Kazan’dan Erdoğan’a resmi dil

  • Arşiv
  • |
  • Zindanlar
  • |
  • 30 Ekim 2012
  • 12:29

(30.10.12) – Hükümetler de değişse sermaye devletinin belli tutumlarının değişmediği bilinir. Tayyip Erdoğan’ın açlık grevlerine dair son açıklamaları, bu konuda da devletin söyleminin kolay kolay değişmeyeceğinin kanıtı.

Tayyip Erdoğan bir süredir sessizliğini koruduğu açlık grevleri ile ilgili kendine akışan bir açıklamayı sonunda yaptı. 29 Ekim resepsiyonunda konuşan Erdoğan açlık grevlerine dair yaptığı açıklamalarla kendinden önceki dönemlerde yaşanan açlık grevlerinde verilen cevapları tekrar etti.

Kürt siyasi tutsaklarının açlık grevine değinen Erdoğan “Aç kalan yok, herkes her şeyi yiyor” sözleriyle eylemi karalamaya çalıştı. Sözlerini “Müdahale gerektiğinde yapılır” biçiminde sürdüren Erdoğan, müdahale adı altında yapılacak yeni katliamların da sinyalini verdi.

Erdoğan bugün yaptığı bir başka açıklamada ise düzenin bir diğer argümanına soyunarak milletvekilleri “kuzu-kebap” yerken örgüt militanlarının ölüme yollandığını iddia etti. Erdoğan açıklamalarında dinci-gerici bir gazete müsveddesinin eski bir yemek sofrası fotoğrafı eşliğinde hazırladığı manipülatif habere de göndermede bulundu. BDP Milletvekillerinin yemek yerken göründüğü fotoğrafın açlık grevleri başlamadan çok önce çekildiği ise gün içerisinde ortaya çıkmıştı.

Düzen cephesinden yapılan açıklamalar bununla da sınırlı kalmadı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik “Örgüt, açlık grevinden vazgeçenleri şimdi de intihara zorluyor” diyerek bir kez daha PKK yöneticilerini suçladı.

Düzenin dili ve argümanları değişmiyor!

Erdoğan’ın ve diğer devletlilerin bu sözleri, zindan direnişleri tarihini bilenler için hiç de şaşırtıcı değil, aksine düzen algısının doğrudan tezahürü olarak hayli anlaşılır. 96 Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu direnişi sürecinde, dönemin adalet bakanı Şevket Kazan, hayli benzer bir açıklama yaparak “stok yapmışlar, gizli gizli yiyorlar” demişti. Ancak bu açıklamanın ardından direniş 12 tutsağın şehit düşmesi ile sonuçlanmıştı.

2000 Ölüm Oruçları’nda ise, tutsakların gizli gizli yediği sürekli olarak gündeme getirilmişti. Özellikle 19 Aralık katliamının ardından gazeteler “sahte oruç” benzeri manşetler atmış, Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın benzer açıklamaları basında yer almıştı. Özellikle tutsakların aldığı B vitaminleri demagoji malzemesi yapılmış ve buna dayanılarak eylemler “sahte” ilan edilmişti. Ancak bu “sahte” eylem sonucu 122 tutsağın ölümsüzleşmesi, düzenin kara propagandasına net bir yanıt oldu.

Direnişin örgüt baskısı ile yürütüldüğü, tutsakların birbirini yaktığı gibi çok sayıda gerici argüman da tüm zindan direnişlerinde sıklıkla kullanılmıştı ancak hiçbiri ölümlerin ortaya koyduğu kararlılığı boğmaya yetmedi. Tüm yalan ve çarpıtmalara rağmen tarih, direnişe hak ettiği değeri verdi.

Kuşkusuz ki bu açıklamaların manipülasyon yönünün yanısıra düzenin anlayışının göstergesi olması gibi de bir anlamı bulunuyor. Tüm bu açıklamalardaki ortak dil, düzen güçlerini böylesi bir eylemi anlayamadığını ortaya koyuyor. Kendi çıkarları dışında hiçbir şey düşünmeyenler, insanların idealleri için bedenlerini ölüme yatırmalarına inanamayarak ya gizli gizli yediklerini ya da örgüt baskısı ile bunu yaptıklarına inanmak istiyor. Ancak verilen mücadeleler ve tek başına da kalsa kolundan serumu çıkarıp atacak iradeyi gösteren devrimci tutsaklar, burjuva ideolojiyle yozlaştırılmış kafalara dahi direnişi kazıyor.