Finlandiya’da 1918 yılında ömrü ancak üç ay sürebilen bir sosyalist cumhuriyetin kurulmuş olduğu bilinse bile olayların seyri ve dolayısıyla da bu çok kendine özgü devrimin deneyimleri fazlaca bilinmez. Bu çok şaşırtıcı da değildir. Zira Finlandiya Devrimi'nin gelişim süreci ve yenilgisiyle ilgili olarak çok az bilgi ve materyal vardır (Bu boşluk şu son yıllarda bir parça olsun giderilmektedir). Devrimin yenilgisini izleyen ilk yıllarda, bilebildiğimiz kadarıyla konuyla ilgili tek değerlendirme, devrimin liderlerinden Otto Wilhelm Kuusinen tarafından Finlandiya’da Devrim - Bir Özeleştiri (Die Revolution in Finland - Eine Selbstkritik, 1920) başlığı altında kaleme alınan 34 sayfalık bir broşürdür (Aynı broşürün İngilizcesi 1919 yılı tarihi taşımaktadır). Bu çok da anlaşılır bir durum değildir. Zira Finlandiya, öteki herşey bir yana, Ekim Devrimi’nin ardından sosyalist işçi cumhuriyeti ilan edilen ikinci ülkedir ve işçi sınıfının tabandan gelen devrimci inisiyatifi bunda belirleyici bir rol oynamıştır.
Bir ülkenin ekonomik gelişme düzeyi, sınıflar arasındaki mücadelenin boyutu ve derinliği, uluslararası güç dengeleri, farklı ülkelerde devrim süreçleri, devrimci hareketin net hedeflere sahip olması vb., o ülke devriminin izleyeceği çizgide belirleyici rol oynar. Tüm bu etkenler nedeniyle de iktidarın alınması ve sosyalizme geçiş süreçleri kendine özgü bir karakter taşır. Finlandiya Devrimi de kendine özgü bir biçimde gelişmiş ve kısa zamanda yenilgiye uğramıştır. Lenin’in, kültürel düzeyi ve örgütsel yapısı bakımından proleter iktidarın özgün bir biçimi olarak nitelendirdiği Finlandiya’daki Sosyalist İşçi Cumhuriyeti, dönemin tüm öteki devrimleri gibi önemli dersler içermektedir.
Rusya’nın bir parçası
Finlandiya, altı yüzyıllık İsveç egemenliğinin ardından, 1809 yılından itibaren Çarlık Rusyası’nın egemenliği altına girdi. Farklı müdahale ve sınırlamalara rağmen 1910 yılına kadar belli sınırlarda bir özerkliğe sahipti. Kendi dilini konuşabiliyordu. Özgün yönetime ve para birimine sahipti. Sanayi üretimi ağırlıklı olarak güney bölgesinde yoğunlaşmıştı. 1900’lü yılların başında sendikalarda örgütlü yüz bini aşkın işçi vardı. Başlangıçta bu sendikalar daha çok liberal burjuvazinin etkisindeydi.
1899 yılında kurulan Finlandiya İşçi Partisi, 1903 yılında Finlandiya Sosyal Demokrat Partisi adını aldı. Demokratik cumhuriyet için mücadele eden parlamenter bir partiydi. Çarlık Rusya’sının genelindeki durumdan farklı olarak, parti faaliyetlerini legal koşullarda sürdürebiliyordu ve radikal devrimci söylemlerden uzak duruyordu. Alman sosyal-demokrasisini kendine örnek alan, aşağı yukarı aynı modelde ılımlı bir partiydi sözkonusu olan. Bununla birlikte, Birinci Emperyalist Dünya Savaşının hemen öncesinde, işçi hareketindeki radikalleşmenin dolaysız etkisi altında, bulunduğu konumdan daha sola kaymıştı.
1905-1907 Devrimi
Beklenebileceği gibi 1905 Devrimi sınıf mücadelesine devrimci bir ivme kazandırmış ve bunun etkileri Finlandiya’ya da yansımıştı. 1907 yılında Sosyal Demokrat Parti bünyesinde yüzbini aşkın işçi üye vardı. Ülke nüfusuyla oranlandığında, Finlandiya partisi o dönem Avrupa’sının (dahası dünyasının!) en kitlesel işçi partisiydi.
