Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçimleri… / KB

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 02 Haziran 2012
  • 11:34

Tahrir’in direniş geleneği sürüyor!


Amerikancı diktatör Hüsnü Mübarek’in halk isyanıyla alaşağı edilmesinden sonra Mısır’da başlayan yeni sürece, emekçilerin egemenlere karşı yükselttiği mücadele ile gerici güç odakları arasında cereyan eden iktidar savaşları damgasını vurdu. İşçi ve emekçiler ile isyanda aktif rol oynayan sol/sosyalist gençlik örgütlenmeleri, isyanın kazanımlarını koruyup geliştirmek için mücadeleye devam ediyor. Gerici güçler ise, sokak eylemlerini bitirmek için birlikte çalışırken, iktidardan daha fazla pay alabilmek uğruna birbirleriyle kıyasıya bir kavgaya tutuştular. Bu iktidar mücadelesi, bir aşamadan sonra ordu-dinci koalisyonunun bozulmasını kaçınılmaz kıldı.

Parlamento seçimleri bu çatışmalı süreçte yapıldı. Mübarek sonrası yapılan bu ilk seçimlerde, toplam yüzde 70 civarında oy alan dinci-gerici Müslüman Kardeşler ile Selefiler’in eli güçlendi. Bu sayede devrik diktatör Mübarek ordusuyla giriştikleri iktidar mücadelesinde daha atak davranmaya başladılar. Seçim sonuçları, bu akımlara gerici çizgilerini pervasızca sergileme imkanı yarattı. Şeriatçı, anti-laik bir yönetim kurmak istediklerini ilan etmeleri, pervasızlığın vardığı boyutu gösterdi.

Mısır yönetim sisteminde parlamentonun yetkilerinin nispeten sınırlı olması, cumhurbaşkanlığı seçimlerini önemli kılıyor. Zira yetkilerin çoğu Cumhurbaşkanı’nın elinde toplanıyor. Bu ise, iktidar savaşında bu mevkinin ele geçirilmesine kritik önem atfedilmesini zorunlu kılıyor. Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Mübarek kalıntısı güçler, dinci-gerici güçler, liberaller ve sol/sosyalist eğilimli adaylar da katıldı. Parlamento seçimlerinden farklı olarak tüm siyasal güçler cumhurbaşkanlığı seçimini önemsediler.

Seçimlerin ilk turundan çıkan sonuçlar, dinci gerici Müslüman Kardeşler’le destekçilerinin söylendiği kadar güçlü olmadıklarını somut olarak gösterdi. Parlamento seçimlerine hem katılım yüzde 50’lerde kalmış hem örgütlenme için fırsat bulamayan sol/sosyalist güçler tarafından boykot edilmişti. İlk seçimde yüzde 70 civarında oy alan dinci-gerici güçlerin (Müslüman Kardeşler-Selefiler), bu seçimdeki toplam oyları yüzde 43’lerde kaldı. Seçimde birinci olan Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi yüzde 25, Selefiler’in adayı Abdulmunim Ebul-Futuh ise yüzde 18 oranında oy alabildi.

Bu sonuç, parlamento seçimlerinde yüzde 70 civarında oy alan dinci-gerici güçlerin, kayda değer bir güç kaybına uğradıklarını ortaya koyuyor.

Seçimlerde yüzde 24 oy oranıyla ikinci gelen Ahmet Şefik, devrik diktatör Hüsnü Mübarek’in önde gelen suç ortaklarından biridir. Mübarek’in bir diğer eski suç ortağı olan Amr Musa ise, oyların yüzde 11’ini aldı. Mübarek rejiminin suç ortaklarının toplam yüzde 35 oranında oy almaları, Mısır burjuvazisinin bir kesimi ile onun etkisindeki toplum kesimlerinin halen zorba rejimin mirasçılarını destekledikleri anlamına geliyor. Bu akımların bu kadar oy almalarının bir nedeni de, toplumun bir kesiminin, şeriat yönetimini dayatan dinci-gerici güçlerden tedirgin olmasıdır.

Her şeye rağmen devrik diktatörün suç ortaklarının aldıkları toplam oy oranı yüksektir. Ancak devrimci durumun zayıfladığı yerde, genelde karşı-devrimin güç kazandığı hesaba katıldığında, devrik diktatörün suç ortaklarının buldukları desteğin kaynağı anlaşılabilir.

