Dört buçuk yıllık emperyalist kitle katliamı, Avrupa’yı cehenneme çevirdi. Milyonlarca ölünün ve yaralının kanı yeryüzünü kapladı. Dört buçuk savaş yılı boyunca karargahlarda doyasıya yenilip içiliyorken, savaş vurguncuları, sanayi kodamanları ve silah fabrikatörleri karlarına kar katıyorken, emekçi halk kitleleri açlıktan, sefaletten ve salgın hastalıklardan kırılıyordu.
SPD’nin arsız “sosyal-yurtsever” propagandası ile emekçi kitlelerin emperyalist generaller tarafından ölüme sürüldüğü dört buçuk savaş yılı. Sadece Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg, Leo Jogiches ve Franz Mehringlerin önderliğinde birleşmiş küçük bir grubun, Almanya’da sosyalizm ve devrimci sınıf mücadelesi bayrağını yükseklerde tuttuğu ve kitleler içerisinde proleter devrim için, emperyalist savaşın devrimci sona erdirilişi için yorulmak bilmez bir biçimde mücadele ettiği dört buçuk savaş yılı.
4 Ağustos 1914’te SPD’nin Wilhelmci emperyalizmin kampına utanç verici iltihakından sonraki dört buçuk yılda, Alman işçilerinin devrimci sınıf mücadelesi kıvılcımı çok nadir alevlenecekti: 1 Mayıs 1916’da, Karl Liebknecht Berlin’de hükümete ve savaşa karşı gösteri düzenlediğinde ve bu yüzden cezaevine gönderildiğinde; Ocak 1918’de, büyük Rus devrimi sonrasında, Almanya’da ve Avusturya’da savaş mühimmatı üreten işçilerin grevlerinin patlak verdiği, Berlin’in Wedding ve Moabit semtlerinde kitlesel gösterilerin düzenlendiği, proleterler ve polis arasında ilk çatışmaların başladığı, tramvayların devrildiği ve alevlenen devrim ateşinin ancak Ebert ve suç ortaklarının utanç verici ihaneti ile güçlükle söndürülebildiği zaman.
Ama sonra, Kasım 1918’de, dört buçuk yıl boyunca aldatılmış, büyük acılar çekmiş kitleler artık dizginlenemiyordu. Kasım ayının ilk günlerinde Kiel’de patlak veren denizci ayaklanması bir başlangıçtı. Belirli bir hedeften yoksun olsalar da denizciler, yönetimi ele aldılar ve kızıl bayrağı dalgalandırdılar. Bunu Hamburg ve Münih takip etti. Özellikle Hamburg’da ilk günden itibaren hareket açıkça proleter bir karaktere sahipti. Askerler ve denizcilerle kardeşleşen ve kısa süren proleter ayaklanmanın önderlik organı Hamburg devrimci İşçi ve Asker Konseyi’ni yaratan, tersane işçileriydi.
Hamburg’u 9 Kasım’da Berlin izledi. On yıl önce bugün, Spartaküs Birliği ve Karl Liebknecht öncülüğünde işçiler kışlalara yürüdüler, silahlara el koyarak askerlerle birleştiler. Sarayın, Reichstag’ın (Alman parlamento binası), Berlin’in üzerinde kızıl bayraklar dalgalanıyordu. Bu arada, tam da II. Wilhelm’in son savaş başbakanı Prens Max von Baden ve imparatorluk bakanları Scheidemann ve Gustav Bauer’in ikamet ettikleri aynı başbakanlık binasında, şimdi artık Ebert-Scheidemann-Landsbergler boy gösteriyordu. Daha 9 Kasım sabahı bile Vorwärts’te, işçileri sükunete ve fabrikalarda kalmaya çağıran bu aynı kişiler, daha dört gün önce arkadaşları Noske’yi Kiel’e denizci isyanını boğmak için gönderen, gece gündüz “dayanmak” ve savaş kredilerini onaylamak için çağrıda bulunan, daha bir hafta önce II. Wilhelm’i ve 9 Kasım’da bile Hohenzollern hanedanının tahtını korumaya çalışan proleter devrimin bu can düşmanları, şimdi de sallantılı ve tutarsız USP önderleri ile beraber “devrimci hükümeti” ilan ediyorlardı.
