhizat yatırımları hemen hemen durmuştur; %12 → %0,7… 2017 ve 2018’in Ocak-Mart aylarına göz atalım: Bu dönemde de inşaat yatırımlarının artış oranı, makine-teçhizat yatırımlarına fark atmaktadır: %12,3 → %7…
Sanayi sektörü yatırımlarının ithalata bağımlılığı ve döviz fiyatlarına karşı duyarlılığı daha yüksektir. Bu nedenle dövizin pahalılaştığı 2017 sonrasında makine-teçhizat yatırımlarına yapılan harcamaların önemli bir bölümü üretken sermaye stokunun reel olarak genişlemesine dönüşmemiştir. Cari ve sabit fiyatlı yatırımlar arasındaki makas açılmaktadır.
“Bir atımlık barut” tükendi mi?
Yüzde 7,4’lük büyüme temposunun sonuna geldiğini, tıkandığını ileri sürüyoruz. Nereden çıkarıyoruz? Göstergeleri nedir?
Ekonominin büyüme sınırlarına tosladığını ortaya koyan iki kestirme işaret var: Enflasyon ve ithalattaki tırmanma…
Nedenlere bakalım.
İlk olarak sermaye birikimine bakmak gerekir: Ortalama sermaye birikim oranı yetersizdir; ayrıca da (2017/2018 verilerinin gösterdiği gibi) üretken sektörlerin yatırımlardaki payı düşüktür. İç talep artışları hızla kapasite sınırlarına çarpmakta; enflasyonu tırmandırmaktadır.
Bilgileri hatırlatmakla yetineyim: Mayıs tüketici fiyatları (TÜFE) yüzde 12,2 oranında artmıştır. Daha da çarpıcı gelişme, TÜFE hareketlerinin erken işaretini veren yurt-içi üretici fiyat (ÜFE) endeksinin aynı ayda yüzde 20,2’ye sıçramasıdır. Talep pompalamasını sürdürürseniz, üretim değil, fiyatlar artacaktır.
İkinci olarak, mevcut üretim kapasitesinin dahi çok yüksek ithalat bağımlılığına dikkat çekelim. İç talebin artışı, bu nedenle artan oranlarda dış dünyaya katma değer aktarmaktadır. Bu olgu istatistiklere, dış ticaret ve cari işlem açıklarındaki tırmanma ile yansır.
Burada da bilgileri hatırlatayım: Nisan 2018’de geçmiş on iki ayın cari işlem açığı 57,1 milyar dolara yükselmiştir. Bu, 2017’nin dolarlı millî gelir toplamının yüzde 6,6’sıdır. Sürdürülebilir dış açık eşiği aşılmıştır.
Hükümet, seçim paketi yoluyla tüketim harcamalarını kamçılarken, iç talep dış dünyaya taşmış; ithalat yüzde 22 yükselmiş; dış ticaret açığı (70 milyar dolar sınırına ulaşarak) cari işlem açığının dahi üzerine tırmanmıştır. (Turizm gelirleri sağ olsun…)
Bunlara, 12 ay içinde vadesi gelen dış kredi toplamının 182 milyar dolara ulaştığı bilgisini de ekleyelim.
Finans kapital hükmünü vermiştir: Dış kaynak akımlarının canlanabilmesi için faiz oranları yüzde 20’lere doğru çekilmeli; kamu harcamaları önemli boyutlarda daraltılmalıdır.
Dolar fiyatındaki artışlara karşı kırılganlık göstergelerini geçmişte ayrıntılarla açıkladık; burada sadece değinelim: Döviz borçlusu şirketlerden bankalara doğru uzanan baskıların hepsi ekonomiyi daraltacak doğrultudadır.
Londra dönüşü TCMB gereğini yaptı; politika faizini yüzde 17,75’e çekti. Böylece, politika faizi → mevduat faizi → kredi faizi halkalarını da sert bir daralma doğrultusunda işletmeye başladı.
Böylece TÜİK’in hesapladığı ve G20 rekorunu kıran yüzde 7,4’lük büyüme istatistiklerinin “bir atımlık barut” olduğu da ortaya çıkmış oldu.
İniş sürecinin 2018’in son üç ayında başlayacağını; 2019’a taşacağını öngörmek, kehanet değildir. Sertlik derecesi, süresi dış dünyaya da bağlıdır.
Türkiye’de ise iktidara aday olanlar için, geçen haftaki yazımın başlığını tekrarlamakla yetineceğim: “Ekonomik seçenekler daralmaktadır.”
soL / 15.06.18