Partide 1905 yılında Otto Kuusinen’in başını çektiği sol bir kanat oluştu. Sol kanat Bolşeviklerle ilişki içerisindeydi. Fin işçilerinin Petrograd, Kronstadt ve diğer Rus kentlerinde çalışıyor olmaları, Bolşeviklerin ideolojisinden etkilenmelerini kolaylaştırıyordu.
Rusya’da 1905 Devrimi döneminde, devrimin sarsıcı etkisiyle Finlandiya’da da işçi sınıfı genel greve gitti. Demokratik bir anayasa ile diğer sosyal ve politik istemlere dayalı genel grev, toplumun hemen tüm kesimlerinden destek buldu. Anayasa talep eden burjuva güçler de genel grevi desteklediler. Özerk yönetimin güçlendirilmesi talebi onların da çıkarınaydı. Çarlık rejimi bu devrimci baskı altında geri adım attı ancak anayasa için genel grevin sonlandırılması koşulunu ileri sürdü. Bunun üzerine burjuva liberal partiler ve SDP genel greve son verme çağrısı yaptı. İşçi sınıfının önemli bir kesimiyse buna karşı çıktı ve tepki gösterdi.
Alttan gelen devrimci dalganın önüne geçmek için öngörülen anayasal düzenlemeyi, Çarlık yönetimi onaylanmak zorunda kalmıştı. Avrupa’da kadınlara seçme hakkının tanındığı ilk anayasaydı bu.
İşçi sınıfı cephesinde önemli bir gelişme, 1905 genel grevi sürecinde Kızıl Müfrezelerin kurulması olmuştu. Sosyal Demokrat Parti yönetiminin kontrol edemediği bir örgütlenmeydi bu. Kızıl Muhafızlar, 1906 yılında Finlandiya’daki Rus garnizonunda yaşanan isyanı desteklemek amacıyla genel grev çağrısı yaptıkları için, parti yönetimi ile karşı karşıya geldiler. Bunun üzerine parti yönetimi Kızıl Muhafızları dağıtma yoluna gitti.
Rus Devrimi’nin boğulmasının ardından ağırlaşan gericilik döneminde Çarlık Finlandiya’nın özerkliğini tamamen tasfiye etti. Fin burjuvazisi özerk bir Finlandiya için her türlü uzlaşmayı göze almıştı. Bu o gün için onun sınıf çıkarlarına uygun bir tutumdu. Çarlık rejiminin müdahalesine karşı en kararlı tutumu ise işçi sınıfı gösterdi. Sosyal Demokrat Parti, tabandan gelen bu radikal hareket üzerinden, bağımsız Finlandiya talebini yükseltti.
1916 yılında Finlandiya’da yapılan özerk parlamento seçiminde SDP çoğunluğu kazandı. Böylece Avrupa’da parlamenter yoldan çoğunluğa ulaşan ilk parti oldu.
Şubat 1917 Devrimi ve etkisi
1917 Şubat Devrimi en kapsamlı etkisini Finlandiya’da gösterdi. Finlandiya’da konuşlanmış olan Rus askerleri Petrograd Sovyeti’ni desteklemek amacıyla gösteriler başlattılar. Fin işçi sınıfı saflarından da devrimci bir iktidarın kurulması talebi yükseldi. SDP yönetimi ise “ulusal birlik” bayrağı altında Finlandiya liberal partisiyle koalisyon hükümetinde yer almayı kararlaştırdı. Partinin sol kesimi bu adımı “ihanet” olarak değerlendirse de, yolunu ayırarak somut örgütsel adımlar atmakta kararsız kaldı.
İşçi sınıfı ve yoksul köylülüğün yükselen mücadelesi, koalisyon hükümetinin gücünün sınırlarını ortaya koydu. Partinin sol kanadı, hükümet ile iplerin koparılmasından yana tutum aldı. SDP’nin artık alttan gelen devrimci inisiyatife tutum almak dışında bir olanağı kalmamıştı. Zira örgütlü mücadele geleneğine sahip olan işçi sınıfı, bilinçli bir tutumla işçi meclisleri ve Kızıl Müfrezeler kurmuştu. İşçi sınıfının devrimci hareketini yönlendirmek amacıyla sol sosyal demokratlar ile Helsinki İşçi Konseyi temsilcilerinden oluşan bir üst organ oluşturulmuştu. Finlandiya’da bulunan Sovyet işçi-asker temsilcileri ve Bolşevik gruplar ile ortak çalışma yürütülüyordu.