Durum neydi? Dünya proletaryasının lideri Lenin’in, proletarya iktidarının kurulması için öngördüğü nesnel koşullar oluşmuştu. Sermaye sınıfı ve onun devlet aygıtı, 1. Emperyalist Dünya Savaşı’nda uğradıkları hezimet sonucu, yönetemez hale gelmiş, polis ve ordu devrime karşı direnme gücünü yitirmiş bulunuyorlardı. Generallerin iradesine kalmış olsaydı, 9 Kasım’da kitlelerin Berlin sokaklarına inmesini önlemek için makinalı tüfekler devreye girecekti. Zaten makinalı tüfekler, resmi binalarda, bodrum katlarında ve koridorlarda günler öncesi kullanıma hazır hale getirilmişti. Ancak onu proleter devrime karşı kullanmaya istekli askerler yoktu piyasada.
Öte yandan, dört buçuk yıllık savaşın yarattığı korkunç kriz, bunun egemen sınıflar cephesinde ve öncelikle küçük-burjuva katmanlar üzerinde yarattığı tahribat, proleter devrimin zaferi için bir ek önkoşulun daha oluşmasına neden olmuştu. Küçük-burjuva kitleleri, köylüler, zanaatkârlar ve küçük esnaf, monarşist ve Prusya artıkları bir yana, artık kapitalist burjuvazinin bile sadık destekçileri değillerdi. Olup bitenden artık bıkmışlardı. İşçilerin mücadelesine karşı çıkmak bir yana, onu desteklemeye hazırdılar.
Ya işçi sınıfının kendisi? Üniformalı proleterler, savaş sanayisinin kadın işçileri ve kimyasal silah fabrikaları cehenneminde çalışanlar, ezici bir çoğunlukla proleter devrimin saflarında yerlerini almışlardı. Hedef, sadece bu eşi ve benzeri olamayan savaşı sonlandırmak değildi. Buna ulaşma yolu konusunda belirsizliklere ve bulanıklıklara rağmen, Alman işçilerinin çoğunluğuna egemen düşünce, bütün bir kapitalist sistemin alt edilmesi, iflas eden burjuva toplumun yıkıntıları üzerinde sosyalizmin inşa edilmesiydi.
Böylece, nesnel sınıf durumu ve güç dengesi ölçülerine göre, koşullar Alman devriminin zaferi için olgunlaşmıştı. 9 Kasım’da işçiler, militarizmin panzerlerini ele geçirdiklerinde, devrimci mücadele iradesi ve cesaretleriyle gerçekleştirdikleri devrimin getirdiği gururu taşıyorlardı.
Ne yazık ki 9 Kasım’daki kazanımları ellerinden alınarak, Alman proleter kitleleri bir kez daha aldatıldılar. Yenilen burjuvazi gücünü toparlayarak, paralı askerleri Noske ve diğer sosyal-demokrat cellatlarla el ele, kanlı kılıçlarıyla oluk oluk proleter kanı akıtarak, Alman proletaryasının özgürlük arzusunu ve mücadelesini bastırdılar. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg katledildi. Onlarla beraber Leo Jogiches, Levine, Sylt ve daha yüzlercesi, binlerce ve binlercesi, her biri görevi başında, tıpkı Karl ve Rosa gibi, sınıfın davası için canı dahil her şeyini veren proleter devrimin isimsiz kahramanları. Hepimiz, Alman proletaryası ve dünya proletaryası, onların anısını sarsılmaz sadakatle koruyacağız.
Nasıl oldu da proleter devrimin zaferi için, güçler dengesi dahil, var olan bunca koşula rağmen, çürümeye yüz tutmuş burjuvazi, kırık, dökük güçlerini toparlayabildi ve proletaryayı alt edebilmesi mümkün olabildi?
Alman devriminin 1918’deki, Ocak 1919 çatışmalarındaki, 1920 Kapp darbesi sonrası çatışmalardaki, Mart 1921 çatışmalarındaki ve nihayet Ekim 1923’te son devrimci dalgadaki trajedisi, olgunlaşmış nesnel devrimci koşullar ile Alman proletaryasının öznel zayıflığı arasındaki çelişkiden, yani hedefini bilen bir Bolşevik partinin eksikliğinden kaynaklanıyordu.
Kitleler 1918/1919 başında savaşmaya hazırdı. Ancak proletarya, kavgayı örgütleyecek, eli kanlı köpek Noske, yardakçıları Ebert ve Scheidemann, bilumum generalleri ve beyaz orduları proletaryanın demir yumruğu ile ezerek yok edebilecek öncüsünden yoksundu.
Ne devrimci öngörü, ne de Spartakist Birliği’nin liderlerinin, partimizin katledilen kurucularının eşsiz kahramanlığı, devrimci deneyimin ateşinde çelikleşmiş öncü müfrezenin yerini doldurabilirlerdi. Bu nedenle Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, barbarca sosyal-demokrat karşı devrimin, Noske, Ebert, Scheidemann ve onların paralı katillerinin kurbanı oldular. Kurbanı oldular çünkü Alman proletaryasının eline, Rus proletaryasını zafere götüren silahı, Bolşevik bir partiyi veremediler.
