Sermaye hükümetinden makyaj tazeleme operasyonu: “Terör mahkemeleri”

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 07 Temmuz 2012
  • 09:34

Özel Yetkili Mahkemeler’in kaldırılması, tam da geçen yıl bugünlerde Sultanahmet Adliyesi’nin Çağlayan Adalet Sarayı’na taşınmasını anımsattı. Temmuz 2011’de İstanbul Barosu’nca yapılan bir partiyle kapatılan ve kapısına “elveda” pankartı asılan Sultanahmet Adliyesi 1955 yılından bu yana hizmet veriyordu. Yapılan partide hakim odalarının, mahkeme kalemlerinin ve duruşma salonlarının tabelaları avukatlarca söküldü ve nostaljik bir anı olarak bürolarını süslemesi amacıyla götürüldü.

Oysa ki Çağlayan’a taşınan tüm mahkemelerin hakimleri, kalem memurları ve dosyaları değişmeyecekti. Ama olsun “tabela” önemliydi ve zamanın acımasızlığına karşı bir zamanların Sultanahmet Adliyesi hep bu büroya götürülen tabelayla anımsanacaktı.

Zaman yeni bir tabela sökme zamanıdır şimdi 250. Madde İle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri tabelaları sökülecek ve yerine Bölgesel Terör Mahkemeleri ya da sadece Terör Mahkemeleri asılacak.

Meclisin son çalışma gününe sığdırılan, 2 Temmuz 2012 tarihinde kavga kıyamet çıkarılan ve jet hızıyla onanan 6352 Sayılı “Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava Ve Cezaların Ertelenmesi Hakkinda Kanun” ile yürütmenin merkez karargahı gibi hareket eden, gece operasyonlarıyla siyasi iktidara muhalif her kesim hakkında gözaltı kararları veren, haksız/delilsiz ve uzun tutuklamalarıyla yedi cihana nam salmış özel yetkili ağır ceza mahkemeleri “ileri demokrasi” lafazanlığıyla kapatıldı. Ama aslında kapatılmadı ve selefinden aldığı yetkilere yetki ekleyerek, kara deliğini büyüterek “Terör mahkemeleri” oldu.

Terör mahkemelerinin kadrosu daha kanun çıkmadan belirlenmiştir

Makyaj tazeleme operasyonlarıyla kurulan Terör Mahkemeleri, ilk belirlemeye göre 29 ilde kurulacak. Her ne kadar bu mahkemelerde görev yapacak hakim ve savcıların yeni belirleneceği ifade edilse de daha kanun çıkmadan, 13 Haziran 2012 tarihinde açıklanan yaz kararnamesi ile terör mahkemesi kadrosunda yer alacak hakim ve savcıların bu mahkemelere atamasının yapıldığı HSYK’nın “yetkilendirme” için kanunun yasalaşmasını beklediği bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Öyle ki HSYK’nın, daha 3. Yargı Paketi olarak konuşulan ve kanunlaşmayan bir tasarı için haftalar öncesinden, siyasi iktidar tarafından belirlenen hakim ve savcıları bu Terör Mahkemelerine atadığı ve yetkilendirme için tasarının kanunlaşmasını beklendiği ve sürecin doğrudan AKP tarafından yürütüldüğü ideolojik bir hamle sürecinden geçiyoruz.

Terör Mahkemeleri’nin kurulması özel yargılama usullerinde iki başlı sisteme yol açacaktır

