Kesintisiz asimilasyon! – Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 01 Kasım 2012
  • 05:05

Elbette sürpriz olmamalıydı. Dağların, mağaraların ve Munzur'un bile şahitlik ettiği Dersim 1938 katliamı sivil iktidarın mahir popülizmle siyasi bir koza çevilmişti...

Üstüne üstlük darbeci-statükocu vesayeti alt ettiğini iddia eden hükümet 12 Eylül Anayasası'nın bütün kurumlarının muhafaza ederken devletin tarihsel 'asimilasyon' süreçleri boşluk kabul etmiyordu...

Dersim 1938'in bütün kayıpları, sürgün listeleri ve evlatlık verilenlerin listelerini derin ketumiyetle bugün hasır altı edilirken '12 Eylül'le hesaplaşma-yüzleşme' politikası iki yaşlı generalin evinde 'sohbetle' götürülürken, biz de otoriter devletin 'uygarlık şiddetinin' 12 Eylül döneminde 5 bin Dersimli genci İmam Hatiplere zorla yollayarak sürdürdüğünü öğrenirdik.

Ve tabii ki 'eski' devlet rejiminin sindirdiği halk kesimlerinin 'dönüşüm talebinin' temsilcisi ve taşıyıcısı olarak kendini görevlendiren siyasi iktidarın günümüzdeki 'dindar nesiller yetiştirme' vizyonuyla örtüşen, Alevi öğrencilere din dersi dayatan eğitim reformuyla 12 Eylül döneminde 5 bin Dersimli Alevi genci 'Sünnileştirme' irşadı arasında nasıl bir aykırılık bulabilirdik ki?

Radikal Gazetesi'nde Tarık Işık'ın haberinde de 12 Eylül'ün darbeci generallerinin Dersim'e yönelik 'uygar adam yaratma' politikası araştırmacı Mesut Özcan'ın belgeleriyle ortaya dökülürken 5 bin çocuğun ailelerinden alınıp otobüslerle Dersim dışındaki Yatılı İmam Hatip Okulları'na gönderildiği kanıtlanıyordu.

Yani tarih Başbakan'ın 'İmam Hatiplere gitmek isteyen çocukları  engelleyen despot devlet' tezini çürütürcesine dikta döneminin aslında Alevi çocuklarının yoğun 'Sünni asimilasyonuna' tekabül ettiğini gösteriyordu.

Yine aynı dönemlerde Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere 'kurumsallaşmış işkencenin' hedefinde Kürt siyasi mahkumlar 'gayri insani' devlet ıslahatıyla 'ehlileştirilmeye' çalışılıyorlardı.

Dolayısıyla darbe dönemin başat ideolojisinin Kürtlere ve Alevilere 'özünden ve kendinden başka insan ol' diye dayattığı 'Türk-Sünni kimliğiyle' günümüz iktidarının otoriter milliyetçi-muhafazakar 'aynileştirici' ya da 'ayrıştırıcı' politikaları arasında kaç arpa boyu yol alınmıştı.

24 Ocak kararlarıyla kurulan devasa neoliberal mimarinin üzerinde yükselen sivil iktidarın Kürtlerin ve Alevilerin doğal haklarını dışlayarak referanduma götürdüğü tadil edilmiş 'örgütlü toplum düşmanı' 12 Eylül Anayasası halen temel metnimiz değil miydi?

Alevilere inançlarının 'gerçekte' ne olduğunu, nerede ibadet edeceklerini dikte eden, cemevlerine ucube diyen bugünün devlet zihniyle 1930'ların ıslahat ve tedipten sorumlu devleti arasında kaç on yıl duruyordu?

 Sahiden de yüzleştiğimizi/hesaplaştığımızı söylediğimiz 'tarihin' tahakküm aygıtlarının yönettiği her günümüz o tarihin insan yıkımlarına yeni yıkıntılar katmıyor mu?

680 Kürt tutuklu ve hükümlünün ölüm orucuna doğru seyreden açlık grevlerine karşı 'süren' devlet kayıtsızlığıyla, kepçelerle cezaevlerinin duvarlarını yıkan ve mahkumları 'çıra gibi yakan  devlet şiddeti' nerede ayrışıyor?       

Bugün cezaevlerinde babası, amcası 1990'larının puslu Türkiye'sinde JİTEM tarafından katledilmiş, 'sözde vatandaşların' çocukları büyümüş, cezaevlerine doldurulmuşlar ve 'kendi öz kıyımlarına' doğru gün alıyorlar...

Ama devlet taasubu yine eşit vatandaşlarına 'haklarını vermeyi' ödün gibi kabul ediyor, asimilasyon ve inkar tarihimizin günyüzü görmemiş sayfalarına yeni bir sayfa daha ekleniyor...

Akşam / 01.11.12