Madımak-Uludere güzergahında değişen bir şey yok! - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 03 Temmuz 2012
  • 05:39

'Canların yakıldığı' 2 Temmuz 1993 ile altı ay önce Uludere'de 34 Kürt vatandaşın parçalandığı tarih arasında 19 yıl dururken, devlet hala 'hatırlamanın' suç olduğu yerde ve 'anma' yasaklarının mesaisiyle meşguldü.

Devlet kendi tarihinden dışladığı bu katliamlar için zamana sığınsa da ya da yargı yoluyla zamanın üzerinden aşırtsa da Madımak'ın tüllerini saran alevlerin arasından bize bakan 35 canın yanına battaniyelere sarılmış devlet malı bombayla parçalanmış 34 Uludereli çocuğun uzandığını maalesef 'körkütük' hatırlıyorduk.
19 yıl önce Madımak'ın önünde biriken kitlesel öfke ve hıncın 'Ölüm' histeri nöbeti 'unutulmayı' değil, her an bir köşebaşında örgütlenebilecek 'insan yakma pratiğini' istim üzerinde tutan resmi ideolojisini hafızamızdan geri çağırıyordu.

Ya da Uludere'de gece karanlığında vatandaşını seçemeyen devlet, bombalarla kayalara yapıştırdığı vatandaşlarının ölümünden sonra 'gömüldüğü' sessizliğini kurbanları 'PKK sempatizanı, kaçakçı, figüran, zaten öleceklerdi' diliyle bozduğu da kayıtlara geçiyordu.

Elbette ne üzerinden 19 yıl geçen Sivas'ın ne de altı ay önce Uludere'de gerçekleşen katliamın asli faillerine ulaşmaya demokrasi ve hukukumuzun boyu bosu yetiyordu.
Ama neyi, nasıl 'hatırlayıp' neyi 'anacağımızı' şekillemekle mükellef hikmet-i hükümet, sorumluları ve sanıkları 'devlet sırrı' düzeyinde koruyup kayırırken hiçbiri 'eceliyle' ölmemiş katliam mağdurlarını 'failleştirmekten' de geri durmuyordu.
Ne de olsa ülkenin cezaevleri, AVM inşaatları dahil her türlü 'katliam mekanı' köz gibi tütüyordu ve bir numaralı katliam sanığı 19 yıl sonra Madımak'ın biraz ötesindeki evinde huzurla ve eceliyle öldüğünü tesadüfen öğrenirken bu yıl Sivas'taki anma etkinliğine Madımak'a 500 metre yaklaşma yasağı koyuluyordu.
Ama yaklaşılsa da yaklaşılmasa da Madımak  belleğimizde çoktan 'unutmamanın imgesi' olarak çoktan yerleşmişti.

35 Alevi yazar, ozan ve semahçının devlet-kitle el birliğiyle boğulduğu ve yakıldığı Madımak'ın katliam sonrası tam 14 yıl boyunca kebapçı olarak verdiği hizmetin elbette bu derin bellek çalışmamızdaki payı çok büyüktür.

Sanırız Başbakan'ın da 'Parası neyse verdik ama siz hala yatıp kalkıp Uludere diyorsunuz' çıkışını müteakip 'Her kürtaj bir Uludere'dir' söylemsel manevrası da Uludere'yi gündemden çekip alamadığı gibi bu trajediyi inkar edilemez, küçümsenemez, çarpıtılamaz yerine taşımaya büyük katkısı olmuştu.
Tabii ki devletin katliamların üzerini örttükçe 'dirilttiği ateşi', bastırdıkça 'geri tepip gelen gerçekliği' zamanaşımına uğratınca 'zamanın işlemediği' bir tarihe dönüştüğünü söylemeye lüzum yoktu.

Dolayısıyla Sivas'taki anma etkinliğinde Madımak'a 500 metre yaklaşma yasağı koyarak ya da Uludere'de ellerinde çocuklarının fotoğrafları altı aydır sorumluların bulunmasını ve yargılanmasını isteyen Uludereli anaları tazyikli suyla yere yıkarak sadece devlet kendi ideolojik tarihine tahakküm eder.

Yoksa katliam mağdurlarını 'hakir görüp', 'kriminalize' etme ya da yakınlarının ve toplumun 'adalet talebini' biber gazı, tazyikli suyla geri püskürtme hangi tutulmamış yası, ödeşmediğimiz utancı ve ahlaki kefaretin yerine geçebilirdi ki?

Akşam / 03.07.12