ÖYM’ler Ceza Muhakameleri’nin 250. Maddesi gereğince kurulurken Terör Mahkemeleri doğrudan Terörle Mücadele Kanunu temel alınarak kurulacak. Halen ÖYM’lerde açılmış ve devam eden davalar, hüküm verilinceye kadar, bu mahkemelerde görülmeye devam edecek. Bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyecek. KCK, Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah gibi davalar bu mahkemelerde görülmeye devam ederken henüz davası açılmayan soruşturma dosyaları ise terör mahkemelerine gönderilecek. ÖYM’lerde devam eden davaların çok uzun yıllar süreceği düşünüldüğünde ise farklı yargılama usulleri olan ve farklı kanunlarla kurulmuş çift başlı bir özel yargılama sistemiyle sınıfın dolaysız tehdit edileceği su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Tamamen kaldırılması elzem olan özel yargılama usulleri artarak çoğalarak ve sınıfın tepesinde ‘Demoklesin kılıcı’ gibi sallanmaya devam ediyor. AKP’nin reform adıyla süslediği, tutuklamaların azalacağı tutkalıyla basına servis ettiği Terör Mahkemeleri bir balans ayarı olmaktan öteye geçmiyor. 

Terör Mahkemeleri’nin yetkileri artırılmıştır

Yeni Terör Mahkemeleri’nin hedef kitlesi sadece sol, sosyalist, ilerici, devrimcileri ve Kürtleri kapsıyor. Yani hedef kitle muhalifler! Onun dışında uyuşturucu baronlarını, çıkar amaçlı çeteleri, faşist mafyaları bu kanun kapsamında dahil edilmeyecek keza bu çetelerin bu kanun kapsamına alınmasının tek yolu eylemlerin “örgüt” faaliyeti çevresinde yapılmasından geçiyor.

Terör Mahkemeleri’nin olağanüstü zırhlarla donatılmış olarak kurulduğunu görüyoruz. Zira gözaltı süresi bu mahkemelerde 48 saat olarak belirlenmiş ve ayrıca soruşturmanın amacı tehlikeye düşebilecek ise yakalanan / gözaltına alınan veya gözaltı süresi uzatılan kişinin durumu hakkında Cumhuriyet savcısının emriyle sadece bir yakınına bilgi verileceği de hüküm altına alınmış. Hatırlanacağı üzere geçenlerde tutuklanan TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu’nun gözaltı sırasında iki gün boyunca yakınlarına ve avukatlarına haber verilmemiş ve  “soruşturmanın güvenliği” gerekçesi bahane edilmişti. Anlaşılan odur ki kolluğun özel ihtiyacı ve talebi olarak bu madde kanuna eklenmiştir. Kanun yürürlüğe girdiğinde ne denli tehlikeli bir uygulama olacağı hemen anlaşılacaktır. Terör Mahkemeleri kapsamındaki suçlardan gözaltına alınanlar artık kanun gereği yakınlarına derhal haber veremeyecek ve haber vermeleri cumhuriyet savcının iznine tabi olacaktır. Yargı sisteminde bugün, kanunlarda savcının iznini gerektiren tüm uygulamaların kolluğun elinde oyuncak edildiği, savcının kolluktan aldığı bilgiyle hareket ettiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu mahkemelerde gözaltına alınanların yakınlarına haber vermesi imkanı, bu yasanın yürürlüğe girmesiyle sadece kolluğun elinde olacak, gözaltında kayıplar, işkenceler, itirafçılığa zorlama ve bilgi almak isteyen avukata bilgi vermeme uygulamaları artacaktır. Çünkü artık yasa “gözaltına al, haber verme, gözaltına al avukatını aramasına izin verme” diyor.

Yasa bu kadarla da sınırlı değil, CMK’da ancak koşulları olması halinde gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla 24 saat süre ile kısıtlanabilirken yasa Terör Mahkemesi kapsamındaki suçlardan gözaltına alınan şüphelinin avukatıyla görüşme hakkı hiçbir koşula bağlamaksızın derhal kısıtlanabilecektir.

