Hayzam Manna: Suriye'de şiddet ve demokratik perspektifler

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 27 Ekim 2012
  • 11:20

Hayzam Manna'nın 22 Ekim tarihinde Londra İktisat ve Sosyal Bilimler Üniversitesi'nde (LSE) yapılan seminerdeki konuşmasıdır.

“Alevilerden ve Şiilerden nefret ediyorum. Onları bıçaklarımızla öldüreceğiz, tıpkı onların bizi öldürdüğü gibi.”

Oldukça profesyonel “International Herald Tribune” gazetesinde Ürdün'deki el-Zaatari kampı hakkında bir yazıda bu cümleyi okuduğum vakit, aynı kamptaki üç arkadaşıma 60 çocuğa Deraa'daki üç Şii ailenin ismini sormalarını istedim. Yirmi gün geçtikten sonra çocukların hiçbirinin bir cevabı yoktu!

Şehrinizde canlandıramadığınız bir düşmandan nasıl nefret edebilirsiniz? Bu çocuk, düşmanını mezhebi temelde tanımlamak için ideolojik olarak gelişmiş bir yaklaşıma sahip midir? Ne oldu da özgürlük ve onur için bir siyasi pasifist hareket niçin bir yıldan kısa bir sürede kirli bir savaşa dönüştü?

14 ay önce Londra'da burada Devrim ile Savaş arasındaki farkı anlatmaya çalışmıştım. Bir Fransız atasözünü söylemiştim: “A la guerre comme à la guerre” (savaşta savaş gibi) ya da Arapça bir atasözünü: savaş hilekarlıktır. Şimdi her iki tarafta da öldürme canice oluyor, zıtlar, her biri kendi yetisi ve araçları ile ortaklaşıyor: kaçırma, işkence, yargısız infazlar ve her şeyden sonra da... tahrifat. Muhalefetin bazı kesimleri halen kurban ile cellat arasında bir kıyasın kabul edilemezliğinden dem vuruyor. Bizim teşhisimiz ise oldukça farklıdır: savaşta kınanacak savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar vardır. Savaş, ordu, el-muhaberat ya da eşşabiha tarafından saldırılan bir pasifist gösteri değildir.

Aynı etkinlikte 1858-1860 Lübnan örneğinden, Tanyus Şahin köylülerinin intifadasının nasıl mezhepçi bir savaşa dönüştüğünden bahsettim. Beni eleştirenlerden bazıları, benden devrimci duyarlılığı zayıflatan bir bozguncu diye bahsettiler, rejimin terminolojisinden komik bir sapma: ulusal duyarlılığı zayıflatma. Bugün hiç kimse devrimden bahsetmiyor, hepimiz Suriye'deki Savaş'tan bahsediyoruz. Temel soru maalesef şudur: Savaştan yana mısın savaşa karşı mısın? Diğer bir deyişle: şiddetten yana mısın şiddete karşı mısın?

Şiddetin genelleştirilmesi, diktatörlüğün çözüm yoluydu. İçerden ve dışardan tecrit edildiğinden resmi propaganda komplo teorisine ve uydurma muhalif silahlı gruplara dayanıyordu. 2011 Ağustosuna kadar Suriye hükümet medyası, bu silahlı “hayali” grupları tanımlayacak herhangi bir isme sahip değildi.

Cisr el Şugur'dan Maarat el Numa'a kadar halk hareketinin askerileşme rotası garip değildi. Gün be gün rejim askeri çözümü pekiştiriyordu. Maalesef Suriye dış muhalefeti gündelik propagandasında pasifist yolunu kaybetti. Herhangi bir askerileşmeyi inkar etme döneminden sonra Körfez medyası ve İslamcı sanal ağlar, El Faruk Taburu ve Özgür Ordu'dan açıkça bahsetmeye başladılar. El-Arabiya ve El-Cezire çarçabuk Suriye'deki askeri mücadeleye aşırı değer verdiler. Sivil direniş biçimlerinde bahsetmeyi bıraktılar. Özgür Ordu gruplarının sözcüleri, siyasetçilerin yerini aldı. SUK üyelerinin TV'ye çıktıklarında en önemli savı şöyle oldu: ÖSO'ya gerekli silahları verin. Suriye makamları ikinci raundu kazandı ve resmi propaganda şöyle oldu: Artık pasifist devrimden dem vurmayın, askeri grupların varlığını inkar etmeyin, yeraltında doğru zamanı bekliyorlardı!