Kerenski yönetimi: Çarlık politikasının devamı
Rusya’da Şubat Devrimi’nin ardından kurulan Geçici Hükümet, Finlandiya’nın Çarlık yönetimi tarafından kaldırılan özerk yönetim hakkını yeniden tanıdı, fakat bağımsızlığına karşı çıktı. Bu karar Fin işçi sınıfı içinde geniş çaplı bir direnişe yol açtı. Sosyal Demokrat Parti bu direnişe dayanarak özerk parlamentoya, Kerenski hükümetinin Finlandiya üzerindeki yönetim yetkisinin dış politika ve askeri konularla sınırlandırılması yasa teklifini sundu ve teklif kabul edildi. Bunun üzerine Geçici Hükümet Finlandiya parlamentosunun feshedilmesi kararı aldı. Bu karar bir işçi devriminden korkan Fin burjuvazisi tarafından utanç verici bir biçimde desteklendi.
Böylece parlamenter yolla demokratikleşme umutları yıkılmış oldu. Daha önce parlamentoyu “sosyal kurtuluş”un sözde bir aracı olarak görenlerin ham hayalleri, olayların seyriyle belirginleşen katı gerçekler karşısında açıkça tuz buz oldu.
“Bizim burjuvazimizin ordusu yoktu, hatta polis gücüne dahi sahip değillerdi. Bu koşullarda, parlamenter demokrasi yolunda kalmamızın güçlü nedenleri vardı; sosyal demokrasinin bir başarıdan diğerine koşacağına inanıyorduk.” diyen Kuusinen, kararsızlıklarını ve sallantılı konumlarını ise şöyle ifade ediyordu: “Sınıf mücadelesi zemininde birlik oluşturan biz sosyal demokratlar, öte yandan diğer tarafa savruluyorduk. Devrime, sonradan geri çekilmek üzere yöneliyorduk.”
Kerenski hükümetinin desteğiyle Fin burjuvazisi beyaz karşı-devrimci örgütlenmeler oluşturdu. Devrim dalgasının önünü kesmek için Ekim 1917’de yeniden parlamento seçimleri gündeme getirildi. Burjuva partiler bu kez az bir farkla çoğunluğu elde ettiler. Öte yandan tam da aynı günlerde, Bolşeviklerin de desteğiyle, Fin devrimcileri Kızıl Müfrezeler oluşturdular ve işçi örgütleri ayaklanma hazırlıklarına giriştiler. Karşı-devrim de kendi cephesinden güç toparlamak için hummalı bir çaba içindeydi.
Ekim Devrimi’nin yankısı
Ekim Devimi Finlandiya devrim sürecine doğal olarak özel bir ivme kazandırdı. Sosyal Demokrat Parti yönetimi ve sendikalar, Ekim Devrimi’nin zaferini selamlayarak Bolşeviklerden yana tutum aldılar. Finlandiya işçi sınıfı saflarında da Fin burjuvazisinin devrilmesine yönelik büyük bir devrimci kaynaşma vardı. İşçi sınıfının kararlılığı önünde duramayan tutarsız ve sallantılı sosyal-demokrat parti önderliği, silahlı ayaklanmayı boşa çıkarmak için, 14 Kasım’da başlamak üzere genel grev çağrısı yaptı. Belli sosyal ve ekonomik taleplerle sınırlı bir genel grev çağrısıydı bu. Amaç devrimi dizginlemek, devrimci kaynaşma içindeki işçi sınıfını oyalamak ve yatıştırmaktı.
İşçiler genel greve geniş çaplı ve militan biçimde katıldılar. Silahlı Kızıl Müfrezeler burjuva güçlerin silahlarına, kamu binalarına, demiryolları, telefon vb. kurumlara el koymaya yöneldiler. İşçiler fiili olarak iktidarı ele geçirmişlerdi. Fakat genel grevi yönetmek üzere oluşturulan parti liderliği çizgisindeki Merkezi Devrim Konseyi, parlamentonun başta sekiz saatlik işgünü olmak üzere bütün talepleri kabul ettiği gerekçesiyle, 19 Kasım’da grevi sonlandırma kararı aldı. Böylece hareketin gerçek bir devrime doğru büyümesi ve derinleşmesi engellenmiş oldu.
