Vahşi Düğüne Vahşi Dış Politika – Nilgün Cerrahoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 03 Temmuz 2012
  • 05:41

“Son günlerin en vurucu haberi hangisi?” derseniz…

Kadıköy’de düğün günü “sahte bilezik” dayağından geçirilen gelin haberi derim…

Öylesine buram buram bir “yurdum insanı” haberi ki…

Siz de bir yerlerde okumuş ya da izlemiş olmalısınız. Ben gene de özetleyeyim:

Gelinle damat, düğüne giderken yolda “sahte bilezik” kavgasına tutuşuyor.

Gelin, damat tarafının taktığı bileziği az buluyor ve “Bu ne biçim bilezik? Çok ince? Sahte mi yoksa?” diye damada çıkışıyor.

Bunun üzerine kanı beynine fırlayan damat; “Vay! Sen ne hadle benim aileme sahtekâr dersin?” diyerek evire çevire gelini dövüyor. Derken aileler; “sopalar” ve havaya sıkılan “kurşunlarla” duruma müdahil oluyorlar. Sokak ortası kavgayı heycanla seyreylemekte olan aziz yurttaşlarımız; bu beklenmedik “tırmanma” karşısında ürküp, bu defa taban kuvvet “olay yerinden kaçmak için birbirini eziyor!”

Küçücük bir kareye bundan büyük bir Türkiye fotoğrafı sığdırılabilir mi?

Damat tamam… öküz, hayvan; kadına karşı şiddet kullanmayı marifet bilen maço şu bu… Doğrudur da…

Gelinin densizliğine bakar mısınız?

Bileziğin gramajı her şeye yeğ

Kadının kolundaki bileziğe duyduğu aşk, hayatı paylaşmak için birlikte yola çıktığı adama duyduğu aşktan kat be kat üstün…

Bileziğin gramajı; sevgi, aşk, tutku, yol arkadaşlığı, içtenlik, candanlık, terbiye, nezaket… gibi bir evliliğin temelinde bulunması gereken temel unsurların gramajından çok daha ağır çekiyor…

Gelinin kafasını işgal eden öncelikli konu, koluna takılan bileziğin ederini ölçmek!

Neden?

Çünkü kendisine verilen önem, değer ve de biçilen saygı; yaşadığımız toplumun büyük kesiminde hâlâ “sevgi”, “aşk”, “kimlik”, “kişilik” gibi ne idüğü belirsiz kendinden menkul soyut değerlerle değil; somut ve birebir… “altın”/“takıyla” ölçülüyor.

Bilezik… bir yandan kadının güvencesi oluyor; bir yandan da sosyal merdivendeki yerini belirliyor…

Sırf bu sebeple gelinler düğünlerde takı tezgâhına dönüştürülmüyor mu?

Dansöze yapıştırılan paralar gibi, gelinin orasına burasına al kırmızı kurdelelerle çil çil altın, para yapıştırılmıyor mu? Hatta bazı düğünlerde daha ileri gidilip; filancadan “burma bilezik!”, falandan “Reşat/Cumhuriyet altını!” diye -“acaba kim ne taktı?” tecessüsüne cevap olsun masadıyla- takılar mikrofon başında tek tek anonslanmıyor mu?

Hal böyle olunca tabii… koldaki bilezik, salt bilezik olmaktan çıkıp, racon kesen bir araç haline geliyor…

Son kertede damadın gücü belindeki silahla ölçülüyorsa, gelinin gücü de kolundaki bilezikle ölçülüyor…

Bizim değerlerimiz bunlar: Altın, silah ve de güç…

‘Dış politika değeri: Ticaret, din, güç’

Yüksek reytingli bir dizi sahnesi olabilecek bu sahte bilezik dayağını okuduğum gazetelerden birinde dün bir dış politika uzmanıyla yapılmış bir de röportaj vardı...

Röportaj Neşe Düzel’in. Cevapları veren de Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Gülden Ayman….

Düzel, Ayman’a, Suriye krizini soruyor. Ayman’dan İran’ın Türkiye siyasetini değerlendirmesini istiyor.

“İran Türkiye’ye karşı örtülü bir politika izliyor” diye söze giren Ayman; İran’ın Türkiye algısını kısaca şöyle özetliyor:

“(Gizli hasım konumunda olan) İran, Türkiye’nin önünü kesecek her şeyi yapıyor. Ama… Türkiye ile ilişkileri koparmamaya çalışıyor. Bunun için Türkiye’nin önem verdiği bazı şeyleri ona (Türkiye’ye) sağlıyor. Mesela İran altınlarının bir kısmının Türkiye’de olması. ‘Türkiye hiçbir şeye önem vermiyor. Yeter ki para gelsin’ diye bir algı var İran’ da…”

Başka deyişle komşumuz İran, dış politikada bile değerler skalamızın başına “para”nın oturduğunu tespit etmiş. Bu tespit uyarınca; -kapı önünde başka, arkasında başka oynayarak!- Türkiye’yi parmağının ucunda çekip çeviriyor.

Bitmedi!

“Güçlü ülke” şişinmesiyle girilen hesapsız dış politika hatalarının analizini yapan Dr. Ayman; “Türkiye’nin dış politika olarak bugün sadece ticarete, dine ve güce yaslanmak gibi bazı eğilimleri var” diye ekliyor:

“Türk kamuoyu gücü ve güçlü devleti seviyor. Türkiye’nin bölgesinde sözü dinlenen bir ülke olmasından çok hoşlanıyor. Ama bu güç kendisini güç gösterileri şeklinde ifade etmeye başlıyınca, güç olmaktan çıkıyor, bir zaaf haline geliyor. AKP… güç şovunda bulundu ve riskler aldı. Güçlü devletin bu kadar tezahürat yapmasına, güç gösterilerinde bulunmasına gerek yok… Güç, güçlüyüm dedikçe elde edilen bir şey değildir. Güç gösterisi yapmakla güçlü olunmuyor… Sürekli güçlüyüm demek, bir güçsüzlük işaretidir.”

Düğünden… dış politikaya dek “sürekli güçlüyüm” demekten ve hayatın her alanında “güç gösterisinden” hoşlanan bir milletiz biz...

Kola takılan “sahte bilezik” misali bu içi boş “güç tapınmasından” arınmadığımız sürece, başımızdan bela hiç eksik olmayacak.

Cumhuriyet / 03.07.12