“Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları, her zaman barbarca ve insanlıktan uzak bularak mahkûm etmişlerdir.” (Lenin)
İşçi sınıfının savaşa karşı enternasyonalist tutumu
Napolyon’un 15 Temmuz 1870 yılında Almanya’ya fiili olarak savaş başlatmasının ardından birçok kentte işçi sınıfı güçlü savaş karşıtı gösterilerle tepkisini ortaya koydu. Wilhelm Bracke’nin çağrısıyla Braunschweig sosyal-demokratları ertesi gün kitlesel bir gösteriyle savaşı protesto ettiler. Savaşın karmaşıklığı nedeniyle işçi hareketinin ilkesel bir tutum alması önemliydi. Savaş bir taraftan Almanya’nın ulusal birliğini sağlamak için önemli bir dönüm noktasını oluştururken, diğer taraftan Prusya militarizminin Alsas-Loren’i ilhak planlarının boşa çıkarılması gerekiyordu. Almanya’nın ulusal birliğini sağlama potansiyeli taşıyan bir savaşın, Prusya ve müttefikleri tarafından yayılmacı-emperyalist bir soygun savaşına dönüştürülmesi, göz önünde bulundurulması gereken bir eğilimdi. Almanya’nın, bonapartist Fransa’ya karşı bir savunma savaşı içinde olduğu bir gerçekti. Fakat gerici egemen sınıfın çıkarları ile ulusun çıkarları örtüşmüyordu.
Marx, III. Napolyon’un izlediği gerici amaçların başında, içeride sarsılan egemenliğini yeniden güvence altına almak, dışa dönük olarak da Almanya’nın ulusal birliğini önleme anlamı taşıyan, topraklarını işgal etmek geliyor, diyordu.
Savaşın sınıfsal karakterinin ayrıntılı bir analizini yapan bilimsel sosyalizmin ustaları, enternasyonal işçi hareketinin alması gereken ilkesel tutumu somut önerilerle ortaya koydular.
Ön tartışmaların ışığında Engels önerilerini, 15 Ağustos 1870’de Marx’a yazdığı mektupta şöyle sıralıyordu:
1. Almanya’nın savunmasıyla sınırlı kaldığı sürece ... ulusal harekete katılabilirler.
2. Alman ulusal çıkarları ile Prusya hanedanının çıkarları arasındaki farkın üzerinde durulması.
3. Alsas-Loren’in her türlü ilhakına karşı tutum takınmak.
4. Paris’te şovenist olmayan cumhuriyetçi bir yönetim oluştuğunda, onurlu bir barış için çalışmak.
5. Savaşa karşı çıkan Alman ve Fransız işçilerinin birliğini sürekli vurgulamak. (Marx-Engels, Werke, Cilt-33, 43)
Somut sınıf ilişkilerinin analizi temelinde, devrimci işçi sınıfı politikasının, ulusal çıkarları gözeten fakat enternasyonalist tutumdan zerre kadar sapmayan ilkesel tutuma bağlı kalarak nasıl izlenebileceğini gösterdiler. Marx boy vermekte olan şovenizmi de gözeterek, özellikle önerilerin üçüncüsü üzerinde durulması gerektiğini vurguladı.
Marx, “Ulusal antagonizmaların yeniden ortaya çıkmasına ve mevcut tüm diplomasiye karşı gerçek direniş gücünün sadece işçi sınıfında olduğu inancındayım” diyordu. (Marx’tan Eugen Oswald’a, 26 Temmuz 1870)
Prusya militarizminin yayılmacı hevesleri
Prusya-Almanya’nın Sedan’daki zaferi, III. Napolyon’un esir edilmesi ve Fransa’da cumhuriyetin ilanıyla, savaş yeni bir döneme girmiş bulunuyordu. Fransa Almanya’nın birliği önünde engel olmaktan çıkmıştı, fakat egemen gerici güçler, junkerler Fransa’yı talan edip işgal etmek için savaşı sürdürme kararındaydılar.
“Prusyalılar nasıl yenilir” başlıklı değerlendirmesinde (Cilt.17, s.105) Engels, savaşın, başlangıçta Almanya’nın kendisini Fransız şovenizmine karşı savunması anlamını taşırken, yavaş ama emin adımlarla bir yeni Alman şovenizminin savaşına dönüştüğünü söyler. Alman gericiliği bu süreçte barış görüşmelerini reddeder ve Alsas-Loren üzerindeki hakimiyetini güvence altına almak için yeni ilan edilen Fransız Cumhuriyeti’ne karşı savaşı sürdürür.
İşçi önderleri şovenizme boyun eğmiyor
Daha öce Marx ve Engels’in uyarıları doğrultusunda, Prusya militarizminin ilhak/işgal yönelimine karşı açık bir enternasyonal tutum almak, işçi hareketinin en temel göreviydi. Bu tutum uluslararası sınıf hareketi için de büyük önem taşıyordu.