Finlandiya’da yönetim gerçekte fiili olarak devrimci komitelerin eline geçmişti. Duyduğu korkuyla hiçbir ileri adam atmayan SDP yönetimi, bir süre için işçi sınıfı hareketinin arkasından sürüklendi. Ama devrimin başarısı için olmazsa olmaz koşul olan işçi sınıfının daha etkili biçimde silahlandırılmasına yanaşmadı. Helsinki Kızıl Müfrezeleri Bolşeviklerden yana olan Rus Garnizonu askerlerinden silah almışlardı. Fakat diğer kentlerdeki işçi komiteleri büyük ölçüde silahtan yoksundu.
Fin burjuvazisi, bu devrimci ayaklanmaya karşı koyacak silahlı gücü olmadığı için, kırsal bölgelere çekildi ve burada karşı-devrimci paramiliter güçler oluşturmaya girişti. Genel grevin sonlandırılması ve devrimci gelişmenin dizginlenmesi, burjuvaziye bu işe girişmek için çok önemli bir zaman dilimi kazandırmıştı.
Burjuva parlamentonun açıklama yapmak dışında artık bir işlevi kalmamıştı. Yönetimi ele geçiren işçi komiteleri tarafından bir tarafa itildi. Kuusinen’in deyimiyle, iktidar artık sokaktaydı ve ikili bir iktidar durumu artık imkansızdı. Ya işçi sınıfı tüm iktidarı ele geçirecek ve karşı-devrimci burjuvaziyi ezip geçecekti, ya da tersinden onun tarafından acımasızca ezilecekti. Finlandiya’da yaşanmakta olan devrimci sürecin olası iki gelişme yolu buydu.
Sovyet iktidarı ve Finlandiya’nın bağımsızlığı
Bu arada, Bolşeviklerin ulusların kendi kaderlerini tayin etme politikasına uygun olarak, yeni Sovyet hükümeti Finlandiya’nın bağımsız olma hakkını koşulsuz olarak tanıdı. Genel grev kararı ile aynı günlerde, 14 Kasım 1917’de yapılan SDP Kongresinde, Stalin, Halk Komiserleri Konseyi adına bir konuşma yaparak, ulusal sorunda devrimci ilkeleri bir kez daha ortaya koydu:
“… şunu en kategorik biçimde açıklamalıyım ki: Biz, Rusya halklarının kendi kaderlerini, özgürce tayin etme hakkını tanımasaydık demokrat bile olamazdık (sosyalizmin sözünü bile etmiyorum!). Ve yine açıklamalıyım ki: Finlandiya'nın ve Rusya'nın işçileri arasında kardeşçe bir güveni yeniden sağlamak için bütün önlemleri almazsak, sosyalizme karşı ihanet içinde olacağız. Oysa herkes biliyor ki, Finlandiya halkının kendi kaderini tayin hakkını kesin olarak tanımaksızın, bu güvenin yeniden sağlanması düşünülemez bir şeydir. Burada önemli olan, bu hakkın tanınmasının, resmi de olsa, salt sözde kalmamasıdır. (…) Çünkü, sözlerin zamanı artık geride kalmıştır. Çünkü, eski ‘Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz!’ şiarının eyleme dönüştürülmek zorunda olduğu zaman gelmiştir.
“Yaşamlarını kendilerinin biçimlendirmesi için, Rusya'nın diğer halkları gibi, Finlandiya halkına da tam özgürlük! Finlandiya halkı ile Rus halkı arasında gönüllü ve dürüst bir ittifak! (…) Ve ancak böyle bir birleşme ile Ekim Devrimi’nin kazanımları güvence altın alınabilir, uluslararası sosyalist devrim davası ileriye götürülebilir.” (Stalin, Seçme Eserler, Cilt: 4, s.17)
Böylece Finlandiya, Sosyalist Ekim Devrimi’nden yalnızca bir ay sonra, 6 Aralık 1917’de, bağımsızlığına kavuşmuş oldu.