Diğer önemli bir madde ise Terör Mahkemeleri’nde görülecek duruşmaların güvenlik sebebiyle başka bir yerde yapılmasına karar verilebilecek olmasıdır ki, KCK duruşmalarında yaşandığı gibi davaların güvenlik sebebiyle Silivri’ye, kampus cezaevlerinin içinde yapılan salonlarda yapılma alışkanlığının artırılacağına ilişkin maddedir. Avukatlara ve ailelere dahi tutuklu muamelesi yapıldığı, izin verilmeden ve mikrofonu açılmadan avukatların dahi konuşturulmadığı askeri bir disiplinin hakim kılınmaya çalışıldığı, hem sanık haklarının hem de savunma haklarının iğdiş edildiği yargılamaların artacağının arefesinde olduğumuzu söylemek yanlış olmaz.

Yasanın önemli maddelerinden biri de bu kanun kapsamındaki “devletin güvenliğine” ve “anayasal düzene” karşı işlenen tüm suçlarda, kanunda öngörülen tutuklama süresinin iki kat olarak uygulanacağıdır. Bu hükmün başat hedefi, fütursuzca yapılan tutuklamaların devam etmesi ve kesin hüküm verilene kadar şüphelinin tahliyesine engel olmaktır. TC.’nin dünyada uzun tutukluk bağlamında ilk sıralarda olduğu ve AHİM’den çıkan kararlar nedeniyle sürekli tazminat ödediği düşünüldüğünde bu sırayı kaptırmamak adına uzun tutukluğu yasalaştırdığı, meşruiyet kazandırdığı ve kesin hükümle birlikte tutukluları hiç F tipi hücrelerden çıkarmadan hükümlü yapmayı hedeflediği bir gerçek olarak karşımızda duruyor. 

Bir başka aleyhte madde ise, kısıtlılık kararı olan dosyalarda şüphelilerin ya da avukatlarının soruşturma dosyasına ilişkin verdikleri beyanatlar soruşturmanın gizliliğinin ihlali kapsamında değerlendirilip haklarında dava açılacağı ve davalara adli tatilde de bakılacağıdır. Kolluğun yapmış olduğu operasyonlara ilişkin olarak dosyalarda kısıt kararı olmasından kaynaklı avukatlara tek bir belge gösterilmeksizin şüphelilerden ifade alınmaya çalışılmaktadır. Dosyayı hazırlayan kolluk, soruşturmada müdafi olan avukatlara göstermediği bilgi ve belgeleri basına servis etmekte ve gözaltında bulunan birçok kişiyi teşhir etmekte ve hedef göstermektedir. Tüm bu hukuksuzluğa rağmen tek bir kolluk görevlisinin dahi bugüne kadar hakkında soruşturmanın gizliliğini ihlal suçundan dava açılmazken bu suç kapsamına gözaltında bulunanların ve avukatlarının hedefe konulması ise yeni dönemde çok yönlü bir saldırı planıyla karşı karşıya olduğmuzu gösteriyor.

Bu maddeler siyasi iktidarın, çetelerden, mafyalardan uyuştucu satıcılarından, fuhuş yaptıranlardan, milyonlarca işçiyi sömürerek kanını emen ve işçisini “kum torbası” kadar değersiz görüp öldüren patronlardan değil sadece işçiden, emekçiden, devrimcilerden ve Kürtlerden korktuğunu göstermektedir. AKP en çok sesini kısamadığı, nefesini kesemediği ve her türlü zulme karşı mücadele bayrağını yükselten sınıftan korkmaktadır. AKP, en çok sınıflar mücadelesinden ve bu mücadelenin kazandığı ivmeden korkmaktadır. Tam da bu sebepten emekçi halkın elinde kalan kırıntı hakları dahi almaya çalışmaktadır. Paris Komünü’nden bugüne tüm hakların sınıflar mücadelesiyle alındığı ve her fırsatta egemenlerin bu hakları geri almak için saldırdığı bir gerçektir. Zaman yılmadan, yorulmadan topyekun mücadeleyi yükseltme, sokak sokak, fabrika fabrika örme zamanıdır.

ÇHD MYK üyesi

Av. Zeycan Balcı Şimşek