Batı medyasının çoğunluğu için Özgür Suriye Ordusu güzel, Suriye'deki cihatçılar tehlikeli değil, şiddet kaçınılmaz ve Esad Rejimi ile bir siyasi çözümü müzakere etmek imkansızdır.

“Demokratik Değişim için Ulusal Eşdügüm Organı” için askerileşme, askeri muhalefete siyasi ve mali bağımlılık, demokratik güçlerin marjinalleşmesi ve mezhepçi ve kara – petrol gibi kara, karanlık gibi kara ve dışlama kadar kara – islami grupların yeniden güçlenmesi anlamına gelir.

Savaşın insani ve maddi bedellerinden bahsedelim:

Suriye'de şiddet, tüm sosyo-kültürel öğelerin organik yapısına dayanmaktadır: sivil olmaktan çok mezhepçi ve dini olacaktır, çünkü sınıf, milliyetçilik ve demokrasi için şiddet dürtüsü, Suriye gerçekliğinde oldukça zayıf kalıyor. Silahlı gruplar, demokratik ve pasifist devrimimizin bedelini ödeyemeyeceği bir lükstür.

40 binden fazla kişi öldürüldü (bunların sadece %20'si silahlı çarpışmalardan önceydi), 200 binden fazla kişi yaralandı, 30 bin kişi kaybedildi, sağlık altyapısının %29'u tamamen zarar gördü, 85 köy ve mahalle tamamen yıkıldı, 20 milyondan fazla kişi yerinden yurdundan oldu, 380 bin kişi mülteci.. Ekonomik bedeli bugün 150 milyar dolardan daha fazladır.

Tarihimizin böylesine önemli bir anında siyasi para skandalı üzerine nasıl yorum yapabiliriz ve ülke içindeki ve dışındaki yeni yolsuzluk biçimlerinden nasıl bahsedebiliriz?

Herhangi bir toplumda sosyal hareket, toplumun çoğunluğu için çekici kalırsa güçlüdür. Suriye'de Deraa'da başlamasından beri kendiliğinden hareketteki ileri unsuru güçlendirmek için elimizden gelenin en iyisini yaptık.

Özgürlük, Onur, Adalet ve Eşitlik için. Despotluğa ve çürümüşlüğe karşı. Üçüncü hafta üç HAYIR'ı başlattım: Şiddete hayır, mezhepçiliğe Hayır, dış müdahaleye Hayır...

...çünkü biz Suriyeli kimliğinin çok mezhepli, çok dinli ve çok kültürlü bileşiminin Libya ve Tunus'unki ile aynı olmadığını biliyoruz. Küresel bir modernite yaklaşımı ve net bir Sivil Devlet izi olmaksızın radikal değişime gidemeyiz. Jeopolitikte kent, devrimci kültürde iyi vatandaş olma ve siyasi kurumda vatandaşlık, azınlıkları, yani yapısal ve siyasi azınlıkları kazanmak için oldukça önemli unsurlardır. Diktatörlük altındaki Suriye toplumunda sivil ve siyasi özgürlükler kısıtlıydı, fakat sosyal özgürlükler birçok Arap ülkesinden daha iyi korundu. Suudi Arabistan, Katar ve mezhepçi Körfez medyasının verdiği örnekler, bu nüfusun birçok kesimine hiçbir güven vermiyor. Silahlı grupların şehre saldırısından sonra Halep'teki tepkiye bakarsak, iki kesim arasındaki görünmeyen ihtilafı anlayabiliriz: Birisi esasen kırsal, gelenekçi, marjinalleştirilmiş ve selefi grupların etkisi altında. İkincisi ise bu şiddet gruplarından halen korkan kentlilerden ve azınlıklardan oluşuyor. Fakat bazı yüzeysel gazeteciler, halen Halep'ten Suriye'nin Bingazi’si diye bahsediyorlar.