Devrim derinleşiyor
İşçi sınıfı Ocak 1918’de silahlı olarak eyleme geçti. J. Rachja komutasındaki Kızıl Müfreze güçleri karşı-devrimin silahlı gücü olan Beyaz Muhafızlar ile çetin bir savaşa giriştiler. Gerçekte artık bir hükmü kalmamış olan burjuva parlamentosu, karşı-devrimci Beyaz güçleri resmi güvenlik gücü olarak onaylamak yoluna gitti. Daha öne Çarlık ordusundan görev almış Carl Gustaf Emil Mannerheim, Beyazların kana susamış generali olarak görevlendirildi.
Bunun üzerine Sosyal Demokrat Parti Meclisi, 23 Ocak’ta, devrimin en üst organı olarak bir İşçi Yürütme Komitesi oluşturdu. 26 Ocak günü için İşçi Komitesi ve Kızıl Müfrezeler ayaklanma kararı aldılar. Devrimci İşçi Komitesi, işçi tugayları ile Kızıl Müfrezelerin birleştirilmesini kararlaştırdı ve Fin halkına “devrim çağrısı” yaptı.
Kızıl Müfrezeler karşı-devrimin direncini kırmak için 28 Ocak günü başkent Helsinki’nin hükümet binalarını ve diğer önemli kurumlarını ele geçirdiler. Aynı gün Sirola ve Kuusinen gibi sol sosyal demokratlardan oluşan Halk Temsilcileri Konseyi kuruldu. Bir üst devrimci organı olarak Genel İşçi Konseyi oluşturuldu. İşçi Konseyi, 10 Sosyal Demokrat Parti temsilcisi, 10 sendika temsilcisi, 10 Kızıl Muhafız temsilcisi ve 5 Helsinki işçi örgütleri temsilcilerinden oluşuyordu. Devrimci işçiler Finlandiya’nın güneydeki sanayi kentlerinde denetimi tümüyle ele geçirdiler. Tarımsal bir seyrek nüfus barındıran kuzey kentleri ise karşı-devrimin denetiminde kaldı. Finli burjuvalar ülkenin kuzeyine kaçarak, karşı-devrime sığındılar.
Halk Temsilciler Konseyi 29 Ocak’ta burjuva demokratik programı içeren bir deklarasyon yayımladı. Sanayi merkezlerinin, işletmelerin, devlet kurumlarının işçilerin denetimine geçtiği ilan edildi. İşçi sınıfı devrimci enerjisi ve kararlılığı ile, iktidar sorununun çözümü için daha somut adımların atılmasını talep etti. Halk Temsilcileri Konseyi’ni yeni politikalar uygulamaya zorladı. Özel bankalar denetim altına alındı. Karşı-devrimci basın-yayın yasaklandı, mülkiyetlerine el konuldu. Devrim mahkemeleri hayata geçirildi.
İşçi Meclisleri, fiili olarak proletarya diktatörlüğünün devrimci organları rolünü üstlendiler. 23 Şubat 1918’de yeni bir demokratik anayasa taslağı yayımlandı. Taslakta Finlandiya bağımsız bir cumhuriyet ilan edildi. İşçilerin kararlılığına ve özel basıncına rağmen, SDP yönetimi denetim altına alınan özel bankalar ve büyük sanayi komplekslerinin kamulaştırılmasına yanaşmadı. Büyük mülk sahiplerinin topraklarına dokunulmayarak, böylece yoksul köylülerin toprak talepleri de karşılıksız bırakılmış oldu. Halk Temsilcileri Konseyi, karşı-devrimin gücünü kırmak ve proletarya diktatörlüğünü güçlendirmek için atılması gereken zorunlu önlemleri almada bile kararsız kaldı. Finlandiya gibi nüfusu o gün için ancak üç milyonu bulan son derece küçük bir ülkede mevcudu 80 bin silahlı emekçiye ulaşan Kızıl Müfrezeler sadece savunma pozisyonunda bırakıldı. Dolayısıyla devrimci iktidar yalnızca güneydeki kıyı bölgesiyle sınırlanmış oldu.
