Havayolu direnişinde sorunlar ve görevler

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • 07 Temmuz 2012
  • 10:08

Sermayenin işçi sınıfına yönelik kapsamlı sosyal yıkım ve kölelik saldırılarının sac ayaklarından biri de hava işkolunda getirilen grev yasağı oldu. Bu yasağın hayata geçirildiği dönemin fotoğrafına bakıldığında, grev yasağının sınıfın bütününe dönük büyük bir darbe olduğu daha net görülüyor.

Grev yasağı, sermayenin Ulusal İstihdam Stratejisi adı altında kapsamlı saldırılar uygulamaya çalıştığı bir evrede devreye sokulmuştur. Böylelikle sınıfın elleri kolları bağlanarak hareket alanı daraltılmak ve saldırı dalgasına karşı boyun eğmesi istenmektedir.

AKP hükümeti eliyle gündeme getirilen ve meclisten geçirilerek yasalaşan grev yasağı, bu zorbalığa tepki göstererek iş bırakan THY işçilerinden 305’inin işten atılmasıyla asıl anlamını bulmaktadır. Bu yolla THY yönetimi ve dinci-gerici AKP hükümeti, özelde havayolu işçilerine genelde ise tüm sınıfa önemli bir mesaj vermiştir.

29 Mayıs’ta 200’ü aşkın uçak seferinin iptaline neden olan ve THY yönetimini  paniğe sürükleyen iş bırakma eylemi, böylesine büyük bir saldırıya karşı ilk elden gösterilen tepki açısından oldukça anlamlıydı. Ne var ki, bu ilk tepkinin ardından baskı ve zor yöntemiyle havayolu işçileri sermaye ve onun hizmetindeki hükümet tarafından açıkça tehdit edildi. İşten atma saldırısı devreye sokularak havayolu işçilerine, “Direnmeyin, direnirseniz sonunuz bu olur” mesajı verildi. İşten atmaların hemen ardından gündeme gelen havayolu direnişi de gerici-faşist rejimin bu baskı ve zor politikalarına karşı çakılmış bir kıvılcımdı. Buradaki direnişin kazanımla sonuçlanması veya sermayenin cepheden saldırısının püskürtülmesi de sınıf güçlerine moral ve güven verecekti.

Ancak aradan geçen bir ayı aşkın zaman diliminde havayolundaki mücadelenin seyri, gelişen bir grafik izlemedi. Her ne kadar saldırının birebir muhatabı olan THY işçileri, havalimanını direniş alanına çevirmeye çalışsalar da bu çabalar yeterli sonuçlar üretemedi. Bu tablo, işçilerin birlik sorununu ve birleşik mücadeleyi örgütleme görevini de tüm yakıcılığıyla dışavurdu.

Şimdiye kadar havayolu direnişi birçok sendika, meslek örgütü, demokratik kitle örgütü ile ilerici ve devrimci kurum tarafından ziyaret edildi. Destek ziyaretleri yer yer kitlesel eylemlere de sahne oldu.

Şimdiye kadar böylesi bir eylem pratiği içerisine girmemiş havayolu işçileri için bu durum farklı bir düzeyi ifade etse de güçlü ve hedefe net adımlarla ilerleyen bir mücadele hattı örülemedi. Bunun en büyük sorumlusu halen Hava-İş yönetimidir. Grev yasağının uygulanması sürecinde Hava-İş yönetiminin THY işçilerini eyleme sokmaktaki titrekliği direniş sürecine de yansıdı. Dünyanın en büyük havayolu şirketlerinden biri olan THY’nin işçi düşmanlığı sonuç alıcı eylemlerle teşhir edilemedi. Basın açıklamalarında ve eylemlerde yapılan konuşmalarda bilindik bir tarzda esildi, gürlendi. Ama buradaki iddialı lafların altı somut adımlarla doldurulmadı. Geriye, uluslararası konfederasyonlar, THY yönetimi ve hükümetle yapılan sonuçsuz görüşmeler ve grev yasağının düzen partisi CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşınması seçenekleri kaldı.

Gelinen aşamada ise, ilk günlerinde oldukça hareketli günler geçiren bu direniş, yalnızlaşma ve sönümlenme yoluna girdi.
Süreç içerisinde öne çıkan noktalardan biri ise, Hava-İş yönetiminin icraatlarına ve atıllığına karşı geliştirilen “muhalif” söylemlerin düzeyidir.

Eleştiri silahının yapıcı ve sınıf mücadelesini geliştiren bir şekilde kullanılmadığı koşullarda dönüp o mücadelenin kendisini vurabileceğinin en bariz örneklerinden biri de “29 Mayıs Birliği”dir.

Mücadelenin görevlerini yerine getirmek, havayolu işçilerinin iç birliğini sağlamak ve bu birliği sermayeye, hükümete ve THY yönetimine yöneltmek yerine yalnızca sendika yönetimiyle uğraşan bu oluşum, direnişe ve mücadeleye sırtını dönerek sermayenin yüzünü güldürmüştür.

“29 Mayıs Birliği”nin açıklamasının satıraralarına bakıldığında, yapılan eleştirilerin THY yönetiminin ekmeğine yağ süren cinsten olduğu görülüyor.
Basın toplantısı düzenleyerek direnişe neden destek vermediğini açıklayan birlik, direnişin büyütülmesi ve geniş sınıf kesimlerine yayılması için herhangi bir öneri getirmek bir yana “mağdur” söylemi altında düzen temsilcilerine el avuç açmaktadır.

Havayolu direnişinin sorunlarıyla ilgilenmeyip salt yönetim karşıtı bir anlayışla hareket etmek bugün sermaye ve hükümetin ekmeğine yağ sürmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır.

Hava-İş yönetimi de dahil, sendikal bürokrasi elbette teşhir edilmeli ve hedefe çakılmalıdır. İşçiler döne döne sendikal bürokrasinin hamlelerine karşı uyanık olmaya çağrılmalıdır. Ancak sınıfsal bir eksenden bakıldığında, bunun karşılığı hiç de mücadeleye sırt dönmek olamaz. Sözkonusu oluşumun söylemleri ve meclis koridorlarında AKP şefleriyle yaptıkları görüşmeler, işçinin onurunu ve kararlı direnişini ayaklar altına alan bir tutumdur. Böyle tutumlara prim verilmemeli ve bu tarz anlayışlar da işçiler arasında teşhir edilmelidir.

Bugünün yakıcı görevi, grev yasağına ve işten atma saldırısına karşı çok yönlü bir direniş ve mücadele hattı ortaya koymaktır. Tabanda yürütülecek bir çalışma ve bunu bütünleyecek bir örgütlenmeyle sendikal bürokrasinin beklemeci ve pasif tutumunu bir engel olmaktan çıkaran, direnişin yayılması için sokak ayağını daha güçlü örgütlemeyi önüne koyan, direnişin taleplerini işçi havzalarında, emekçi semtlerinde ve merkezi alanlarda yaymayı hedefleyen ve birleşik-militan bir sınıf hareketi yaratma hedefi ortaya koyan mücadele hattının örülmesi oldukça önemlidir.

D. Umut