Kürt ulusunun haklı taleplerine imha ve inkârla yanıt verme politikası, sermaye düzeni ve devletinin meseleye yaklaşımının özünü oluşturmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, gelmiş geçmiş tüm sermaye hükümetleri bu politikayı hayata geçirmişlerdir. Ancak sorunun sadece baskıyla çözülemeyeceği anlaşıldığından zaman içerisinde kimi göstermelik manevralar da yapılmıştır.
Bu taktik politikayı en somut şekliyle hayata geçirmek Erdoğan AKP’sine nasip olmuştur. “Açılım, Oslo görüşmeleri, çözüm süreci vb.” adlar altında sahnelenen manevralar ile hiç değilse bir süreliğine Kürt halkı oyalanmıştır. AKP’nin iktidarlaşmak için yaptığı bu hamleler ile bölgesel gelişmelerin de bir sonucu olarak kendisini dayatan “Kürt sorunu” çözülüyormuş gibi yapılmış, Kürt halkının dinamik örgütlü gücü, devrimci potansiyeli tasfiye edilmek istenmiştir. Dönemsel gelişmelerin etkisi taktik politikaya bir esneklik kazandırmış olsa da esası yönünden rejimin “imha ve inkâr” siyaseti hep devam edegelmiştir.
Kuşkusuz bu süreç boyunca Kürt halkının kulağına fısıldanan yeni sözcükler de olmuştur. Kandırılmak istenen bir halkın gönlünü fethedip ele geçirmek için söylenen bu ‘tatlı’ sözlerin başarısı Erdoğan’a aittir. Sermaye devletinin bir sözcüsünün ağzından ilk defa “Kürdistan” kelimesi çıkmış, teslim alınmak istenen Kürt halkına Kürtçe seslenilmiştir. Oyalamanın, kandırmanın bir yöntemi olan bu konuşmaların sahibi Erdoğan, durum değiştiğinde rejimin imha ve inkâr diline çok kolay dönebilmiştir. Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Meseleye yaklaşımda yöntemini değiştirmeyen rejimin, dili de değişmemiştir. “Çözüm süreci”nin tozpembe havasının ne kadar hızla yerini karanlık bir havaya bıraktığını en çok da Kürt halkı yaşadığı zulümden bilmektedir.
Öte yandan son yapılan 31 Mart yerel seçimleri sermaye partilerine Kürt halkının desteğinin ve oylarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Yenilenecek olan 23 Haziran İstanbul seçimi yaklaştıkça AKP-MHP koalisyonunun Kürt halkını hatırlaması tesadüf değildir. Binali Yıldırım işi öylesine ileriye götürmüştür ki Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “Kürdistan” diyebilmiştir. Rakiplerini HDP’yle ittifak yapmakla suçlayanlar, HDP’ye oy veren Kürt halkının desteğini almak için yüzlerine sahte maske takarak başarıya ulaşabileceklerini sanmaktadırlar. Hapishanelerde Öcalan üzerinde süren tecrite karşı başlayan açlık grevi ve ölüm orucunun basıncıyla İmralı’nın yolunun yeniden açılması ve Öcalan’ın açıklamalarının duyulmasının sağlanması da bu çabanın bir sonucudur. İstanbul seçimlerinde, Bahçeli’nin İstanbul’a kamp kuracağız sözüne rağmen MHP’nin atıl kalmasının bir yanında muhtemeldir ki yine Kürt oylarını kaçırmamak hesabı yatmaktadır.
Binali Yıldırım’ın dilinden içinde Kürt geçen kelimeler dökülürken, aynı günlerde AKP’li belediyeler belediye binalarında bulunan Kürtçe tabelaları sökmektedirler. Gözaltına alınan Kürtler 12 Eylül’de ve ‘90’lı yıllarda olduğu gibi işkencelere maruz kalmaktadırlar. Keza devlet terörü Kürt halkına yönelik yine ırkçı propagandayla sürmekte, “ez ve çöz” yöntemi uygulanmaya çalışılmaktadır.
Ne var ki aynı suda iki defa yıkanılamayacağı gerçeği orta yerde durmaktadır. Hele rejimin henüz yeni bir taktik politikaya topyekûn girişmediği böylesi bir süreçte, gerici faşist koalisyonun sözcülerinden birinin kişisel söylemlerinin, katliamlarla örselenmiş Kürt halkının gönlünü fethetmesi pek de kolay değildir. Kürt halkı şu aşamada yılan dillerden dökülen sözlere değil, kendisine neler yaşatıldığına bakmalıdır.