Aynı dönem içinde Alman savaş makinasının büyük basıncı altındaki Sovyet İktidarı’nın da Finlandiya için yapabileceklerinin sınırı vardı. Brest-Litovsk Barışı’nın ardından ise bu olanağı hemen tümden yitirdi. Ve dahası, Finlandiya Alman militarizminin çizmelerin tarafından çiğnenmeye tümüyle açık hale geldi. İşçi devrimi karşısında dehşete kapılmış Fin burjuvazisinin tüm umudu ise tam da buydu.
Bütün bunlara rağmen, 1 Mart 1918’de, Fin Sosyalist İşçi Cumhuriyeti ile Bolşeviklerin yönetimindeki Sovyet Rusya arasında karşılıklı bir dostluk ve dayanışma anlaşması imzalandı.
Karşı-devrimin saldırısı
Kuzeydeki karşı-devrimci güçler devrimi boğmak için bütün olanaklarını harekete geçirirdiler. Geleneksel olarak Alman emperyalizmiyle organik ilişkisi olan Fin burjuvazisi, Fin işçi devriminin boğulması karşılığında, Alman emperyalizmi ile kölece bir anlaşmaya razı oldu. Böylece Finlandiya Devrimi’ne karşı Alman savaş makinası harekete geçirildi.
Bir Alman generali komutasında önemli bir askeri güç Aland Adası’nda konuşlandırılarak, sosyalist işçi cumhuriyeti ablukaya alındı. Nisan ayından itibaren oniki bin kişilik bir Alman birliği Finlandiya’nın değişik kentlere girmeye başladı. Şiddetli çatışmaların ardından, 14 Nisan’da, Finli karşı-devrimcilerin tam desteğinde Helsinki’yi ele geçirdi. Alman emperyalizminin ve Fin karşı-devriminin birleşik güçleri tarafından Mayıs’ın ilk haftasında devrim kanlı bir şekilde bastırıldı. Ardından tam bir burjuva “beyaz terör” rejimi kuruldu. Daha ilk adımda binlerce işçi ve devrimci sorgusuz sualsiz kurşuna dizildi. Yaklaşık 80 bin devrimci zindanlara ya da toplama kamplarına kapatıldı. Bunlardan oniki bini açlıktan ve soğuktan ya da zindanlarda keyfi bir biçimde tekrarlanan katliamlarda yaşamını yitirdi. (O dönem nüfusu ancak üç milyon olan Finlandiya için beyaz terör döneminde katledilen devrimcilerin sayısına ilişkin en ılımlı rakam bile 30 bin olarak verilmektedir.)
Almanya’nın askeri müdahalesi sonucu Finlandiya fiili olarak bağımsızlığını yitirdi ve Alman emperyalizminin sıradan bir uydusu oldu. Alman Prens Friedrich Karl von Hessen, yeni Finlandiya kralı olarak atandı (Krallığın fiilen hayata geçmesi, Almanya’nın savaşta yenilmesiyle boşa çıktı). Yeni rejim Sovyetler Birliği ile yapılan dostluk anlaşmasını derhal iptal etti.
Karşı-devrimin zaferinin ardından yaklaşık on bin Kızıl Müfreze savaşçısı Sovyet Rusya’ya geçerek Kızıl Ordu saflarına katıldı.
Devrim neden savunulmadı?
SDP’nin sol kanadından ve Fin Devrimi’nin liderlerinden Kuusinen, yenilgini ardından yaptığı özeleştiride, Sosyal Demokrat Parti’nin başından itibaren devrimin başarısı için ciddi bir çaba içine girmediğini açıklıkla ortaya koymaktadır. Parti önderliği, devrimin derinleştirilmesinde ve işçi sınıfının mücadele kararlılığına dayanarak proletarya diktatörlüğünü inşa etmede sallantılı ve çekimser davranmıştı. İşçi sınıfının direnişine ve kararlılığına rağmen, SDP, sözde devrimden yana görünse de, pratikte devrimin zafer kazanması için gerçek somut adımlar atmaktan özenle geri durmuştu.