Suriye'de Libya modelinin problemli unsurlarını gözden geçirmek gereklidir. Bazı Suriyeli ve Fransız siyasetçiler ve entelektüelleri, bayrağı değiştirmekten NATO müdahalesi çağrısı yapmaya kadar Libya örneğini kopyalamaya çalıştılar. Yapı, işlev ve siyasi proje olarak Suriye Ulusal Konseyi, Libya Geçici Konseyi'nin Suriyeli kopyasıdır. Fransa'nın eski dışişleri bakanı Alain Jupe, SUK'u Libya Geçici Konseyi'nin kısaltması ile anma hatasına düşmüştü. Suriye'de Libya Hareketi 2'yi yeniden düzenliyor görüntüleri vardı, biz bunu gerçek bir trajedi olarak değerlendirdik. Hemen bazı Rus diplomatlarla görüştüm; anladım ki bir psikoterapist olarak adlandırabileceğim bir şeyleri vardı: Libya Kompleksi. Sadece bu değil, onlar bunun Amerika sonrası çok kutuplu döneme, kapıyı açacak bir vesile olduğunu keşfettiler, Hegel'in sözleriyle “aklın hilesi”. Suriyeli ilericiler, Amerikan tahakkümüne karşı ilk savaşanlardı ve burada bu dönüşümün bedelini mi ödüyoruz?

Bir diğer sürpriz, Suriye'deki Kürt bölgesi ÖSO'ya katılmak istemiyor. En önemli siyasi güçlerden (PYD&Kürt Ulusal Konseyi) oluşan bir “yüksek komisyon”, Ankara'daki Kürt karşıtı bir hükümetin sert bakışları altında bir tür demokratik yerel özerkliği müzakere etmeye çalışıyor. Avrupalı idareciler, bu olayda Kürdistan'daki tek pasifist örnek olan Suriye'deki Kürt siyasi hareketinin siyasi geleneğinin normal bir sürekliliğini görmeyi reddediyorlar.

Hiç şüphesiz ki bir süre önce “Ertesi Gün” adını verdikleri araştırma ve planları hazırlamaya başlayan dış gözler, kendilerini sahadan oldukça uzak bulacaklardır. 2012 Temmuzunda Kahire'deki Suriye muhalefeti konferansının kararları bile Özgür Ordu'yu ve silahlı direnişi destekleme çağrısı yapıyordu ve sivil direnişin önemini, şiddetin, örgütlü suçun, selefi grupların ve yabancı cihatçıların yarattığı kaosu azaltabilecek halk komiteleri ve vatandaşlık yapılarının kurulmasını ileri sürmeyi unuttu.

Bu bölgenin modern tarihinde böylesine bir şiddet tırmanışından sonra bir demokrasi inşa edildiği örneğini hiç görmedik.

Nereye doğru gidiyoruz? İbn Haldun'un merkezi bir devlet inşa edememe hakkındaki terminolojisini kullanırsak, “askeri zafer” sözde galebe mahaliyye (mütegallibe -yerel üstünlük) olasılıklarını tanımlamak için uygun bir terim midir?

2011 yılında birçok halka ve ulusa örnektik. Bugün ise ulusların oyununun küçük bir parçasıyız.

Savaş kaderimiz değildir, sadece onu durdurmak için değil en başta devrimin değerlerinden ne koruyabilirsek korumak için, ikincisi ölümleri ve yıkımı durdurmak ve üçüncüsü geleceğimizi korumak ve aklın katledilmesi sürecini durdurmak için elimizden gelenin en iyisini yapmak zorundayız.

Hayzam Manna el-Audat (Haytham Manna): Suriye'de Demokratik Değişim için Ulusal Eşgüdüm Organı'nın başkan yardımcısı ve yurtdışındaki sözcüsüdür. Hayzam Manna, yıllardır Paris'te sürgünde yaşayan tanınmış bir insan hakları savunucusu ve entelektüeldir. Suriye solunun önde gelen isimlerinden biri olan kardeşi Maan el-Audat 2011 Ağustos'unda rejim tarafından öldürüldü.

Suriye'de Demokratik Değişim için Ulusal Eşgüdüm Organı'nın resmi sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.