Milli meselemizle küresel markamız- Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 02 Haziran 2012
  • 03:37

Anayasal haklarımız, başta yaşam hakkı olmak üzere göz ardı değil gaz ardı edilirken, 'çoğunlukçu demokrasinin' ardındaki 'zihin ve bedenlerimizi' denetleyeceğini beyan eden totaliter rejim, netleşti.

Sermaye birikimine yoğun kamu kaynak aktarımının yolunu açan, sosyal ve demografik yapıyı alt-üst edecek 4+4+4 kademeli eğitim yasası, afet yasası, yabancıya toprak satışı, hava iş kolunda grev yasası gibi yasalar ivedilikle yürürlüğe girerken sözde yeni demokratik anayasasını yapacak Türkiye, bırakın kazanılmış temel haklarının genişletilmesini, bu hakları pervasızca yasaklamadığı gün geçmiyor.

Küresel sisteme göbekten bağlı kırılgan sermaye rejiminin akıbeti,  bu yeni yasalarla 'geçici' güvenceye alınırken eş anlı bir süreçte de Başbakan toplumsal yaşamın bütün alanlarını halkı ve gelecek nesilleri 'iç, dış düşman ve sinsi komplolardan korumak' iddiasıyla vesayeti altına alıyor.

Harareti artırılan ırkçı/şoven/tahkir edici söylemlerin yekpareleşmiş devlet-millet hegemonyasından aldığı gücün karşısına çıkmaya teşebbüs eden eleştirel görüş ve demokratik talepler anında kazınarak kürete ediliyor...

Neredeyse hepimiz zihinsel etkinlikten men edilmiş, çocuğumsu kitleler gibi nasıl yaşayacağımız, neyi seçeceğimiz, neyi beğeneceğimiz, kimlerden uzak duracağımız bir üst zihin tarafından bize tebliğ ediliyor...

Sermaye rejiminin evladiyelik tesisatını döşeyen otoriter devlet  bu sürecin sebep olduğu toplumsal yıkım ve ağır hak ihlallerini ancak çıkartığı yasalarla ve kendi ahlakçı propagandasıyla meşruiyet katma derdinde...

Dolayısıyla apar topar yasalaşan hava iş koluna grev yasağıyla aslında grev hakkına el koyulan çalışma hayatı ya da 'darbe ürünü' kürtaj uygulamasını yasaklayacak yasa hazırlığı günlük hayatı ele geçiren piyasa ve devlet totaliterliğini eş anlı uygulamasıydı...

Bu arada Başbakan kürtajı kadının beden hakkı ve doğurma tercihi olmaktan çıkartıp 'milli meselemiz' derken 14 bin çalışanın grev hakkı Meclis'te torba yasaya atılınca, THY çalışanlarının uluslararası hukukun normlarına uygun işi yavaşlatma eylemi 'küresel markamıza zarar ziyan vermekle' suçlanmıştı.

Küresel çıkarımıza kast etmekten Hava İş Sendikası'na üye olan 305 THY çalışanı SMS ve maille tazminatsız işten kovulurken, Sağlık Bakanı ve  İnsan Hakları Araştırma Komisyonu Başkanı 'tecavüz suçuyla oluşan hamileliğin kürtajla son verilmesinin cinayet olduğunu' savunuyorlardı.

Yani milli meselelerle, küresel markalar söz konusu olduğunda hükümetimiz 'tecavüzcüden baba çıkarttığı' gibi hakkını arayan çalışandan küresel markayı zarara sokan uluslararası ekonomi teröristi pekala çıkartabilirdi.
Uludere katliamında F-16 bombalarıyla beden parçaları birbirine karışan 34 vatandaşımız, kaçakçılık yaptıklarından nasıl olsa maktul olmasalardı fail olacaklardı...
Kürtajdan Uludere, Uludere'den PKK figüranı, tecavüzcüden baba, Uludere'yi protesto edenden terörist, kürtaja hayır diyen kadın örgütlerinden 'marjinal azınlık' yaratan totaliter akıl yürütmesi, biber gazından ölen astım hastası Çayan'ın ailesine de biber gazı sıkarak taziyelerini iletmek de sakınca görmemişti.
Ve elbette sorumuz şuydu...
'Millete bedel ödetmek' isteyen THY çalışanları 'milli meselemizi' anlamayıp bedenini 'millete bağışlamayan' kadınlar, Uluderede çocuklarıyla birlikte kavrulup yanan analar, seri biber gazı cinayetlerinde ölüm sonrası 'şüpheli' diye damgalanan vatandaşlar niye tecavüzcüye 'babalık hakkı' bahşeden bu ülkede 'muhterem' bulunmuyorlardı...

Akşam / 02.06.12