II. Enternasyonal’e mensup sosyal-demokrat partilerin tüm yapısal zaafları kendini Fin partisi ve dolayısıyla Fin Devrimi’nin seyri üzerinden de göstermişti. Programda “sınıf mücadelesi”, “sosyalizm için mücadele” vb. yer alıyordu. Ama pratikte uzun yıllar boyunca parti politikasına yön veren oportünizm ve parlamentarist budalalıktı. Sosyalizm hep uzak geleceğin bir sorunu olarak kalmıştı. SDP başından itibaren parlamenter yolla demokratikleşmenin yaşanabileceğine, diğer sosyal kazanımların da ancak böylece elde edilebileceğine inanıyordu. Özellikle parti yönetiminde etkili olan sağ kesim, devrim derinleştiğinde, parlamenter yolla elde edilen kazanımların da yitirileceği oportünist kaygısı ve korkaklığıyla hareket etti. Dolayısıyla, karşı-devrim ile devrim arasındaki sert mücadele, gerçekte örgütlü işçiler ve Kızıl Müfrezeler ile burjuva egemen sınıf arasında yaşandı. Parti önderliğinin bunda hemen hiçbir rolü olmadı. Olduğu kadarıyla da devrimin aleyhine oldu bu.
SDP’nin bu parlamenter demokrasi ısrarında, kuşkusuz Fin toplumundaki sınıf mücadelesinin özgünlüğünün de belli bir rolü vardı. Fin burjuvazisi tarihsel süreç boyunca bağımsız bir burjuva-demokratik cumhuriyet için mücadele etmedi. Çarlık himayesindeki bir özerklik statüsünü, sınıf çıkarları açısından yeterli gördü. Bu özgün koşullarda burjuva demokratik talepler için parlamenter yolla mücadele eden tek politik güç SDP oldu. Sınıf mücadelesi 1917 yılına kadar sert biçimler kazanmamış, genellikle “demokratik kulvar”da yol alınmıştı. Demokratik mücadele sosyalizm mücadelesine tabi kılınmadı, tersine, kendi içinde dar ve kısır bir amaç olarak ele alındı. Devrim ortamında bile şiddet kullanmaktan uzak durmak, devrimci önlemlere başvurarak burjuvaziyi tasfiye etme yoluna gitmemek, işçilerin kendi dolaysız inisiyatifiyle giriştikleri devrimin boğulmasının zeminini hazırladı.
Sanayi bölgesi olan Güney Finlandiya’da iktidar burjuvazinin direnişi olmadan elde edildi. Kuusinen’in de vurguladığı gibi, Çarlık Rusya’sına bağımlılığın bir sonucu olarak Finlandiya’da burjuvazinin dayanabileceği kendi askeri gücü yoktu. Bu, sosyal demokratlara demokratik yolla işçi cumhuriyeti kurabilecekleri inancı aşılamıştı. Bu arada Finlandiya’da fiili olarak mücadele içindeki önemli Bolşevik savaşçıların önerileri de ciddiye alınmadı. Öteki herşey bir yana, işçi sınıfının devrim mücadelesine önderlik edecek yetenekte ve kararlılıkta bir partinin olmaması bile, Fin Devrimi’nin yenilgisini hazırlamaya kendi başına yeterliydi.
İşçi Komiteleri’nin parti yönetimine yönelik eleştirileri sürekli bastırıldı. Kızıl Müfrezelerin silah taleplerine rağmen, bu konuda somut bir adım atılmadı. Kızıl Müfrezeler, parti yönetimiyle örgütsel bir ilişki içinde olsalar da, askeri olarak bağımsız hareket ediyorlardı. Tutarlı bir devrimci parti önderliğinden yoksun olan bu silahlı devrimci işçi örgütlerinin devrimi zafere taşıyacak ve karşı-devrimci güçleri ezecek bir strateji geliştirmeleri mümkün değildi.
Kasım 1917 genel grevi sürecinde iktidar boşluğunu doldurmak için oluşan işçi konseyleri, gerçekte grev sonlandığında varlığına son veren grev komitelerinden başka bir işlev üstlenmediler. Gerçek bir devrimci işçi partisi olsaydı, Finlandiya’da devrimin zaferi ve sosyalizmin kurulması kaçınılmazdı. Alman militarizminin bunun önünü alması bile öyle kolay bir iş değildi. (Yalnızca altı ay sonra emperyalist Almanya savaşı yitirdi ve Alman savaş makinası utanç verici bir biçimde çöktü).
Sonuç olarak, Finlandiya Devrimi’nin yenilgisinden çıkarılacak en yakıcı ders, devrimin seyrinde ve zaferinde devrimci sınıf partisinin olağanüstü önemidir.