August Bebel’in 26 Kasım 1870’de Reichstag’da aldığı tutum sert bir duvara çarptı. 30 yaşındaki milletvekili Bebel, savaş tamtamlarının çaldığı bir ortamda, kürsüden şöyle haykırıyordu:
“Halkın Hohenzollern yönetimindeki Alman devletinin egemenliğine girmek için en ufak bir arzusu yoktur ve benim bakış açıma göre bu sorunda halkın öz iradesi belirleyicidir. Kendi kaderini tayin hakkı, dayanmamız gereken esas temel düşüncedir ve bugün o halkın kendi kaderini tayin hakkını ayaklar altına alırsak, yani istediğimiz her yeri almaya çalışırsak, o zaman kendi kaderimizi tayin hakkından da vazgeçmiş olacağız... İşgal bir gün bize karşı da kullanılacaktır.”
Bebel, “dışarı, dışarı” diye bağıran diğer milletvekillerini de; savaş kredileri aracılığıyla sıradan insanlardan “vatanseverlik” adına maddi fedakarlık talep ederken, sadece “savaş kredilerinden elde edilen yüzdelerin ceplerine düşmesini” düşündükleri için teşhir ediyordu. “Savaş ortağı olmayacağız ve savaş kredisini reddediyoruz”! Bu, genç milletvekili Bebel’in konuşmasının son sözleriydi. Bebel’in parlamentoda sergilediği bu ilkesel tutum bugün de işçi hareketine yol gösteriyor.
“Vatansız Çıraklar” yargılanıyor
Prusya militarizminin ve yargısının gözünde, sosyal-demokratlar sonunda kendilerinin “vatan haini” olduklarını kanıtlamışlardı. “Vatansız Çıraklar”, enternasyonalist sosyal-demokrat işçi hareketine karşı bir “küfür/suçlama” olarak bu tarihten itibaren egemen burjuvazi tarafından her zaman kullanıldı. Aralık 1870’de Bebel, Liebknecht ve Hepner “vatana ihanet” suçlamasıyla gözaltına alındılar.
Engels; Liebknecht, Bebel ve Hepner tutuklanmalarının ardından, Prusya-Alman İmparatorluğu’nun doğumundan önce, bu üç işçi önderinin kendisine tattırdığı ahlaki yenilginin intikamını almak istediğini belirtir. “İkisinin parlamentoda takındıkları tutum burada bizi çok sevindirdi” der.
Marx da, Prusya hükümeti tarafından zulüm gören Alman “yurtseverleri”nin kelimenin gerçek anlamıyla “yurtseverler” olduklarını yazar.
Otto von Bismarck, 23 Mart 1871’de, ilk Alman Reichstag’ın açılış töreninde, bu dava konusunda bizzat baskı yapmıştı. Bebel ve Liebknecht’i, Fransa’ya karşı savaş sırasındaki enternasyonalist tutumları ve Paris Komünü ile dayanışmaları nedeniyle affetmemişti. Üçü de Enternasyonal İşçi Birliği’nin tanınmış temsilcileriydi.
Alsas-Loren’in ilhakına karşı çıkanlar, ulusun çıkarlarını ayaklar altına alanlar ve bu nedenle vatana ihanet edenler olarak görülüyordu. 17 Aralık 1870’de Bebel, Liebknecht ve Hepner zindana atılıyor, Prusya militarizminin ilhak girişimini teşhir eden yayınlar ve toplantılar yasaklanıyordu. Sosyal-demokratlar, 1870-1871 Fransa-Almanya savaşında enternasyonalist bir tutum alarak, işçilerin bu savaştan hiçbir çıkarlarının olmadığını sürekli propaganda ettiler.
Bismarck, işçi önderlerinin “vatana ihanet” suçlamasıyla yargılanmaları sürecinin bir parçasıydı. 11 Mart 1872’de Leipzig Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama başladı.
Her türlü gazete makalesi, yazışmalar, Enternasyonal İşçi Örgütü üyeliği, Bebel’in 1871 Paris Komünü’ne olumlu atıfta bulunması, hatta “Komünist Manifesto”, Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin devlet karşıtı bir örgüt olduğunun kanıtları olarak gösteriliyordu.
Aynı dönemde Versailles hükümetinin müttefikleri, Komünarlar’ı yargılama sürecinde askeri mahkemelerin Paris’te yaptığı şeyi, en azından sembolik olarak, Leipzig’de başarıyla gerçekleştirmek istiyordu. İşçi sınıfının savaşçılarına karşı bütün bir gericilik birleşmiş bulunuyordu.
İşçi önderleri militarizmi mahkûm ediyor
1872 Mart’ında Leipzig’deki bölge mahkemesinde büyük bir kamuoyu ilgisiyle görülen ihanet davasının, işçi hareketini ezme girişiminden başka bir hedefi olmadığı biliniyordu.