Her şeye rağmen! Bu sözlerle Karl Liebknecht, kanlı karşı devrimin zafer gününde ve ölümünden bir gün önce, yeni kurulan Komünist Partinin (KPD) merkez yayın organı Rote Fahne’de yaptığı mücadele çağrısını, devrimci bir bağlılık ve kararlılıkla noktalıyordu.
Her şeye rağmen! Alman proletaryasının devrimci öncüsü, Karl Liebknecht’in mirasını bu sloganla devraldı ve geliştirdi: Alman işçi hareketinin geçmişteki tüm sosyalist mücadelelerinin mirasını; muzaffer proleter devrimin devletiyle, SSCB ile en yakın ittifak çabasının mirasını; bitmek tükenmek bilmeyen ve her yenilgiden sonra Almanya devrimi ve Sovyet Almanya’sı için tekrar canlanan devrimci mücadele mirasını...
9 Kasım 1918’den on yıl sonra; devrimci mücadelelerin ilk evresi sonrasında, 1919-1923 arasında döne döne şiddetli bir biçimde gelişen devrimci durumun ardından, 1923 Ekim’inde hâlâ olgunlaşmamış olan partimiz ve o dönemki -Brandler ve Thalheimer- liderliğinin ciddi hataları nedeniyle burjuva karşı-devriminin ve sosyal-demokrat ihanetin son bir zafer kazanmasının ardından, kapitalizmin belli bir istikrar döneminin geldiğini görüyoruz.
Fakat devrimci dalgalanmalarda olduğu gibi belirli bir durgunluk döneminde de Alman işçi sınıfının devrimci hareketi asla yerinde saymadı. Partimizin kendini anlama, açıklama ve olgunlaşma sürecinde zayıf yönleri ve hataları aşıldı. Dünyada ilk defa devrimi proletarya önderliğinde zafere ulaştırmış partinin, Lenin’in partisinin öğreticiliğinde, Almanya komünist hareketi de büyük bir açıklığa, Bolşevik bilince ve daha üst düzeyde olan devrimci deneyimlere kavuşmuştur.
Bir yanda on yıl boyunca Alman sermayesinin daha önce eşi benzeri görülmemiş açlık saldırısı eşliğinde Alman proletaryasına dayatılan kölelik, yoksulluk ve onursuzluk; diğer taraftan on bir yıldır Rus proletaryasının zaferle taçlanan ayaklanması, on bir yıllık işçi iktidarı, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşanın ölçüsüz kazanımları görülüyor. Bu on yıl Alman proletaryası için boşa geçti denilemez; zira bu on yılda, gelmekte olan Alman devriminin öncü müfrezesi, Alman Sovyet Cumhuriyeti için savaşan Komünist Partisi yaratıldı.
Alman devriminin doğumdan sonraki ilk on yılı sona eriyor ve yeni bir devrimci dönemin başlangıcı önümüzde duruyor. Avrupa ve özellikle Almanya’daki milyonları kapsayan mücadeleler çürüyen lanetli kapitalist sistemden kurtulmanın yolunu gösteriyor. Mücadele içindeki on binlerce tersane işçisinin ve Ruhr Havzasındaki yüz binlerce maden işçisinin kapitalizmin açlık kamçısına karşı ayağa kalkması, yeni bir duruma ve buna paralel olarak, emperyalist güçlerin dış çelişkilerinin keskinleşmesinden kaynaklanan, dünya proletaryasının sosyalist anavatanı SSCB’yi tehdit eden, giderek de tırmanan emperyalist savaş tehlikesine işaret ediyor.
Sınıf çelişkilerinin keskinleştiği, emperyalist savaş tehlikesinin giderek arttığı bu yeni dönemde, biz Alman komünistleri olarak, proletaryanın ve devrimin kahramanlarına, Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburgların ve Lenin’in anısına bağlı kalacağımıza bir kez daha söz veriyoruz: Her şeye rağmen!
9 Kasım 1918’in onuncu yıldönümünde Alman Komünistleri olarak, 9 Kasım 1918’i hedefine vardıracağımıza, proletarya diktatörlüğünü, Alman Sovyet Cumhuriyeti’ni, burjuva-kapitalist Almanya’nın yıkıntıları üzerine inşa edeceğimize söz veriyoruz.
Rote Fahne (9 Kasım 1928)