Hem parlamento hem cumhurbaşkanı seçimlerinde Mısır’dan yansıyan rahatsız edici tablonun oluşmasında, devrimci dalganın radikal değişikliklere imza atmadan zayıflamasının önemli bir rolü var. Halk isyanına önderlik edebilecek devrimci partinin eksikliği, kitlelerin açığa çıkan muazzam gücünün yeterince değerlendirilememesine yol açmış, bundan dolay, hem Müslüman Kardeşler hem eski diktatörün suç ortakları güçlenme olanağı bulabilmiştir.

Seçim tablosundan yansıyan bir başka önemli sonuç, sol/sosyalist güçler tarafından desteklenen Hamdin Sabbahi’nin yüzde 22 oranında oy almasıdır. Solun parçalı olmasına rağmen Sabbahi’nin aldığı oy oranı, Mısır’da güçlü bir sol damar olduğunu somut olarak gösteriyor. Başkent Kahire ve İskenderiye gibi Mısır’ın büyük kentlerinde Sabbahi’nin birinci olması ise, işçi ve emekçilerin ileri kesimleri tarafından desteklendiğine de işaret ediyor.

Mısır’ın çatışmalı siyasal ikliminde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinden, iki gerici güç öne çıkmış görünüyor: Müslüman Kardeşler’in kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi’nin adayı Muhammed Mursi ile Mübarek döneminin son başbakanı General Ahmet Şefik. Bu ikili, 16-17 Haziran tarihlerinde yapılacak seçimlerin ikinci turunda yarışacak ve iki gerici adaydan biri yakında Mısır Cumhurbaşkanı olacak.

Belirtmek gerekiyor ki, her iki aday da işçi sınıfının, emekçilerin ve sistemin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşakların temsilcisi olmaktan uzaktır. Ne Mübarek’in suç ortakları ne Müslüman Kardeşler Mısırlı emekçilerin sorunlarını çözebilir. Tersine, burjuvazinin bu iki siyasal kanadı da sermaye ve emperyalizmin hizmetinde olacaktır. Biri diktatör Mübarek’in yakın suç ortağı, öbürü emekçileri ortaçağ karanlığında köleleştirmeye çalışan bir zihniyetin temsilcisi…

Her biri öbüründen gerici iki adaydan birinin cumhurbaşkanlığının kesinleşmesi, Mısır’da işçi sınıfı hareketiyle sol/sosyalist güçlerin etkisiz kalacağı anlamına gelmiyor. Bu ülkede halen güçlü bir devrimci potansiyel var. Mübarek’i alaşağı eden isyanın lokomotifi olan işçiler, emekçiler, düzenin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklar ve bu toplum kesimlerinden güç olan sol/sosyalist güçler halen aktiftir. Mısır’ın bu en dinamik güçleri ne mücadeleden geri duruyor ne Tahrir Meydanı’nda yaratılan direniş geleneğini terk ediyor.

Mısır’da diktatörlük artıklarıyla dinci-gerici güçlerin iktidarı devam ediyor. Aralarında rant kavgası olsa da, işçi sınıfına ve sol/sosyalist güçlere karşı birlikte saldırıyorlar. Bu da diktatörü deviren güçlerin çetin bir mücadele sürecine hazırlanmak zorunda olduğunu gösteriyor.

Hem diktatörün devrilmesi hem sonraki süreçte ulaşılan kazanımların tümü, meşru/militan direniş sayesinde mümkün olmuştur. Bu da işçi sınıfıyla sol/sosyalist güçlerin izlemeleri gereken yolu gösteriyor. Sık sık Tahrir Meydanı’na çıkılması, işçi emekçilerle sol/sosyalist güçlerin bu konudaki bilinç açıklığının göstergesidir. Korku duvarlarını yıkan halk isyanından bu yana meşru/militan direniş geleneğinin inşası konusunda ciddi bir deneyimin kazanıldığından şüphe edilemez. İnisiyatifin halen gerici güç odaklarında olması bu durumu değiştirmiyor.

Önemli avantajlara ve ciddi bir kitle desteğine dayanmasına rağmen, işçi sınıfı ile siyasal alandaki temsilcileri olma iddiasında olan sol/sosyalist güçlerin en zayıf tarafı, devrimci sınıf partisinin henüz kurulamamış olmasıdır. İşçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin örgütsel birliği anlamına gelecek olan devrimci sınıf partisinin inşası hem sol/sosyalist güçlerdeki parçalanmaya son verecek hem işçi sınıfı, emekçiler ve sistemin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklardaki devrimci dinamizmi tek bayrak altında toplayacaktır. Bu konuda katedilecek mesafe, Mısır’ın geleceğinin şekillenmesine önemi bir etki etmekle kalmayacak, Arap dünyasının genelinde de önemli bir yankı uyandıracaktır.

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, 1 Haziran 2012, Sayı 22)