Alman işçi hareketinin tanınmış önderi Wilhelm Liebknecht savunmasında şunları söylüyordu:
“Mesleğim gereğince bir komplocu değilim, komplo peşinde olan gezgin bir paralı asker değilim. Kendi adıma, bana ‘devrimin askeri’ deyin. Gençliğimden beri aklımda iki büyük ideal vardır: Özgür ve birleşik bir Almanya ve emekçilerin kurtuluşu. İnsanlığın kurtuluşu ile eşdeğer olan sınıf egemenliğinin kaldırılması.”
“Bu iki ideal için elimden gelenin en iyisini yaptım ve bu iki ideal için içimde bir nefes olduğu sürece savaşacağım. Bu benim zorunlu bir görevimdir!”
Hepner de Bebel ve Liebknecht ile aynı tutumu aldı. Ayrıca Enternasyonal İşçi Birliği’nin üyesi olduğunu açıkça savunuyor ve şunları söylüyordu:
“Benim ikisiyle [Bebel ve Liebknecht] aramdaki tek fark, sadece onların ajitasyon faaliyetlerinin uzun yıllar sürmesi ve tüm Alman burjuvazisinin nefretini üzerine çekmeleridir. Benim faaliyetimin şimdiye kadar birkaç düzine muhalif tarafından biliniyor olmasıdır.”
Mart 1872’nin son haftasında, Sosyal Demokrat İşçi Partisi liderlerine yönelik “vatana ihanet” davası sona erdi. Reichstag milletvekilleri August Bebel ve Wilhelm Liebknecht iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Parti organı Volksstaat’ın editörü Adolf Hepner ise beraat etti. Bebel’in parlamentodaki görevi elinden alındı.
Ancak, Alman İmparatorluğu’nun sosyalist işçi hareketine karşı hassas bir darbe olarak tasarladığı şey, tam tersi gelişmelere yol açtı. Tanınmış bu işçi önderlerinin mahkemedeki tutumlarını işçi kitleleri büyük bir coşkuyla karşıladı.
Büyük ölçüde unutulmuş Komünist Manifesto, sosyal demokrasinin yıkıcı fikirlerini kanıtlamak için ortaya çıkarıldı. Bunun sonucu, Manifesto’nun artık yasal olarak kamuoyunda dolaşması ve işçi hareketinde bilinir hale gelmesi oldu.
Yargılayanlar tersine yargılandılar. Liebknecht 15 Haziran’da Wermsdorf’taki Hubertusburg Kalesi’nde zindana atıldı. Bir sonraki duruşmada yaptığı konuşma nedeniyle “majestelerine hakaret” suçundan dokuz ay daha hapis cezası alan August Bebel, 8 Temmuz’da onu izledi.
Bebel yoldaşlarına şunları yazdı:
“Emin olun aldığım cezalar beni yıpratmayacak. Bu tür yöntemlerin başvurmak zorunda kalanlar, yok olmayı hak ediyor.”
“Bize verilen ‘cezayı’ taşıyacağız. Partili yoldaşlar, artık verilen karara partiyi genişletmek için çabalarınızı iki katına çıkararak yanıt vermek size kalmış.”
İşçiler Alman gericiliğinin şovenizmine karşı temsilcilerinin aldığı tutuma tereddütsüz destek verdiler, sahiplendiler.
20 Ocak 1873’teki ara seçimde Bebel, ilk oylamada önemli bir oy oranıyla Reichstag vekilliğini yeniden kazandı.
Wilhelm Liebknecht’in 2 Aralık 1914’te -babasından 44 yıl sonra- savaş kredilerine karşı oy kullanan tek Alman Reichstag üyesi olan oğlu Karl, bir zamanlar marksist olan SPD’nin devrimci anti-militarist mirasını savundu. Sosyal şovenizme karşı kararlı mücadelesinden dolayı 1916’da “vatana ihanet”ten dört yıl hapse mahkûm edildi.
Emperyalist savaşa karşı işçi sınıfının tutumu, bu somut tarihsel deneyimin ışığında yeniden ve yeniden irdelenmelidir.
Lenin, İkinci Enternasyonal’in çöküşüne dikkat çekerken, bu savaşın işçi sınıfının savaşı olamayacağına işaret eder. Karl Liebknecht’in “Asıl düşman kendi ülkende!” demesi de, bu tarihsel devrimci tutumun sürekliliğini gösterir. Asıl düşmanın kendi ülkesinde olması, devrimci işçi sınıfının öncelikle kendi kapısının önünde süpürmek zorunda olduğunu anlatır. Kendi ülkesinde burjuvaziye karşı mücadeleyi öne çıkarmak yerinde, anti-emperyalist tutumunu Rusya’nın emperyalist saldırganlığı üzerine inşa etmek, şovenizme karşı mücadeleyi sadece zayıflatacaktır.
Liebknecht ve Bebel’in tutumu işçi hareketinin savaşa karşı mücadelesine kelimenin gerçek anlamıyla yol göstermektedir.